Hasan h Bahadır'ın ikinci yazısının da keyifle okunacağına inanıyorum:
Haritada Bir Nokta / Sait FaikOturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemimi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.
Bundan dört sene evvel sahaftan bir sözlük aldım. Adı: Türk Hukuk
Lügatı. Bir zamanlar çok kullanılmış, şimdilerde ise –tıpkı İbrahim Cudi
Efendi’nin ‘Lügat-ı Cûdî’si gibi – unutulmuş
olan bu sözlüğü, 1944 yılında Milli Eğitim Bakanlığı basmış. Dilde sadeleşme,
zihinde tembelleşme falan filan derken bu sözlük çıkıp gitmiş hayatımızdan. Oysa
terim ve terkipler öylesine özenle
açıklanmış ki… Hele o sondaki kısım, Latince tabirlerin Türkçe karşılıkları
Roma Hukuku ile ilgilenenler için bulunmaz bir nimet!
Sahaftan kitap alanlar bilirler, bazı kitaplar eve gelince
hoş bir sürpriz yaparlar insana. Sayfaları arasında gezinirken bir not ya da
bir fotoğraf çıkar içinden. Bazen çoktan ölmüş bir gazetecinin kesilip kitabın
arasına konulmuş fıkrası bazen de Amerika’dan gelmiş bir mektup… Yaşanmışlığın izleri sağında solunda
olur kitabın. İnsan bu izlerden hareketle kitabın eski sahibi ile ahbaplık kurar.
İşte benim Hukuk Lügati’nin arasından da şu yukarıda görünen borçlar hukuku notları
çıktı. Özenli, titiz biri tarafından yazılmış intibaını uyandırdı bende. Notlar
S. Altıntek’e mi ait diye düşündüm önce? (Sözlük ciltletilmiş hem sırtına hem
de kapağına ‘S. Altıntek’ yazılmış.)
Şayet Altıntek’e aitse, bu kişi avukat mıdır yoksa öğrenci
mi? Daha böyle bir yığın soru geldi aklıma. Sonunda soruları bırakıp kağıda
bakmaya başladım. Bu, kuşeye çalan hafif kaygan bir kağıttı. Mavi mürekkepli
bir kalemle, el yazısı ile yazılmıştı notlar. Notları alanın yazısından okuma
yazmayı 40’lı yıllarda öğrendiği sonucunu çıkardım. O yıllarda yazmayı öğrenen
birkaç kişinin yazısının da buna benzediğini görmüştüm. Güzel yazı derslerinde
öğretildiği biçimde tutulmuştu notlar, kağıttan elini hiç kaldırmadan; bütün
harfleri birbirine ulayarak.
Kağıttaki mavi mürekkep oldukça soluk geldi bana, belki de
zaman içinde soluklaştı. Kendi aldığım notlara baktım, çok değil iki üç sene
öncesinin notları: Maviler soluklaşmış, havai bir renk almışlar şimdiden. Şuna
emin oldum ki notları yazan, dolmakaleminde daha önce siyah mürekkep kullanılıyormuş,
sonradan geçmiş maviye. Zira kalemi siyah ile karışık mavi lekeler bırakmış
kağıdın üzerine.
Peki ama nasıl bir dolmakalem kullanmış yazarken? Olsa olsa
Sheaffer ya da Parker’dır dolmakalemi. Bizim memlekette en yaygın kullanılan bu
iki marka değil mi o yıllarda? Peki Pelikan olamaz mı? Notları alanın Almanya’ya
eğitim için gittiğini, oradan kendine Kaweco marka bir kalem aldığını düşünemez
miyiz? Bu hayal işi oldukça zor hele elde hiçbir veri olmayınca.
Acaba dedesinden aldığı dolmakalemi kullanan kaç kişi vardır?
Bu kadar uzun süre muhafaza edilen bir eşya bulunur mu bizde? Yazarının,
şairinin mezarının bile kayıp olduğu memlekette dolmakaleminin esamisi okunur
mu? Sahi, sevdiğimiz bir yazar nasıl bir dolmakalem ile yazmıştır vaktiyle? Yazarımızın
şairimizin iyi kötü kitaplık önünde çektirilmiş resimleri vardır ama ya elinde
kalem ile çekilmiş…
Yanlış hatırlamıyorsan Cemil Meriç’in bir fotoğrafında eski
bir Pelikan gördüm. Bu iz pek sevdiğim Cemil Meriç’e daha da bir yaklaştırdı
beni, demek o da benim gibi pistonlu dolmakalem kullanıyordu! Bir başka
dolmakalemi ise Adnan Menderes’in elinde gördüm bir belgesel karesinde. Yassıada’da
mahkemede not alıyordu Adnan Menderes. Dolmakalem uzaktan görünüyordu ama
Sheaffer olduğu kanaatine vardım. Acaba Celal Bayar’ın –Adnan Menderes’in dolmakaleminin
mürekkebinin bitmesi üzerine– not alması için verdiği dolmakalemi de mi
Sheaffer’dı? Peki Adnan Menderes ne yazdı kağıda o dolmakalemle?
Muamma! Ne çok muamma var hayatımızda?
İnsanın hayal etmekten başka seçeneği kalmıyor, dedim ya
yukarıda ölümünden sonra kütüphanesi
bile yekpare korunmayan bir yazarın
dolmakalemi kim bilir ne olur?
Mesela gölgesini takip ettiğim Ahmet Hamdi Tanpınar’ın,
Narmanlı Yurdu’nda 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi'ni yazarken kullandığı
kalemin markası neydi? Peki Yahya Kemal’in Kar Musikileri'ni yazdığı
dolmakalem?
Olsa olsa kırık dökük bir şeydir diye düşünüyorum Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın dolmakalemi için. Çünkü yazılanlardan öğrendiğim kadarıyla böyle
şeylere dikkat edecek biri değilmiş kendisi. (Ya yanılıyorsam!) Mesela kapağı çatlamış,
klipsi kırık bir Pelikan olabilir Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kalemi. Hatta bir
ahbabı yıllar önce “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında” ile başlayan
mısraları görünce daha fazla şiir yazması için, bu kalemi ona hediye etmiş
olabilir. Ahmet Hamdi Tanpınar istediği gibi şiir yazamadığı bunalımlı bir gün
kalemin klipsi ile oynarken kırmıştır kesin!
Yahya Kemal Beyatlı’nınki sefir iken alınmış, altın uçlu
yaldır yaldır yanan bir dolmakalemdir olsa olsa. Çünkü ahengi olan her şeye
karşı dikkatlidir şair, zaten bu dolmakalemi de kağıtla ahenginden dolayı
seçmiştir. Neler görmüştür o dolmakalemler kim bilir?
Şöyle bir hayaldir benimki aslında: Bir gün benden sonra
dolmakalemim kendiliğinden yazacak benimle yaşadığı ne varsa. Keşke Ahmet Hamdi
Tanpınar’inki de yazsa…
Hasan h Bahadır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder