Montblanc etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Montblanc etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2022

Karizmatik bir kalem: Montblanc Sir Arthur Conan Doyle

19 Aralık 2021, Milliyet

 

Montblanc, zeki ve karizmatik dedektif Sherlock Holmes ile polisiye edebiyatın en ikonik karakterlerinden birine hayat veren Arthur Conan Doyle adına yeni bir kalem serisi üretti

Yıllar önce Sirkeci’de Büyük Postane’ye açılan sokağın girişindeki saatlerle birlikte kalemlerin de sergilendiği muhteşem bir vitrine dalmıştım. Gözlerimi kırpmadan dolmakalemleri incelediğimi gören arkadaşım “Kalemler ikiye ayrılır” demişti, “Montblanc ve diğerleri”. Elbette bu Leyla ile Mecnun öyküsündeki tutkulu aşığın gözüne perde inmesi sonucu başka hiçbir şey görmemesi ve başka hiçbir şeyden zevk almamasına benziyor. (Zaten arkadaşın yaptığı espri de ünlü bir saat markası için sıkça yapılır.) Şakayı bir kenara bırakırsak Montblanc kalemlerini tutkuyla seven, gözü başka bir şey görmeyen kalemseverler sahiden çoktur. Peki haksızlar diyebilir miyiz? Bu içinden çıkılması zor olan Gordion düğümü benzeri sorunun cevabını kalemseverlere bırakıyorum.

Ernest Hemingway ile 1992’de başlayan ve Montblanc’ın her yıl yeni bir kalem eklediği yazarlar serisi tahmin edileceği gibi edebiyata ve yazıya düşkün olanlarca büyük ilgi görüyor. 2021 yılının yazarı seçilen Arthur Conan Doyle koleksiyonunda iki çeşit tükenmezkalem, kurşunkalem ve klasik piston dolum sistemine sahip dolmakalemler bulunuyor. Değerli mavi-gri renkli reçineden yapılan kalemlerin kapağında ve gövdesinde Sherlock Holmes’un ünlü paltosunun deseni işlenmiş. Aynı zamanda Londra sokaklarına benzetilen bu çizgiler arasında yazarın Kızıl Dosya isimli ilk Sherlock Holmes öyküsünü yazdığı evin bulunduğu “Upper Wimpole” sokağı yazıyor. Sherlock Holmes karakterine ilham veren gerçek bir kişi olan adli tıp uzmanı Dr. Joseph Bell'e bir saygı göstergesi olarak da mavi-gri kalemlerin klipsi J.B. harflerini gösteren bir büyüteç şeklinde tasarlanmış. Dolmakalemin el yapımı altın ucunda Arthur Conan Doyle’un portresi ve Jurassic Park filmine ilham veren Kayıp Dünya kitabındaki uçan dinozorların gravürü işlenmiş.

Sherlock Holmes’un piposuna gönderme yapan tütün renkli seride ise büyüteç altında görülen tazı figürü Baskerville'lerin Köpeği isimli romana bir gönderme. Bu dolmakalemin altın ucunda Arthur Conan Doyle'un portresi ve bir büyüteç figürü kazılı. Her iki seride de kapak üzerinde yazarın imzası bulunuyor. Her Montblanc marka kalemde olduğu gibi kapakların tepesinde karlı Mont Blanc dağını simgeleyen ünlü logo yer alıyor. Dolmakalemin mürekkebi ise kan kırmızı renkte.

29 Aralık 2020

2020 Notları


Yine bir yıl sonu muhasebesi yapalım.

Bu sene her zaman hatırlanacak veya hep unutulmak istenen zaman dilimlerinden biri olacak galiba. 

Elbette unutulmayacak bir yıl oldu ama 2021'i de unutmayacağız belki.

Pandemi nedeniyle hayatımızın düzeni hiç olmadığı kadar bozuldu. Salgın hastalık görünmeyen bir düşman gibi hep pusuda bekledi, biz de tedirgin bir şekilde yeni hayatımıza uyum göstermeye çalıştık. 

Her bir sayının bir ömrü simgelediğini unuttuğumuz her gün açıklanan sayısal verileri duyduk, sevdiklerimiz için korktuk, çocuklarımız için endişelendik. Öyle böyle derken "hayat devam ediyor" klişesi tekrarlanıp durdu. Adaletin olmadığı bir dünyada yaşamak çok zor maalesef, işin kötüsü yapılacak bir şey de yok. Tarihi başkaları yapıyor, biz yaşıyoruz.

