18 Ekim 2013

Önce sessizlik vardı



Önce sessizlik vardı.

Masada duran deftere ve dolmakaleme baktım.
"Önce defter vardı" diye düzelttim cümleyi.
Sabahın erken saatleri. Yapılacak ne çok
işim var. Verilmiş sözlerim var. Değiştirmek
istediğim bir hayat var. Yıkmak istediğim
duvarlar, duvarlarım var. Ama bu işlerin
bir bölümünü çantamda taşıyıp duruyorum,
yapmak istemiyorum. Bir kısmını da yapacak
gücümün olmadığını düşünüyorum, bir kısmını ise
erteleyip duruyorum. Bir neşesizlik bir bedbaht
olma hali geldi ve pelerin gibi üzerimi örttü.
Elimde telefon, kaleme ve deftere bakıp durdum.
Oyalanmak için bir fotoğraf çekeyim dedim.
Her zamanki alışkanlıklar, fotoğraf teselli ediyor.
Bilmem; belki birazcık, olabilir, emin değilim.

Kağıda dökülen mürekkebi hatırladım sonra.
Sessizlik bozuldu. Günün tarihini yazarken deftere,
kalemin dokunduğu yerden gelen sesi dinledim
bir yandan. Sessizlik yine gelsin diye durdum birden.
Ama sessizlik yokmuş meğer, sesler arasındaymışım.
Dünyanın ne çok sesi varmış meğer, kulağımda yankısı.

Sonra bir şeyi kaybettiğimi düşündüm, belki de anladım.
Önemli bir şeydi, hayati bir şeydi, yeri doldurulamazdı.
Kara bir endişe bulutu vardı zihnimde ve taş gibi ağırdı.

Ama neyi kaybettiğimi bulamadım bir türlü, anlayamadım.
Belki de ileride kaybedecek olmanın hissi çiçek açmıştır.
Dikenli bir ağrı çöreklendi karnıma ve orada büyüyor şimdi.

Belki yaz, yazı uzaklaşıyordu benden, belki de mürekkep.

Kûfi

“Knowledge, the beginning of it is bitter to taste, but the end is sweeter than honey.”

Louvre Müzesi İslam Eserleri bölümünde sergilenen tabakta doğu kûfi hatla (Semerkant, X. yüzyıl) şöyle yazıyor:

"el-ilmü evvelihû mürrun mine'l-basel / âhiruhu ahlâ mine'l asel [es-selâmetü]* 

yani: 

"ilmin evveli soğan gibi acıdır, ancak sonrası baldan tatlı gelir."

*Sondaki [es-selâmetü] kısmı yazının sonundaki boşluğu doldurmak için yazılmış.

Yazının güzelliğini bir yana bırakıp muhtevasına dalıp gittim. Bilimin tatlı kısmına kim varmış acaba? Acı kısmı geçen birinin olduğunu hiç zannetmiyorum. Bilimde ve bilimdışı öğretilerde gördüğüm kadarıyla tatlı bir huzur yok, hiç olmadı ve olmayacak. Ama bu kûfi  tabakta tat ve huzur var. Yazının anlamını unutunca hele çok daha güzel. Anlamı unutunca ne tabak yargılıyor, ne yazı hüküm veriyor.  

Çünkü yazı güzel. Kâfi. 

14 Ekim 2013

Chris Carter, açık pembe, mor ve sarı üzerine

Renkler üzerine düşünmeyen var mıdır bilmem. Çok sevdiğim, hayran olduğum bir arkadaşım her günün bir rengi olduğunu söyler ve ona göre giyinir. 

Benim hiç öyle bir düşüncem olmamıştı. Dahası, bir zamanlar günleri bir diğerinden ayırmıyordum bile. Uzun, çok uzun süren pazar günlerim vardı, çok ama çok kısa süren cumartesileri ve sonra ruhumu iyileştiren perşembeler vardı. Şehzade Korkud'un Kürdi Peşrevi gibi kısacıktı benim güzel perşembelerim. Çok daha kısa günlerin ve saatlerin olduğunu hiç bilmezdim bir zamanlar. Zamana bakıyordum sadece, meğer renkleri de varmış işte bu günlerin, açık pembe, mor ve sarı günlerim de varmış.


Dip Pens in a Goya Tin by Chris Carter

Chris Carter'ın blogunu izlemeye başladıktan sonra daha bir düşünür oldum renkleri. İnsanda yazı yazma ve resim yapma isteği dışında dünyaya yeniden bakma isteği uyandırıyor onun resimleri. 

Günleri geçtim şimdi, akıp giden her saatimizin bir rengi olduğunu düşünüyorum. 

Bir Mürekkep Faresinden Doğum Günü Armağanı

Üç hafta önce, aralarında benim gibi ziyadesiyle tembel bir mürekkepseverin de bulunduğu blog yazarları arasına bir de mürekkep faresi katıldı. 

Yazmayı ve paylaşmayı seven birinin daha aramıza katılmasına çok sevindim. İşte böylece http://murekkepfaresi.blogspot.com/ adresini izlemeye başladım. 

Bu blogta latif yazılar arka arkaya geliyor ben de okuyordum. Bir gün "Hediye çekilişi..." başlıklı bir yazı gördüm. Blog yazarımız Aslı Hanım elindeki Iroshizuku'lardan birini okurlarıyla paylaşmaya karar vermişti. Daha önce Tuareg kabilesinden bir Iroshizuku ile birlikte yaşamıştım, ama mülkiyeti bana ait olmadığından geri göndermiştim. Dolayısıyla elimdeki onca mürekkep arasında bir tane bile Iroshizuku yoktu, ben de  prensiplerimden birini çiğneyiverdim o dakikada. (Aziz arkadaşlarım, bakın mürekkep insana neler yaptırıyor.) Katıldım katılmasına ama sonra çekilişlerde yüzümün pek gülmediği geldi aklıma. Yine de bir umut beklemeye başladım. 

Geçtiğimiz cuma günü de doğum günümdü. Uzun seneler, anlamsız bulduğum için doğum günlerimi kutlamadım. O gün dünya işlerinden uzak kalabilirsem "neredeyim, nereye gidiyorum" diye düşünmek bana daha iyi geliyordu. Yine de insan doğum gününden kaçamıyor bazen. Geçen sene de bir kutlamaya yakalanmıştım. Bu sene de dünya tatlısı bir kişi doğum günümü hatırladı ve bir hediye verdi. "Armağan almak güzel şeymiş meğer" dedim bu sefer. 

Galiba yaşlandıkça değişiyorum. O yüzden iki gün önce başta Rüştü Bey olmak üzere mürekkepsever arkadaşlarımdan telefonlar gelince şaşırdım. Meğer çekilişi ben kazanmışım! "Bir hediye daha" dedim kendi kendime, bu yılki doğum günü kutlaması güzel geçiyor.




Bugün de ofise geldiğimde masamda bir kutu buldum. 
 


Kutuyu açtığımda Iroshizuku ku-jaku ve gözlerimi yaşartan minik bir notla karşılaştım.

Mürekkep Faresi'ne teşekkür ediyorum. 

Daha önce yazmam gerekirdi biliyorum, ancak daha önce de itiraf ettiğim gibi çok tembelim, yazmaya üşeniyorum. 

Bu güzel vesileyle yeni blogun hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.


Ku-Jaku mürekkebiyle dolu bir şişeden dünyaya bakmaya çalıştım. 

Rengi çok güzel.

Mürekkebimiz hiç bitmesin.