02 Eylül 2016

İhsan Sıtkı Yener (1925-2016)



İhsan Sıtkı Yener vefat etmiş.

Bu haberi okur okumaz içimdeki sıkıntı büyüdü birden ve bu satırları f klavye ile yazdığım için durup klavyedeki harflere baktım.

Önce daktilo kullandığım sonra da klavyeye geçtiğim yıllar boyunca İhsan Sıtkı Yener'e şükran duydum. Günün birinde kendisiyle konuşmak, hayatını kendi ağzından dinlemek ve kendisiyle sohbet etmek de kısmet oldu.

Kendisiyle gurur duyuyoruz, nur içinde yatsın.

18.12.2013, İhsan Hoca klavyedeki harf düzenini anlatırken.


Not: Pazar günü, ikindi vakti yıllarca gidip geldiği Şampiyon Daktilo binasının yakınındaki Şişli Camii'nde cenaze töreni yapılacak.

23 Mayıs 2016

APOLLINAIRE OLMAK



 
Guillaume Apollinaire - Cheval (at), 1915

Yazının tarihinde resim sanatının, dolayısıyla çizgilerin büyük payı var. Binlerce yıl önce kemiklere, taşlara kazınan işaretlerden başlayan ve aynı zamanda mağara resimleriyle devam eden çizgilerin tarihi dalgalar halinde kendini aştıysa da özünde hep sanatın büyüsünü barındırdı. 

Bilindiği gibi önceleri harf yerine resimyazılar kullanılıyordu, sonra görsel işaretler basitleşti, fikirleri gösteren işaretler kullanıldı, heceleri veya sesleri gösteren işaretlerin evrimi ise bizi harflere ulaştırdı. 

İşte bu noktada esasen bunca önemli tarihin içinde minik ama hadiseler yaşandı. Mesela Guillaume Apollinaire gibi büyük sanatçılar, çizerler harflerle “kaligram” adı verilen şiir-resimler yaptılar.

Yakın zamanda ise Tim Holman adında biri internet üzerinden ulaşılabilen “Texter” adını verdiği bir uygulama hazırladı. Sayfaya girdiğinizde sağ üst köşedeki kutucuğa istediğiniz metni yazıyorsunuz veya yapıştırıyorsunuz, sonra bu metindeki harfleri kullanarak farenizle istediğiniz resmi çiziyorsunuz. Dilerseniz harflerin büyüklüğünü ve açısını değiştirebiliyorsunuz. 

Bu program güzel, çünkü bir süre sonra sıkılıp kâğıda kaleme sarılıyor ve Hurûfileri anlamaya çalışıyorsunuz.

28 Nisan 2016

Kâğıt Dersleri

Coşkuyla Ölmek, Aniki defterler, Pelikan 120

Daha önce de yazdım ama o zaman çok ayrıntı vermemiştim. Bundan 20-25 sene evvel İstanbul Üniversitesi'nde kâğıt üzerine enfes bir ders vardı. Kâğıdın kimyası anlatılırken ben masadaki kâğıt yığınından aldığım Japon kâğıtlarını ışığa tutar liflerine, su yollarına bakar, aradan sızan ışığı incelerdim.  

(Aynı dönemlerde yine bizim fakültede Prof. Dr. Bedia Demiriş'in verdiği yazının tarihinden söz eden Latin Paleografisi diye bir ders varmış, ne yazık ki haberim yoktu, yoksa ne yapar ne eder o derslere girmenin bir yolunu bulurdum.)

Kâğıt uzmanı hocamız kıymetli Saadet Gazi Hanım bize bir derste İkinci Mehmed'in kütüphanesinden çıkmış devasa bir kitap göstermişti. Bizzat Fatih'in okuduğu kitaplardan biriydi bu, o zamana kadar hep uzaktan baktığım, bir araştırmacı olmadığım için yanına bile yaklaşmama izin verilmeyen, doğal olarak özel izin gerektiren türden nadir bir eserdi. Süleymaniye'de olmasının nedeni başkaydı, kitap hastaydı ve tedavi görüyordu. 

Ders bitince avluda zakkum ağaçlarının gölgesinde otururduk. Başka bir dünyaydı burası. Her defasında orada, gözümü kapatır kapatmaz tuhaf rüyalar gördüm ve her defasında oradan elim boş, mahzun ayrıldım. 

Kambur kitabı yeni çıkmıştı. 

Güvendiğim tek şey ise bir gün ölecek olmamdı.