Belki de bu karanlık düşünceler nedeniyle olmalı, defterlere çok az yazı yazdım, oysa tam tersi olmasını düşünüyordum. Sürekli not aldım. Not almak önemli, uzun uzun yazacak vakit yok.

Yine de mürekkepten kalemden uzak durmak mümkün değil.

Bu yıl çok kitap okudum. 

Özellikle Jaguar Kitap'ın bütün kitaplarını okumak gibi bir hedefle yola çıktım, bilmiyorum yayınevine yetişebilecek miyim? (Bu hayırlı okuma eylemine editörlerinden biri olduğum için değil sahiden Jaguar Kitap muazzam kitaplar yayımladığı için başladım.)


Saatler mi kitaplar mı kalemler mi?

Bu sene saatler kazandı. 

Saatlere ilişkin çok çeviri yaptım. Geçen senelerde çeviriden çok korkuyordum, şimdi ise hoşuma gitmeye başladı. 

Hep dediğim gibi, öğrenmenin sonu yok.

İşte bir yıl daha bitti, bitiyor.

İstesek de istemesek de zamanın kendi hükmü var ve en güçlü olanımızın bile sözünün geçmediğini hepimiz biliyoruz. Yine de güzel şeyler dilemek hayırlıdır.

Okuyanlara, yazanlara, düşünenlere; her zaman taze ve güzel sayfalar açılmasını diliyorum...

Çıkmadık candan umut kesilmezmiş. 

Öyleyse, kalemlerimizi, defterlerimizi ve mürekkep şişelerimizi hazırlayalım.


Yeni yıllar hep geçmişte kalır, sonra bir yenisi gelir. 

Biz saatlerimizi ayarlayalım.

13 Kasım 2018

Arredamento Mimarlık ve Uğur Tanyeli



İyi ki bu ay Arredamento Mimarlık dergisini almışım. 

Almasaydım Uğur Tanyeli'nin Japon ve Türk Salatalık Turşuları: Toplumsal ve Hatta Mimari Bir Karşılaştırma başlıklı ufuk açan muhteşem yazısını okuyamayacaktım.


Geçenlerde Ekşi Sözlük'ten bir arkadaşla ne kadar az iyi derginin kaldığını konuşuyorduk. Maalesef ufuk açan bir avuç dergi kaldı şimdilerde. Arredamento Mimarlık dergisi de en iyilerden birisi. Tasarımı biraz eski geliyor bana ve kişisel nedenlerden ötürü kâğıt seçimini de yanlış buluyorum. Parlak kuşe okumayı çok zorlaştırıyor. Her şeye rağmen bunlar küçük ayrıntılar, Arredamento Mimarlık ülkemiz şartlarında muazzam bir tasarım kültürü dergisi.

Bir başarısı da şurada, masadaki Kasım 2018 sayısı derginin 325. sayısı!

Dile kolay, Arredamento Mimarlık 29 yıldır çıkıyor.

Şubat 1989'dan günümüze bir dergiyi getirmek olağanüstü bir başarıdır. Hayranlık duymamak elde değil.




Prof. Dr. Uğur Tanyeli'nin yazısına gelince, televizyondaki yemek programlarını izleyip böyle kısa ama zihinsel açıdan çok yoğun olsa da okuyanı hiç yormayan bir yazı yazmak müthiş bir birikime işaret ediyor. Turşu deyip geçmeyelim, öyle bir yiyecek ki makaledeki konumu kafamdaki isimsiz bazı ayrıntıların yerine oturmasını sağladı. Mutfak ile mimarlık arasında önemli bir bağ kurulmuş ve o kadar açıklayıcı bir kültürel ayna tutmuş ki bulunduğum yüksek binadan kuş bakışı baktığımda çevrede neden bunca çirkin yapının bulunduğunu da özetlemiş.

Şigeru Ban veya Tadao Ando gibi büyük ama mütevazı mimarların nasıl yetiştiğini şimdi daha iyi anladım.

