06 Aralık 2017

Bibliyomani

Sol sayfalarda elyazmasından örnekler olması kitabı güzelleştirmiş.


Gustave Flaubert'in Bibliyomani isimli eserini bir çırpıda okudum.

Dünya edebiyatın dahi isimlerinden biri ve modern edebiyatın kurucularından Gustave Flaubert ilk kitabı Bibliyomani'yi daha 14 yaşındayken yazmış.

Bir yandan gerçek bir olaydan yola çıkan öyküyü okurken bir yandan yazarın üzerini karaladığı kelimelere, sayfada uçuşan harflere bakıyorum da etkilenmemek mümkün değil. 

Zaten öyle birini anlatıyor ki sıkılmak pek mümkün değil: 
“Bu adamın sahaflar ve eskiciler haricindeki kimselerle konuşmuşluğu yoktu. Ketum olduğu kadar hayalperest, nemrut olduğu kadar mahzun bir adamdı; tek bir düşüncesi, tek bir sevdası, tek bir tutkusu vardı: Kitaplar.”

Bu duruma bibliyomani deniliyor. Mecnun'un hep Leyla'dan söz etmesi gibi, marazi kitap düşkünleri de âşık oldukları kitaplardan başka bir şey düşünmez. Flaubert'in Bibliyomani kitabında da böyle biri var. 

Bibliyoman ile bibliyofil bazen karıştırılıyor ancak ikisi aynı şey değil. Özetlemek gerekirse, bibliyoman iyi kitabı görür görmez kendinden geçer, bibliyofil ise okuyunca heyecanlanan kişidir. Bibliyofil, kitaplar söz konusu olduğunda aşırı kıskanç değildir, daha çok kitap okuma tutkunudur. Bibliyoman ise okumaktan ziyade nesne olarak kitaba âşık olan kişidir, o arzuladığı kitabın hastasıdır. Bibliyomanda neredeyse tapınmaya varan aşırı bir sevgi hâli vardır. Bibliyofil de kitabı sever ama aşırılıktan kaçınır. İlginç olan şudur; bibliyomanlar arasında okuma yazma bilmeyenler bile olabilir, maksat o kitaba sahip olmaktır. Zaten bizde bir vakitler bibliyomanlara, mecânîn-i kütüb (kitap delisi) denilmiş. (Kütüb, kitaplar; mecânîn ise "mecnun"un çoğulu, mecnun da bilindiği gibi deli divane anlamında.)
 

Kitaplara düşkünlük denilince, aklıma Katip Çelebi, Ali Emîrî ve İbnülemin Mahmud Kemal İnal gibi isimler geliyor. (Daha başka isimler de var.) Bu değerli insanlar, bibliyofil tanımına uyuyor; kitap topluyorlar, bunun için çok para ve çok zaman harcıyorlar. Kendileri kitap düşkünü ama bibliyoman değiller, geride halen faydalandığımız önemli eserler bırakmışlar.

"Kitabı aldım; eve geldim. Yemeyi, içmeyi unuttum. Bu kitabı, sahaf Burhan 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara değişmem." diyen Ali Emîrî Efendi olmasaydı belki de Dîvânü Lugati't-Türk kayıplara karışacaktı.

Bibliyomani biter bitmez Tütüncü Çırağı'nı okumaya başladım.


Kitabın boyutu da çok güzel.

Kapak, bu seride (Geceyarısı Kitapları) hep olduğu gibi sade. Hem okumayı sevenler hem de kitap düşkünleri kaçırmasın derim.

Yazı biterken, müstehzi bir ifadeyle "Kitap içenlere selam olsun!" demek geçiyor içimden.

01 Aralık 2017

Doğan Hızlan ve kalem bağ(ım)lılığı



Sabah, Hürriyet gazetesinin Kitap Sanat ekinde Doğan Hızlan'ın "Ben bir bağımlıyım" başlıklı yazısını okuyunca gülümsemeden edemedim.

Hele yazısında geçen o meşhur öyküyü her dinleyişimde bende de aynı bağımlılığın (blogun okurlarını düşününce bizde de demek gerekir belki) olduğunu her defasında yeniden anlıyorum:

"Cumhuriyet’te çalıştığım yıllar. Bir gece eve geldim ve o gün aldığım dolmakalemimi masada unuttuğumu fark ettim. Pijamalarımı giymiş oturuyorum. Yine pijamamın üzerine robdöşambrı geçirdim, bir taksi çağırdım ve gazeteye giderek masamda unutuğum kalemimi alıp döndüm. Gece çalışan arkadaşlarım merak içinde ne olduğunu sorduklarında da yazımda bir yeri merak ettiğimi, onu kontrol etmek için geldiğimi söyledim.
Ertesi gün gazetenin o dönem genel yayın yönetmeni olan rahmetli arkadaşım Oktay Kurtböke odama gelip gece yarısı apar topar neyi düzeltmeye geldiğimi sorunca işin aslını anlattım.
Kahkahalarla güldü."

26 Kasım 2017

Yazı ve Moebius



Dünyalılar delirmiş gibi koşarken, yelkovana dakika ibresi, akrebe saat ibresi diyenlerin sayısı hayli artmışken, ağaçların ruhunu merak edenlerin sayısı da tersine bir hızla azalıyor. Bu durumda yazı yazmak, daha doğrusu yazmaya çalışmak tuhaf bir eylem. Yazının yan etkisi, kendimizi, kendi memleketimizde, kendi dünyamızda yabancı bulmak gibi sonuçlara yol açabiliyor.

Moebius (Jean Giraud) düşünen, yazan, çizen insanı göstermiş bize.

Böyle bir zamanda sükuneti muhafaza etmek, harflere, kelimelere ve cümlelere, giderek paragraflara odaklanabilmek de giderek artan zorluklardan.

Oysa başımızı gömdüğümüz küçük parlak ekranlarda hep yazı var, nereye baksak bir fotoğraf geliyor bir yerlerden.

Belki de görmek için gözlerimizi kapatmalıyız.