hat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mart 2013

Kağıttan Gömlek




 
Fotoğrafta görülen satırlar, 1943 tarihli 'Vadim o kadar yeşildi ki' isimli meşhur romanın arka kapağına yazılmış. 

Kitabın sinema uyarlaması daha ünlüdür ve yönetmeni bilinir de Richard Llewellyn isimli yazarı pek bilinmez. Çevirmenler Metin Toker ve Emir Kökmen. İkinci Dünya Savaşı bütün hengamesiyle sürerken böyle zorlu bir zamanda bu kitabı yayınlayan ise, 'İktisadi Yürüyüş Matbaası ve Neşriyat Yurdu'. Kitabı sahafları gezip böyle ganimetler bulmaya çok meraklı bir arkadaşımdan almıştım. Kendisinin bu kitapla ilgili enfes bir yazısı var. Ama benim derdim kitapla ilgili değil, kitabın arkasındaki cümlede:

"Ruhum ellerde dolaşan kadehler gibi boşalmış durmaktadır" cümlesi uzun zamandır kitabın arkasından bana bakıp duruyor.

Böyle muazzeb cümlelerle olmadık yerlerde karşılaşınca şaşırıyorum. Düşünmeden edemiyorum, biz yazarken ne yapıyoruz aslında? Okuyanlar ne düşünüyor?

Elimizde sevdiğimiz bir kalem ile yazıya başlarken, yazıya karışırken, yazıyla hemhâl olurken, aslında çıplak gibiyiz. Düşünmek zaten kendi başına bir mülk. Zihnimizden geçenler ise mürekkebin akışkanlığında, olgunluğumuz ve tabiatımızla uygun bir hızla kağıda dökülürken biz üşüyoruz ve çıplak gibiyiz. Bazen bir çıkış bulamayıp, dünyaya razı oluyoruz. Küçük isyan cümlelerinden öteye gidemeyip, bizi daha aşağıya çeken vasata teslim oluyoruz, küsüyor ve daha iyi bir hayat istemiyoruz, sanki çıplak gibiyiz.

Ama başkaları da var.


Kimi bir kenarda solgun bekleyen, kimi kısık ateşte kavrulan başka türlü beslenen, başka türlü konuşan güzel insanlar var. Onlar ipekten yapılmış kederli gömleklere bürünüp yazıyor. Onlar yazmakla kalmayıp hayatımızı daha mânâlı kılıyor. Onlar, cümle acılara, insanın çiğliğine katlanabilme gücü veriyor. Onlar yazıyla bize yaklaşıyor, bizi iyileştiriyorlar.

Ne zaman dertli harflerle karşılaşsam, yazana katlanabilme gücü diliyorum. Yazıyla, çiziyle  uğraşan her insan dertlidir. Derdi olmayan zaten başka bir yerde geziniyor.

Yazı yazmak öyle bir hâl ki, hâlimizin, kalbimizden geçenlerin görünmesi için, akıldan sızması gereken harflerin, görünmeyen, gizli dehlizlerden çıkarak, kağıttan gömlek giymesi gerekiyor. 

Harflerimiz, kağıda döküldükçe, önceki harflerin yanına dizildikçe biz de örtünüyor gibiyiz, kağıda ve harflere bir aynaya bakar gibi bakıyoruz ve o zaman sanki çıplak değiliz.


Detay, Halim Efendi'nin Meşk Murakkaı, Kubbealtı, 2011

20 Eylül 2010

Vahşi ve insani kalem

Kalemin hem insani hem vahşi yönlerinin bulunduğunu İslâm Ansiklopedisi'indeki kalem maddesini okurken farkettim, yazım tarzını aynen korumaya gayret ederek maddenin bir kısmını buraya kopyalıyorum, sonra devamını da eklerim:

KALEM. KALAM (xάλαμος, kamış), arap harfleri ile yazı yazmağa yarayan âlet. Bir kamış boru olup, kamışın iki boğumu arasından alınmış, boğumdan en uzak olan hafifçe şişkin kısmından şiv şeklinde kesilmiştir; kaz tüyünden yapılmış kalemlerde ve daha sonra demir uçlarda olduğu gibi, ucu yarıktır. Pek çabuk yıpranmayacak şekilde çok sert ve sağlam olmalıdır; en iyi cinsi, bâbil bataklıklarında (Bata’ih) yetişen Vasit kalemidir. Orada, kenevir gibi, suya batırılır ve üstü güzel koyu esmer bir renk alıncaya kadar su içinde bırakılır. Yarığın düz olması için elyafın dümdüz olması lazımdır. Kalemin ucu yontulduktan sonra, düz ve müstakil, kemik veya fildişi bir parça (mikatta; türk. makta‛) üzerine konulur; bu sûretle uzuh kabzalı husûsî bir çakı (kalam-tiraş) ile keskin bir darbede eğrilemesine kesilir.

Kalemin sol ucuna insi (unsi „insânî“) sağına vahşi denir. Eğer birinci ikinciden bir az daha yumuşak ise , bu daha kıymetlidir. Nas’ı sulus ve rika’da, vahşi tarafının insi tarafından iki defa daha geniş olması, kaide olarak, kabul edilmiştir; Divani ve kırma denilen yazı nevîlerinde ise, aksi olmalıdır. Nasta‛lik yarığın iki tarafındaki iki ucu müsâvî yontulmuş kalem ile yazılır.

Kalemin öteye-beriye çarpılıp, bozulmaması için, onu kalemdanlara (miklama) koyarlar; bunlar iki türlüdür: 1. Yassı ve uzun bir boru şeklinde bakırdan bir kutu olup, uçlarından biri kapak ile kapalıdır ve üzerinde ekseriyâ arabesk bir tezyinâtı vardır; bir de hokkası (davat, halk dilinde davaya, türkçede divit) bulunur; osmanlı türkçesinde buna kubur (a. kabr „mezar“ ve aynı zamanda kının mükesser cemidir) derler; bu kelime daha Abı Yusuf’un Kitab al-harac (Kahire 1302, s.17,5)’nda „kın, yatak“ manâsında bulunmaktadır; 2. kartondan bir kutu olup , parlak ve cilalı boyalar ile yapılmış minyatürler ile tezyin edilmiştir; bunda da içinde hokka bulunan bir çekmece vardır; bu bilhassa acemlere mahsustur ve ona kalamdan („kalemlik“) adı verilir. (…)

Cl. Huart, İslâm Ansiklopedisi, 6. cilt, İstanbul. Milli Eğitim Basımevi, 1977, s. 127