20 Ocak 2018

Kazanmak



Şaşırtıcı ama gerçek, Lamy gibi bir marka küçümsenebiliyor. Diyorlar ki, Lamy 2000'lerin başında sağda solda üç kuruşa satılırken kimse yüzüne bakmıyormuş, ama distribütör değişince on, on beş kat daha pahalıya satılmaya başlayınca ikon haline gelmiş, dandik plastikten bir kalem markasıymış. 

Evvela şunu söylemek gerekir: Eskiden uygun fiyata satılan kalemlerin ve mürekkeplerin şimdi pahalı olmasının en önemli nedenlerinden biri paramızın değerinin giderek düşmesidir.

Öteden beri söylenir, Lamy, Avrupa 9.90 avroya satılan ucuz bir kalemmiş, Pelikan varken Lamy'nin adı bile anılmazmış falan filan.

Ancak, Lamy sadece Avrupa ülkelerinde değil; Çin ve Japonya gibi Uzakdoğu ülkelerinde de Amerika'da da çok popüler ve kıskanılan bir marka. Instagram, Facebook, Tumblr, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerine, her gün bir yenisi açılan bloglara bakınca evet bir etken ama sadece ucuzluğun/pahalılığın bir kıstas olamayacağını anlamak gerekmez mi? Dahiyane tasarımın, etkileyici renklerin bir önemi yok mu?

Benim başka bir gözlemim var; bugün sadece Lamy değil, pek çok marka değer görüyor, popülerleşiyor. (Şaşırmadınız ama çok değil 7 yıl önce bile böyle değildi.)

Mesela 2000'lerin başında değil 2010'ların başında bile ülkemizdeki kırtasiyelerde Sailor marka dolmakalemi de Sailor marka mürekkebi de bulmak olanaksızdı. (Şimdi başka kalem tanımayan Sailor fanatikleri bile var.)

Mesela gencecik insanlar arasında bir Montblanc düşkünlüğü görülüyor. Bu kişilerle konuşuyorum, yazılanları okuyorum ve ailelerinden gelen bir bağ göremiyorum. Öyleyse bu ilgi nereden geliyor?

Çünkü dolmakaleme, mürekkebe, deftere ilgi artıyor. (Defter konusunda emin değilim, kalem fetişizmi nedeniyle o konuda maalesef çok gerideyiz.)

Hemen olmadı elbette, kırtasiyelerin neredeyse hepsi daha dolmakalem ucu değişimi yapmazken olaylar şu yazıyla başladı ve çığ gibi büyüdü.

O yıllarda mesela dolmakalem ile ilgili Türkçe içerik araması yaptığınızda karşınıza sadece (2005 doğumlu) Fountain Pen Network çıkıyordu.

Sözünü ettiğim yazıdan habersiz ikinci bir blog da yazılara başlamıştı. 2 yıl sonra insanlar gruplar halinde örgütlenmeye ve kırtasiyelerden taleplerde bulunmaya başladı.

Bu yazıdan 3 yıl sonra memleketimizde sponsor desteği olmadan büyük bir cesaretle türünün tek örneği olan yazı kültürü dergisi, Mürekkepbalığı ortaya çıktı. Ülkemizdeki ilk dolmakalem ve ilk mürekkep incelemesi bu dergide yayımlandı. TV kanalları, gazeteler konuyla ilgili yayınlara başlayınca kırtasiyeciler de blogları takip etmeye başladı. Yeni bloglar açıldıkça ilgi duyanlar çoğaldı.

Yani aslında şirketlere rağmen meraklı insanlar her şeyi, hatta şirketleri zorlamış oldu. Meraklılar halen zorluyor ama şirketler/distribütörler yanlış bir yolda gidiyor bence. Kültür olmadan, sevgi olmadan, bilgi olmadan en önemlisi hikmet olmadan, sadece para kazanma amacıyla yola çıkan her girişim hüsrana uğrayacaktır diye düşünüyorum.

Daha önce yazmıştım, Hermann Hesse'in başyapıtı olarak görülen kitapta, Siddhartha şöyle der: "Bilgi anlatılabilir ama hikmet nakledilemez. İnsan onu bulabilir, onu yaşayabilir, onunla güçlenebilir, onunla harika şeyler yapabilir ama onu anlatması ve öğretmesi mümkün değildir."

Sonuçta talep var, arz olmaz mı? İnsanlar merak ettikçe ekonomik bir karşılığı da oldu. Memlekete getirilmeyen kalemler, bilmediğimiz renklerde mürekkepler gelmeye başladı. (Böylece yurtdışına giden eşe dosta yalvarmaktan bir nebze kurtulduk.)

İnanmayacak olanlar vardır elbette ama Lamy iyidir derim. Çünkü Lamy kalemlerinin fiyatları yine de anlaşılabilir, öyle markalar var ki ateş pahası, yanına bile yaklaşmak zor. O dandik denilen plastik dolmakalemlere âşık insanlar var.

Sözün özü: Lamy ilham vericidir, yararlıdır. Asla küçümsenecek bir marka değildir.


Lamy dolmakalemle yazı yazarken dinleyecek müzik arayanlara gelsin: "Severim ben seni"

13 Haziran 2017

Babalar Günü İçin En İyi Hediye

Milliyet, 21 Haziran 1981

Babalar Günü, maalesef hiçbir zaman Anneler Günü kadar popüler olmadı. Ancak bunda babaların sevgiden çok otorite ile bağlantılı olmasında büyük pay var elbette.

Hürriyet, 15 Haziran 1984
Hürriyet'te 15 Haziran 1984'te yayımlanan ilan bugün benim gözüme kravat ve gömleğin sıkıcılığına atıfta bulunuyor gibi görünüyor.

Cross'un ilanında kullandığı sloganı genelleştirmek isterdim: Siz Babanızı Babalar Günü'nde Kalem ile Hatırlayın!

Milliyet, 14 Haziran 1985

Montblanc her zaman tıpkı Rolex gibi bir çeşit büyülü çekiciliğe sahip başka bir dünya markası. Logonun siyah rengi yine ağır babalara özgü ağırbaşlılığı simgeliyor sanki.


Hürriyet, 20.06.1987
Çizgilerin bulunduğu ilanlar hep etkileyici. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel Cross ilanı. (Bu arada Cross dünyada Amerika'dan sonra en çok Türkiye'de satılıyormuş. Turgut Özal, Ulusa Sesleniş programında elindeki Cross'u birkaç neslin kalbine bıraktı galiba.)

Neyse, sözü uzatmayalım babalık/annelik zor zanaat. Kadıköy Kitap Günleri'nde çocuğu ile birlikte gelip kitaplara bakan babalar insana umut veriyor. Ülkemizin bilgili, kültürlü anne babalara çok ama çok ihtiyacı var.

Şimdiden babalar günü kutlu olsun.

08 Mayıs 2017

Sıradışı Mürekkep Şişeleri


Montblanc'ın bu mürekkep şişesini daha önce hiç görmemiştim.

Tombik gövdesiyle oldukça güzel görünen bir mürekkep şişesi.


FİLLİ BOYA

G. Bouhon

Bira şişelerine benzeyen ilk mürekkep şişelerini gördüğümde şaşırdığımı itiraf ediyorum. Ancak şimdi alıştım. Bir zamanlar bu tarz mürekkep şişelerinden çok üretilmiş. Avrupa müzayedelerine meraklı olanlar çokça görebilir. G. Bouhon şişelerindeki fil çok iyi bir fikir. Mürekkebin uçmayacağı garanti edilmiş! Önce gözler ikna olmalı.

Bogaerts


Çini mürekkebi ama görünüşe aldanmayın. Bu mürekkep şişesi Hollandalı Bogaerts firmasının ürünü.

Pelletier


Coca-Cola şişelerini andıran bu şişe de şaşırtıcı.

Firma ise Belçikalı Pelletier firmasının ürünü.

J.Herbin


Bir zamanlar J.Herbin firmasının mürekkep şişeleri böyleymiş.

Kraliyet mürekkebi, haliyle güzel görünüyor.


 Günümüzde Iroshizuku ile fırtınalar estiren Pilot da klasik tavırdan biraz ayrışan çeşitli mürekkep şişeleri üretmiş. Çok örnek var ama yukarıda görülen örnek en beğendiğim.



Önce Kutman sanıp çok şaşırmıştım, değilmiş, Klutman yazıyormuş. (Bilindiği Kutman'lar şarapçılıkta yüzyıllık bir mirasın sahipleri.)

Şişeye böyle bakınca mürekkep içmek anlamlı geliyor.

