30 Nisan 2012

Pilot 78G ve diğer ufak tefek işler


Pilot 78G modasına uyarak ben de nicedir merak ettiğim bu dolmakalemi Ali İkizkaya'nın himmetiyle edinmiştim. 

Pilot 78G sade, mütevazı çizgilere sahip, gösterişsiz bir dolmakalem. Açıkçası ilk gördüğüm vakit, bende biraz hayal kırıklığı yarattı. Fakat kapağı açıp sahip olduğu çok kaliteli ucu gördüğüm vakit fikrimi hemen değiştirdim.

Yine de dolmakalem, mürekkep, kağıt işlerinde şüphe esastır. 'Yazmadan anlaşılmaz' düsturundan hareketle elimdeki en kaliteli mürekkeplerden biri olan Diamine Teal ile dolmakalemimi vaftiz edeyim istedim. Teal'ı değil ama Diamine'ı iyi biliyordum. Çünkü tok, kendinden emin, yoğun bir kıvama sahip mürekkepler üretiyorlar.

Mürekkepten sonra işin en güzel kısmı olan yazmaya gelmişti sıra. Yazmak bence dolmakalemin kendisinden çok daha değerli.

Yazıyorum, dolmakalem şahane, elime tam oturan cinsten bir yapıda, fakat yazarken bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünüyorum.

Nedense dolmakalem kağıt üzerinde istediğim hızda yürümüyor. Acaba hata mı yaptım diyorum, dolmakaleme iyiye ısınmışım, ona toz kondurmak da istemiyorum. Lakin yazı yazma hızım belirgin bir şekilde kesiliyor. 

Yazanlar bilir, her dolmakalem kullanıcısının kendine göre bir yazım hızı vardır. Buna göre bir dolmakalem seçer. Yazma tarzı ile dolmakalem uyumu gerçekleşirse o zaman yazmanın zevki katmerli olur. Benim bildiklerim bunlardı.

Elbette bilemediğim şeyler var. Teknik konularda çok fazla bilgi sahibi değilim. Belki hiç bilmeyene göre birtakım bilgilere sahibimdir, fakat bilenlerin yanında cahil kalırım. Hem zaten dolmakalem dünyası öyle uzaktan göründüğü gibi basit değil. Benim gibi insanlar bir denizin yüzeyine bakar gibi bakıyor. Fakat konunun inceliklerini bilenler denizin altını da biliyor!

Böyle zamanlarda bir bilene danışmakta fayda vardır. Ben de öyle yaptım. Göcek Padişahı'na bir danışayım dedim. Neyse, konuyu uzatmayalım: 'Dolmakalemden eminim, mürekkepten de eminim, yolunda gitmeyen nedir acaba, derdime bir çare' diyerek durumu arz ettim.

"Doğu ile Batı arasındaki farkları unutuyorsun" diye bir yanıt geldi. Kısa ve öz. O zaman anladım. Teşekkür ederek telefonu kapattım.

Sorun ortadaydı: Doğu'da üretilmiş bir dolmakalemi Batı'da üretilmiş bir mürekkeple kullanmaya çalışıyordum. Diamine, mürekkebi uca ulaştıran geniş kanallara sahip Batı ürünü dolmakalemleriyle çok iyi anlaşıyordu elbette. Genellikle biraz daha ince kanallara sahip Doğu ürünü dolmakalemler ise yine bu bölgeye has akışkanlığı yüksek, kağıda hemen nüfuz eden mürekkeplerle çok uyumluydu.

Doktor derdimin teşhisini yapmıştı. Geriye sadece tedavi safhası kalıyordu. Ancak bu sefer de elimde hiç Doğu tarzı mürekkeplerden olmadığı gerçeği ortaya çıktı. Keşke elimde Pilot'un aşağıdaki Iroshizuku mürekkeplerinden biri olsaydı diye düşündüm:


http://www.ciar-roisin.net/photos/ink/Iroshizuku-04.jpg
http://image.rakuten.co.jp/voice/cabinet/bungu5/iroshizuku_color11.jpg

Kara kara düşünürken, markadan ziyade özelliğe bakmak gerektiği aklıma geldi. 

Bende Iroshizuku gibi Doğu'da üretilen kaliteli mürekkeplerin yapısal özelliklerine sahip ev yapımı Aniki marka bir mürekkep vardı zaten. 

Türkiye'nin güneyindeki evinde çılgınlık yaparak kendi mürekkebini kendi üreten bir mühendisten almıştım.

Böylece Aniki Aperlai mürekkep ile Pilot 78G'yi tanıştırdım. Artık buna tanıştırma mı denir, düğün mü denir bilmiyorum artık! Dolmakalemin havası değişti birden. Kağıt üzerinde dolmakalemin neşeyle gezindiğini hissettim. Durmak, duraksamak yok. Tek sınır kağıdın bittiği yer.

Yazmak böyle bir şey.

Şimdi bütün söylediklerimi unutun. 

Anlatmak istediğim tek şey şu olabilir şimdi: 

Küçük şeylerle, bir damla mürekkeple bile mutlu olabiliyor insan.

Dolmakalem ile yazma güzelliğini, dolmakalem ile yazma sevgisini tatmayanlar için üzülüyorum. 

Belki itiraz edecekler olabilir. Kabul ediyorum biraz meşakkatli bir sevgi bu, emek ve sabır gerekiyor. Hem mürekkep bulaşmış parmaklarla gezinmeyi herkes istemez. Bazı insanlar bu lekelere talip olur. Onlar da zaten dünyaya başka bir açıdan bakmayı sevenlerdir.

Uğruna çaba göstermediğimiz şeylerin tadını tam manasıyla çıkaramayız diye düşünüyorum.

(Bir de çini mürekkebi ile yazma güzelliği var. Dolmakalemçokseverler bile yabancıdır bu tarza. Daha önce şöyle bir değinmiştim.)

Üst kısımda Diamine Teal, altta Aniki Aperlai karalaması (Pilot 78G B)

Bana gelince, yeni kalemimle gönlümün istediği tarzda yazabiliyorum artık. 

En çok sevdiğim dolmakalem olan tatlı-sarı renkli Lamy Safari'nin yanına bir de Pilot 78G'yi (saygı duruşunda bulunarak) ekledim.



Okumalık:

25 Nisan 2012

Taş yazı, ağaç yazı

Ain Abadieh

İnsanın taşa yazdığı şeyler, çiçeklerin ağaçların yanında tuhaf duruyor biraz.

Ağaç, rüzgar, su gibi doğanın yazı araç gereçleri kadar güçlü değil yazı.
 
Bir yanda ölçülü, biçili, kutulara tıkıştırılmış, kurallara bağlı yazılar var.

Diğer yanda taşlar arasında bile büyüyen asi tohumların meyvesi.

Tabiatın da kendine göre bir dili ve yazısı varmış. 

Yazının güçlü olduğuna inanırdım.

Değil.



08 Ocak 2012

Yazmayınca unutuluyor

Bembeyaz kağıdın üzerinde mürekkebin gölgeli ve gizemli güzelliği ortaya dökülür. (Defter: Aniki Paw LE, dolmkalemler: Lamy Safari 1.1 uç, Lamy AL-star 1.1 uç, mürekkepler: Waterman Havana ve Aniki Yuki's Garden LE.)

Yazmak için gerekli olan şeyleri aldınız. Güzel bir dolmakalem mesela. Sonra kağıdına bakmaya doyamadığınız bir defter edindiniz. Her şey harika. Ama yazmaya kıyamıyorsunuz!

Belki aklınızdan geçenlerin, belki de yaşadığınız hayatın ayrıntılarını yazmaya değer bulmuyorsunuz. Ama şunu unutmayın defterler süs değildir. Defterler yazılmak içindir. Kalemler de öyledir. Yazmayan bir dolmakalem suskundur, hamdır, daha olmamıştır. Yazdıkça kendini bulur kağıt, yazdıkça kendi mürekkebinizi bulursunuz. Kimsenin rengi bir değil. Hepimiz aynı dünyadayız belki, fakat her insan bir diğerinden farklı. 

Öyleyse defterlere gidelim, büyük şeyleri, 'yazmaya değer şeyleri' bir kenara bırakalım. Defterimize gündelik saçma sapan ayrıntıları yazalım. Marketten alacağımız domatesi, ekmeği yazalım. O gün gazetede okuduğumuz bir yazıda hoşumuza giden bir cümleyi yazalım. Karalama yapalım. Arkadaşlarımızın adını yazalım. Gezmek istediğimiz ülkeleri yazalım. Gittiğimiz müzenin biletini yapıştıralım defterimize mesela, içmeyi sevdiğimiz çayları, kahveleri yazalım. Hoşumuza giden filmlerin isimlerini, sözlük karıştırırken bulduğumuz bir kelimeyi yazalım. Bizden önce bu dünyayı şenlendirmiş sanatçılara küçük de olsa bir selam göndermiş olalım. Okuduğumuz kitabın adını, yazarını veya Can Yücel'den birer şiir yazalım, Sakız Ağacı şiiri güzeldir, bütün defterlere yakışır:

O bir sakız ağacıydı, alelade;
Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi,
O zaman bu zamandır memnun yerinden;
Seyreder bulutları, göğü, denizi.

Titreşirdi rüzgârla güneşli yaprakları;
Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından,
Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı geceler,
Motor sesleri duyulurdu uzaklardan.

Tanrı adını işitmedi ömründe;
İnanmadan da madem yaşanıyor diye,
Rüzgârlı bir kıyıda, sevinç içinde,
Yaşamak dururken düşünmek niye?

Anmadı geçenleri bir defa bile;
Ne uğraşır mesut olan gelecekle?
Bir avare misali, günü gününe,
O bir sakız ağacıydı, yaşadı sade.

Defteri her açtığımızda bize yeni şeyler söyleyen böyle güzel şiirlerin yanına, kendi şiirlerimizi de tıkıştıralım, resim de yapalım. Olmaz, ben çizemem, ben yazamam demeyelim. Yazalım da çizelim de. 

Hem bir de bakmışsınız bir toplumsal tarih belgesi hazırlamışsınız yahut kendi kişisel tarih kitabınızı usul usul yazmışsınız.  

Defter bizim değil mi, kime ne?