12 Ekim 2017

Refik Durbaş, Kalem, Kâğıt ve Adel Yapıştırıcı


Her hafta Birgün'de Refik Durbaş'ın köşesini düzenli okurum. Hemen her yazısında şairlerden, yazarlardan, kitaplardan ve kitapçılardan söz ettiği için çok hoşuma gidiyor.

Baktım bugün aynı sayfadaki "Kalem ve kâğıdınız terapistiniz olabilir" başlıklı büyük haber çok güzel.

Yazı yazmanın insan vücudu üzerindeki ruhsal ve fiziksel yararları üzerine bir haber. Okumakta fayda var. Bugün ayrıca Cumhuriyet Kitap günü. Ancak kaç sayıdır Enis Batur'un yazısı çıkmıyor. (Tam olarak 8 Haziran 2017'den beri yazı yok.) Bu hafta üçüncü sayfada yine yazısını göremedim, can sıkıcı bir durum.

(Yapıştırıcılardan pek söz etmiyoruz. 20 yıldır her mesai günü yapıştıcı kullanmış biri olarak parantez içinde, fotoğraftaki pek faydalı yapıştırıcıdan da söz etmek istiyorum. Kemik tutkalıyla başladığım yolculukta nihayet Pritt'e varmıştım ama artık Adel'in stick yapıştırıcısına geçtim. Bilmiyorum benim gibi Pritt kullanmakta zorlananlar var mı, takıntılı olduğum konular kimine gereksiz gelebilir ama yapıştırıcı da önemli bir mesele. Adel kâğıt üzerinde tam istediğim gibi daha akıcı ve daha pratik.)

Yazmak gibi gazete okumanın da büyük faydaları var.

11 Ekim 2017

Sami Tarıca, Yves Klein ve Zebra Classe


Bu günlerde Galeri Nev'in yayımladığı, Sami Tarıca'nın 99 yıllık uzun hayat öyküsünü anlattığı, "Sanat Dünyasına Nasıl Girdim ve Yves Klein Üzerine Bir Söyleşi" isimli küçümen bir kitabı okuyorum.

Sami Tarıca (1906-2005)


İzmir doğumlu Sami Tarıca (Tarihi Asansör'ü yapan kişi dedesi imiş), bir antika halı tüccarıyken, 50 yaşından sonra hayatına yeni bir yön çizmiş ve sanat dünyasına adım atmış, Yves Klein ve Jean Fautrier gibi isimlerin eserleri satan ünlü bir galerici olmuş. (Oğlu Alain Tarica da babası gibi zeki ve vizyon sahibi biri, sanat dünyasında ünlü bir isim.)

Böyle kısaca anlattığıma bakmayın, Alman ordularının Fransa'yı işgal ettiği vakit o da sıkıntıya düşüyor. Nazi subaylarıyla yaşadığı didişmeyi, cesareti ve inatçılığı görünce şaşırmamak mümkün değil.

Çağdaş sanatın önemli isimlerinden Yves Klein ise, kısa hayatında (34 yıl yaşamış) mavinin bir tonuna (Klein mavisi) adını verip patentini almış renk mucidi sıradışı bir sanatçı.

Yves Klein (1928-1962)


“Klein, rengi resim yapmak için değil, zamanın ötesinde, maneviliğe yakın, hemen hemen simyacı bir uhrevi durum yaratmanın aracı olarak kullanmıştır. Kullandığı renkler içinde mavi, parıltısı ve maddi olmayan dünyaya açılışıyla en önemlisidir. Onun mavi monokromları resim değil, koskoca bir boşluğa açılan kapılardır.” (Kerry Brougher)



KİTAP OKUMAYI SEVEN KALEM: ZEBRA




Hep kalemlerim kitapları seçerdi, bu sefer tersi oldu.

Nasıl oldu anlamadım ama Zebra Classe isimli artık üretilmeyen mekanik kurşunkalemim bu kitabı okumak istedi sanki. Ne zaman kitabı okumaya başlasam elim bu kaleme gitti. Diğerleri bir kenarda kaldı. Belki de dostum şair Nihat kardeşimi hatırladım. Epeydir görmüyorum kendisini. (Bazı kalemlerimin Nihat ile vefa bağı var.)


Zebra müthiş kalemler yapan bir Japon firması. Kayda değer bir tarihçesi var, 1898 doğumlu Japon Zebra'nın bir de Amerika'daki şubesi Zebra Pen Corp. bulunuyor. Ancak bu Zebra başka, bağımsız bir şirket, bir yandan Japonya'ya bağlı ama Amerikan topraklarında özerklik ilan eden bir yapıda. Çok eğlenceli bir internet siteleri var, muhakkak bir göz atılmalı derim. (Bu arada Zebra Pen Corp. geçen ay 35. yaşını kutladı.)



Reha kardeşim de bilir, Zebracı değil Pentelciyim (özellikle Pentel 200 serisi) fakat Classe hiç de öyle görünmediği halde çok çekici bir kalem, eski bir arkadaş gibi kitabı okurken eşlik etti bana.
Bu sabah ise yine kitabı okumak için masaya oturduğumda (bitmesin diye azar azar okuyorum) bütün bu hayatları düşündüm, sonra günün tarihine baktım, doğum günüm imiş, 46 yıl kuş gibi uçmuş geçmiş.

15 Eylül 2017

Platonov ile Çizmek


Daha önce, başka bir blogta; Andrey Platonov bence Rus edebiyatının en büyük yazarlarından biri, demiştim. Düzeltmem gerekiyor, bence kendisi Rus edebiyatının en büyük yazarı.

Gogol, Çehov, Puşkin, Gonçarov, Lermontov, Dostoyevski ve Tolstoy ne güne duruyor dediğinizi duyar gibiyim, bu kişiler büyük isimler elbette ama daha ilk cümlelerden itibaren kalbime dokunan tek bir yazar var, o da Platonov. 

Platonov sevgimde, çevirmen Günay Çetao Kızılırmak'ın ve Metis'in (editör Özde Duygu Gürkan) önemli bir yeri var. Mesela Çukur kitabını daha önce, Turkuvaz Kitap'tan Kayhan Yükseler çevirisiyle okumuştum, iyi bir çeviriydi ama kitabı sevememiştim. Oysa geçen akşam, Beşiktaş, Porto'yu 3-1 yeneyazdığı sıralarda ben Beşiktaş'taki Mephisto'da işte bu kitaba bakıyordum ve ne olursa olsun yine alacaktım ama çok büyük bir umudum yoktu. Fakat kasaya giderken daha ilk cümlelere bakar bakmaz kitabevine kadar gelen uğultular uzaklaştı. Birden kendimi düşüncelere dalmış Voşov ile birlikte Rusya'da sıcak bir havada yürürken buldum! 

Demek istediğim, çeviri muazzam, harika, enfes. Kitabın güzelliğinde editörün de hakkını teslim etmek gerek, güzel bir iş çıkarılmış.

Tıpkı, Çevengur, Can, Muhteşem Vahşi Dünya ve Dönüş kitaplarında olduğu gibi olağanüstü bir Türkçe ile çevrilmiş. Adeta Rusça saydamlaşıp Türkçeye dönüşmüş. Neden böyle söylüyorum? Rusça biliyor muyum? Hayır, ama okur hissiyatım böyle söylüyor işte. Yayınevini kutlarım böyle efsanevi kitaplara imza attıkları için ne kadar sevinseler azdır. 

Daha önce Platonov'un bir eserini hiç okumayanlar için şunu söyleyeyim, bu kitapla başlayın, sonra, Mutlu Moskova, Dönüş, Muhteşem Vahşi Dünya ve Can'ı okuyun. En son olarak da Çevengur'u okursanız, dünyanın sonuna gelmiş gibi hissedip başa dönüp yeniden okumak isteyeceksiniz. Bu okuma seferinde ise son okumak istediğiniz kitap Can olacaktır. Dünya edebiyatında böyle bir eserin benzeri yok. Sanki Çevengur'un var mı? diyor içimdeki ses. Neyse işte, herkes kendi kararını versin ben çekiliyorum. 

Not: İşte böyle sabah sabah, içimden geldi ve dolmakalemi çıkardığım gibi Voşov'u çizeyim istedim, olmadı ama olsun.