Şurup gibi mürekkep: Luctor

Görülen örneklerden de anlaşıldığı gibi bir zamanlar mürekkep bolca kullanılan bir malzeme. Bir litrelik (öğrenciler için hesaplı fiyatı olan) mürekkep şişeleri de kırtasiyelerde satışa sunulmuş.

P.W. Akkerman
Geçmişten günümüze bir şey kaldı mı diye merak edenler vardır belki.

Böyle düşününce aklıma hemen P.W. Akkerman geliyor (kuruluş 1910). Hem eşsiz hem de günümüz için alışılmadık olan tasarımıyla geçmişi yaşatmaya devam eden bir mürekkep şişeleri var.

09 Nisan 2017

Kalem Değil Mücevher

22 Şubat 2004, Milliyet Business


PARKER: 1888 de telgraf eğitmeni S. Parker, [George Safford Parker] öğrencilerinin kalemlerinin mürekkep akıtmasını şikayetleri üzerine Parker kalemleri geliştirdi. 

MONTBLANC: 1906 da kırtasiyeci Claus - Johannes Voss, banker Christian Lausen ve mühendis Wilhelm Dziambor tarafından kuruldu.

MONTEGRAPPA: Birinci Dünya Savaşı sırasında Elmo markası ile üretimi yapılan bu kalemler çok geçmeden İtalya'nın Grappa dağından esinlenerek Montegrappa ismini aldı. Kalemlerin en büyük özelliği ise üretimlerinde mücevher tekniklerinin kullanılması.

WATERMAN: 1884'te Lewis Edson Waterman tarafından tasarlanan ilk gelişmiş dolmakalem, bugün de Amerika'nın en prestijli kalem markaları arasında.

ST DUPONT: 1872 yılında deri cüzdan üretimiyle işe başlayan St. Dupont ilk kalem üretimini 1976 yılında yaptı.

CROSS: Amerika ve İrlanda'da üretiliyor. Ömür boyu garantili özel yapım bu kalemlerinin Türkiye distribütörü Scrikss Maden ve Plastik Sanayii.  


13 Ocak 2015

Eski kalemlerin ruhu


Kalem: Scrikss 17 (1964 doğumlu), Mürekkep: Montblanc Ink of Joy (2011)

Eski dolmakalemler, sahaflardan alınan güzel kitaplara benziyor. Orasında burasında çizikler oluyor ama güngörmüş, sağlam ve dayanıklı oluyorlar. Üstelik yeni kalemlerdeki çiğlikten ve bilgisizlikten eser yok eskilerde.

Eski kalemler, nefes almayı, hayatta kalmayı öğrenmiş oluyorlar. Hem öyle çıtkırıldım da değiller, tabiri caizse eski kalemler feleğin çemberinden geçmiş oluyorlar. Eski kalemler benimle konuşabiliyor, yeni kalemlerle konuşmak ise çok zor.

Yeni kalemlerin çoğu kibirli ve bağnaz. Yeni kalemlerin üretiminde para hırsının ön planda olduğunu düşünüyorum, daha ucuza ve daha hızlı bir şekilde üretildiklerinden olsa gerek kendilerine güvenmekte zorlanıyorum.

Eski kalemlerin daha anlayışlı olduklarını söyleyebilirim: Eskiler kâğıt ve mürekkep konusunda öyle müşkülpesent değiller. Eskiler eğer bir hastalığa yakalanmadılarsa öyle kolay kolay üzmüyorlar yeni sahiplerini. Eski kalemleri seviyorum.

17 Ağustos 2013

Mürekkep falı



Islak dolmakalemleri seviyorum. Kağıda cimri davranmayan, gönlümüzden akanları olduğu gibi döken dolmakalemler bana daha iyi geliyor.

Bir de şu mürekkep lekeleri iyi geliyor.

Dolmakalemin ucunu temizlerken dökülen mürekkebe de bir tür fal gibi bakıyorum. Boşuna dökülmüyor diyorum o damla. Mürekkep lekelerini bir battaniye gibi üzerime örtmek, altında kaybolmak, günlük dertlerden kaçmak istiyorum. Zamanın çok daha ağır ilerlediği, günlerin birbirinden ayrılmadığı bir yerde olabilseydim. Keşke mürekkep lekeleri gibi kağıda yayılıp dinlenebilseydim.

Kahve falı uzaklara bakıp gelecekten dem vurur. Oysa mürekkep falı geçmiş zamandan haber verir. Mürekkep falı daha derine akan bir zamanı görür, daha içe dönük, daha acımsıdır.

