27 Şubat 2014

Kalemin Ruhu

Mümtaz bir kalemsever dostum ile Nakaya üzerine sohbet ettik bu akşam.

Bu kaleme klips gerekli midir değil midir diye düşündük. Ben Nakaya'ların gömlek cebine yakışmayacağını söyledim, dostum ise kullanılmayan kalemden yana olmadığını anlattı.

Söz ne zaman kalemden açılsa renklere, oradan da mürekkebe geliyoruz hep.

Mürekkebe bulaşmayan kalem yaşamıyor demektir, diyerek bağladık konuyu.

Renk deyince doğu ile batı arasında bir fark var gibi geliyor bana. Mesela bir ilgisi yok ama Omas ile Nakaya'nın iki kalemi arasındaki yeşilin tonu düşündürüyor beni. Yeşil, Doğu'dur diyorum, mavi ise külliyen Batı.

Zamanla, uygarlıkların renkleri anlama tarzı değişiyor, dünyaya bakışları da.
İlkgençliğimde siyahtan başka bir renkle yazmayı sevmezdim. Çini mürekkebini keşfedince çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Çini mürekkebi dolmakalemlere uygun değildi. Ben de teknik kalem kullanmaya başlamıştım. Senelerce çini mürekkebiyle yazdım fakat zaman içinde siyahtan uzaklaştım. Dolmakaleme daha yakınım şimdi. Bu günlerde koyu mor, kahverengi, yeşil ve kırmızıya çalan mavileri seviyorum.

İnsan da kendini mürekkepten inşa ediyor, dolmakalem de.


Nakaya Midori


Omas 360



06 Şubat 2014

Mürekkepten Sonra


Kalemlerimizle yazılar yazıyoruz, imzalar atıyoruz, ama bazen sadece mürekkebi görmek için bir anlamı olmayan karalamalar yapıyoruz.

Bazen mürekkebin bittiğini anladığımızda seviniyoruz. Kendimize özgü bir törenle yeniden kalemin susuzluğunu dindirmek için onu mürekkebe kavuşturduğumuzda bir çizgi daha çiziyoruz.

Belki bu çizgiler bir yerde birikiyordur.

13 Ocak 2014

Bir damla mürekkep, bir yudum kahve

Pilot 78G, Montblanc 146, Türk kahvesi.


Mürekkep, dolmakalemde beklerken,
iflah olmaz bir uykuda gibidir,
hiç uyanmayacakmış gibi bekler.

Her kalem ise
kendini bir arada tutmaya çalışır.
Kalemi tutan elin sahibi ne yapsın?
O da uykulardan gelmiştir.
Şiirle uyumuş, şiirle uyanmıştır.
Mürekkep bekler. İçimizdeki odalarda
bize en yakın yazılarda bekler.
Dökülmeyi bekler, leke olup
elimizde ısınmayı bekler.

Yazarken kağıtla, kalemle,
mürekkeple birlikte
yalnızlığımızı da yudum yudum içebiliriz.
Çünkü yalnızlığın kendisi şiirdir.
Yazarken, eşyanın tabiatı uyanır.
Kimse bize dokunmasın isteriz yazarken,
mürekkep asude dökülsün kağıda,
yoksa kim toparlayacak harflerimizi?
Bir yudum kahve de öyle dökülsün içimize,
ılık bir yazı gibi aksın.

Ya kalbimizin odalarında ne var?
Belki bizim dışımızda bir hâl bekliyor.
Belki dalgalı bir deniz
belki gözleri görmeyen bir kütüphaneci var içimizde.
Belki de çalıntı bir tablodan geriye kalan duvardaki izi.
Bakıp duralım isteriz sabahları duvardaki boşluğa.

Ey gözleri dumanlı kütüphaneci!
Binlerce kitabın arasında
okuyamadığın binlerce derdin içinde
yüzüyorsun. Hangi aynaya baksan
göremezsin belki kendini,
hangi şiirle avutsan kalbini şimdi
bilemezsin.


Bizden beklenen nedir,
bizim istediğimiz nedir,
bir yere gitmek mi isteriz,
bir yerden düşmek mi?

Belki de hasta olduk,
her yanımız kırılıyor,
ateşler içindeyken
kuzey ışıklarını gördük,
dünyanın yeryüzündeki gözlere akan
o renkli mürekkebini gördük
ve bir fotoğrafta sakladık.

Mürekkep bilir,
mürekkebin kendi hafızası,
kendi arşivi vardır.


İnsana gelince,
ne yazık ki insan
unutmakla mücehhezdir.