Mürekkep lekeleri, kalbin çatlamış yekpare zamanından söz eder.

Mürekkep lekeleri, ayrılıktan ve kederden ibarettir.

Mürekkep de birlikte olmaktan, bir olmaktan ve özlemekten başka bir şey değildir.




04 Eylül 2012

Okuma Notları 4


Orhan Pamuk'un penceresinden İstanbul. Çizen: Matteo Pericoli.

1. YAZARLAR NASIL YAZIYOR?

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk, romanlarını elle yazıyor. Dolmakalem kullanıyor. Kareli defteri tercih ediyor. Orhan Pamuk, ayrıca biten dolmakalem kartuşlarını atmayıp biriktiriyor. Elle yazdığı romanını dizgiye yolluyor; dizildikten sonra üzerinde bilgisayarla çalışma yapıyor.

Orhan Pamuk'un Nobel konuşmasından bir bölüm (7.12.2006):

"Benim için yazar olmak, insanın içinde gizli ikinci kişiyi, o kişiyi yapan âlemi sabırla yıllarca uğraşarak keşfetmesidir: Yazı deyince önce romanlar, şiirler, edebiyat geleneği değil, bir odaya kapanıp, masaya oturup, tek başına kendi içine dönen ve bu sayede kelimelerle bir yeni âlem kuran insan gelir gözümün önüne. Bu adam, ya da bu kadın, daktilo kullanabilir, bilgisayarın kolaylıklarından yararlanabilir, ya da benim gibi otuz yıl boyunca dolmakalemle kâğıt üzerine, elle yazabilir. Yazdıkça kahve, çay, sigara içebilir. Bazen masasından kalkıp pencereden dışarıya, sokakta oynayan çocuklara, talihliyse ağaçlara ve bir manzaraya, ya da karanlık bir duvara bakabilir. Şiir, oyun ya da benim gibi roman yazabilir. Bütün bu farklılıklar asıl faaliyetten, masaya oturup sabırla kendi içine dönmekten sonra gelir. Yazı yazmak, bu içe dönük bakışı kelimelere geçirmek, insanın kendisinin içinden geçerek yeni bir âlemi sabırla, inatla ve mutlulukla araştırmasıdır. Ben boş sayfaya yavaş yavaş yeni kelimeler ekleyerek masamda oturdukça günler, aylar, yıllar geçtikçe, kendime yeni bir âlem kurduğumu, kendi içimdeki bir başka insanı, tıpkı bir köprüyü ya da bir kubbeyi taş taş kuran biri gibi ortaya çıkardığımı hissederdim. Biz yazarların taşları kelimelerdir." (...)


Hilmi Yavuz: Yazılarını bilgisayarda yazan Hilmi Yavuz, defterlerini hâlâ Pelikan dolmakalemiyle dolduruyor. 

Ümit Meriç: Sosyolog yazar. Yazılarını elle kaleme alıyor. Teknolojiye mesafeli. Ümit Meriç'in bu konudaki görüşleri şöyle:

"Kalemin kutsiyetine inanır hale geldim. Kalem kutsaldır. Çünkü üzerine yemin edilmiştir. Bilgisayar bir yerde hain bir araç. Bir virüs çıkıyor ve her şeyi, bütün bilgiyi, emeği sıfırlayabiliyor. Oysa elle yazılan bir kelime yüzlerce sene silinmeden saklanabilir."

ALIŞKANLIKLAR VE TAKINTILAR


Voltaire'in yazdığı bir mektup.
Voltaire yatakta, kâğıdı sevgilisinin sırtına dayayıp yazarmış.

Churchill ayakta ve dolanırken.

Benjamin Franklin ise küvette yazmaktan çok hoşlanırmış.

Leviathan'ınn yazarı felsefeci Thomas Hobbes da ilham geldiğinde yatak çarşaflarına bile yazar, yer kalmayınca da bacaklarına geçermiş. 

Victor Hugo, tıkandığında, bir türlü yazamadığında uşağını çağırır, tüm giysilerini alıp gitmesini ve ertesi güne kadar gelmemesini söylermiş; böylece evde çıplak çıplak oturup yazmaktan başka yapabileceği hiçbir şey olmazmış. Ayrıca Victor Hugo çatısındaki cam kafeste yazmaktan hoşlanıyormuş. Orada kürsünün önünde durur ve çıplak olarak yazarmış. Bazen değişiklik olsun diye kafasından aşağı soğuk su döker ve vücudunu at kılından yapılma eldivenlerle ovalarmış.

William Shakespeare ise noktalama işaretlerini koymaya dahi fırsat bulamayacak kadar hızlı yazıyormuş! (Elbette tüy kalemiyle.)

Barth ve Colette ancak dolmakalemle (Colette için Parker) Jack Kerouac ise ancak daktiloyla yazabiliyorlarmış.

Ernest Hemingway de çıplak ve ayakta yazarmış ve daktilosunun da bel hizasına geliyor olmasını şart koşarmış. (Bu arada Ernest Hemingway'in kuzeni Edward Hemingway'in 1930'larda, Meterell Towers adlı dokuz yatak odalı bir şatoda İngiltere'nin en eski çıplaklar kampını kurmuş olduğunu belirtmek gerekebilir.)

D.H. Lawrence'ın yöntemi biraz daha tuhafmış: yazmaya oturmadan önce soyunur, evinin önündeki dut ağacına çıplak olarak tırmanır, sonra inip yazmaya başlarmış!

Fransız şair ve Cyrano de Bergerac'ın yazarı Edmond Rostand, yazarken dostları tarafından rahatsız edilmekten o kadar bıkmış ki, çareyi küvette yazmakta bulmuş. Soyunup küvete giren ve öyle yazanlar arasında Agatha Christie ve Benjamin Franklin de var. Benjamin Franklin ayrıca 'hava banyosu' almaktan da hoşlanırmış: yazarken soğuk bir odada çıplak oturmak ona iyi gelirmiş.

(Kaynak: Radikal Kitap, Z. Heyzen ateş, 18.06.2010/ Zaman, 11.07.2009 / Radikal Kitap, Cem Akaş, 09.02.2007)

2. Montblanc'ın Kısa Tarihçesi

Dolmakalemlerin halka yaygınlaştırılmasını amaçlayan Hamburglu Alman kırtasiyeci Claus Johannes Voss, 1906 yılında yanına Christian Lausen isimli bir bankacı ve bir mühendis olan Wilhelm Dziambor’u alarak mürekkep hazneli dolmakalem imalatına başladı.

montblanc
Montblanc (Photo: djeucalyptus) 
 
Şirketin kuruluş yıllarındaki adı ‘Simplo Dolmakalem’di. 1910’da kapaktaki kırmızı renk, 6 yuvarlak köşeli beyaz bir yıldızla değiştirildi. O günlerde yapılan bir toplantıda kapağın tepesindeki yıldız, bir dağın zirvesindeki buzula benzetilince, kalemlere Avrupa’nın en yüksek dağı Montblanc’ın ismi verildi.

Şirketin efsane haline gelen “Meisterstück” (usta işi) markalı dolmakalemlerinin üretimi 1924’te başladı. 1986’da “The Art of Writing” sloganı ilk kez kullanıldı.

Montblanc kalemlerinin koleksiyonerler için önemli tutku olduğunu kaydeden Montblanc Başkan Yardımcısı Sönke Tornieporth, “On beş yıl önce alınan bir dolmakalem şu anda çok iyi değer kazanmış durumda. Dövize ve borsaya yatırıma göre daha güvenli ve daha fazla getirisi var” diyor.

Sönke Tornieporth, 105 yaşında olan firmanın sadece kalem değil, mücevher, saat, çanta ve aksesuvar satışı da yaptığını hatırlatarak, şunları ekliyor: 
“Montblanc’ın bilgisayara yenik düştüğünü söyleyenler var ama bu böyle olmadı. Bizim kalemlerimizi alanlar için yazı bir fonksiyon değil, onlar için tutku.”

(Kaynak: Hürriyet, 06.12.2009)

3. RICHARD BURTON - ELIZABETH TAYLOR


Elizabeth Taylor ile Richard Burton’ın skandallarla başlayıp acı dolu biten, dillere destan bir aşkları vardı. İlişkileri 1963 yılında başrol oynadıkları “Kleopatra” filminde başladı. O sırada her ikisi de evliydi. Çift 15 Mart 1964’te evlendi. 
 
Kavga gürültü, alkol, mücevher, mal mülk, özel uçaklar bu ilişkiye damgasını vurdu. Özellikle Richard Burton’un Elizabeth Taylor’a 40’ıncı yaş gününde hediye ettiği 69,42 karatlık 1,1 milyon dolar değerindeki elmas kolye ile evlilik hediyesi olan Meksika Puerto Vallarte’deki Casa Kimberley isimli villa akıllardan çıkmadı. 
 
1974’te boşanan çift, 1975’te tekrar evlenip bir yıl sonra yine ayrıldı. Richard Burton 1984’te, menekşe gözlü unutulmaz güzel Elizabeth Taylor ise 23 Mart 2011'de hayatını kaybetti.



15 Mart 1964, evlendikleri gün.

Richard Burton 27 Aralık 1973’te yazdığı mektupta, Elizabeth Taylor’ın kendisine Noel’de hediye ettiği dolmakalem için teşekkür ediyor:
“Sıradan bir kadın olmadığın çok belli. Tıpkı bu kalem gibi sen de farklısın. Tıpkı bu özel kalem gibi sen de ağır ancak aynı zamanda da ‘hafifsin’. O yüzdeki ifade nasıl da arzu dolu bir ifade alıyor? Nefesler nasıl tutuluyor? Her erkeğin kadınında görmek istediği o hayvani, vahşi taraf nasıl da ortaya çıkıyor? Tıpkı dolmakalemin bedeninin en derinlerinden bir anda fışkıran mürekkep gibi... R.B.”

27 Kasım 2010

Mürekkep şişesinin gölgesinde düşünceler



Belki değişik bir mürekkep bulurum diye gezinmeye ve yeni deneyimler edinmeye devam ediyorum. Tabii aradığım hiçbir şişeyi bulamadım yine. Bir de kırtasiyecilerin şişenin kapağını açıp mürekkebi göstermeye yanaşmaması çok garip bir tutum, gezdiğim yerler arasında bir tek Panter Kırtasiye şişeleri açıp bir kağıda yazıp mürekkebin rengini gösterdi. Orada da istediğim mürekkep yoktu, gerçi pek şık mürekkep şişeleri vardı ama bunlar daha çok süs amaçlı mürekkeplerdi, fiyatlar da yüksekti biraz.

En çok rastladığım ve garip bir şekilde çok popüler olan şey hediyelik kuştüyünden kalemlerin ve minik mürekkep şişelerinin bulunduğu setler! Bu kuştüylü kalem setleri aslında yazma amaçlı değil. Fakat demek ki çok satılıyor.

Buradan yazıyla ilişkinin çoğunlukla 'göstermelik' olduğu sonucuna varıyorum. Tıpkı bu setlerdeki mürekkep şişeleri gibi hiç açılmayacak veya bir hevesle deneme yapıldıktan sonra masadaki yerine konacak şişeler ve ergonomik olmayan süslü kalemler gibi yazıya uzak bir hayat sürüyoruz galiba.

Oysa yazı bir şenliktir, güzelliktir, keşiftir, insanın kendisine ve tarihine açılan bir kapıdır. Halis ve akıcı mürekkeple dolan kalemler akacak kâğıtlar bulursa hiç durmaz emin olun.

Canları sıkılan, hayattan bezmiş, günlük yaşantının içinde eriyip duran, çeşitli -hiç bitmeyen ve bitmeyecek olan- işlere teslim olmuş, yaşama sevincini kaybetmiş insanlar! Onlar küçük güzellikleri de görmezden geliyor, mürekkebi kurumuş ve tıkanmış bir kalem gibi hiç uyanmayacağı kötü bir rüyada yaşıyor ve karmakarışık bir hayatın ortasında olduğunu düşünmüyor! Uyanmak gerek. İstemek gerek. Biraz bilgi ve biraz da tebessüm gerek.

İyi tasarlanmış bir mürekkep şişesi, yine süs için değil yazmak için tasarlanmış bir dolmakalem, kalemi küstürmeyecek bir kağıt, popüler olduğu için değil gönülden okunacak bir kitap, kaliteli bir hayat sürmek için yeterli.

Kalemin markası, mürekkebin rengi, kağıdın-defterin cinsi size kalmış artık.



 
Bethge (J. Herbin)


Pelikan Edelstein
Montegrappa

Montblanc