20 Temmuz 2012

Herkesin el yazısı farklı

Cumhuriyet Bilim Teknoloji eki, 20.07.2012, sayfa 16.


Her cuma günü Cumhuriyet'in Bilim Teknoloji ekine bakarım. Özellikle 'İlginç Sorular' köşesini okuyorum, çünkü bu köşe çoğunlukla günlük hayatta merak ettiğimiz konularla ilgili oluyor.

Bu sabah yine aynı köşeyi açtığımda el yazısıyla ilgili bir soru ve yanıtla karşılaştım. İnsan ister istemez el yazısı hakkında düşünüyor.

Çünkü el yazısı çok ilginç bir konu. 'El yazısı' bilimsel çalışmaların yapıldığı bir alandır, fakat aslında bir bilim dalı değil. Yazıbilim (grafoloji) yoluyla kişilik ve ruh hâli analizi yapıldığı söyleniyorsa da neticede yoruma dayalı bilgiler elde edildiğinden kuşkulu sonuçlar ortaya çıkıyor.

El yazımızın kıymetini bilelim.

Her insanın el yazısı canlı bir sanat eseridir.

Ünlü casus Mata Hari’nin elyazısı.
via http://commons.wikimedia.org
Ünlü casus Mata Hari’nin elyazısı.

18 Temmuz 2012

Ayça Şen'in kayıp defteri

Bu defter Ayça Şen'in defteri değil, Ali Bey'in defteri

Ayça Şen'in hafif görünen yazılarını okumak çok eğlencelidir. Ayça Şen, yüzeysel gibi görünen ancak duygusal ayrıntılarla dolu olduğu için de çok düşündürücü yazılar kaleme alıyor. Ayrıca kendisi son derece zeki bir insan olduğu için yazdıklarını okumak, kafası çalışan bir insanın düşünce sistemini göstermesi açısından hem önemli, hem de ilham verici. 

Ayça Şen bugünkü yazısına 6 aydır yanında taşıdığı defterini kaybetmesinin ardından düşündüklerini yazarak başlamış, sonra toplumsal değerlendirmeler yaptığı başka bir konuya geçmiş. 

Taraf gazetesindeki (son sayfadaki) köşeyazısında 'Bana günlük tutmak hep biraz hafif meşrep gelmiştir' gibi ilginç cümleler var.

Beni asıl etkileyen ise defterini kaybetmesinin yarattığı sıkıntıyı anlatma biçimi.

Bir de 6 ay boyunca aynı defteri yanında gezdirmesine takıldım. Demek ki çok az yazıyor diye düşündüm. Ya da defter battal boy! 

Neyse, yazının giriş bölümü şöyle:
"Altı aydır gezdirip yanımdan ayırmadığım defterim dün kaybolmuş. Bunu şu anda fark ediyorum.
İnsan eğer deftere not alıyorsa, aklında tutmaya gerek görmüyor bir daha. Detayları, abartıları (ki abartılar da neşenin bir parçası) unutuyorsun gidiyor. Ben şair de değilim ki aklımda bir ufacık, değerli mi değerli söz kalsın.
Şu an kendime o kadar kızgınım ki o defteri kaybettiğim için, elimi kapının kenarına koyup yanlışlıkla kapıyı kapatasım, sonra o acıyla yetinmeyip, uğunacağım yerde, acıdan sırıtarak kendimi sinir edesim var. Kaldı ki henüz defteri kaybettiğim ortaya dökülmeden önce, sabah mutfak dolabını kapatırken kafamı dolapla kapağın arasında unutmuş, taak diye kafama örtmüştüm dolap kapağını.
Bir insan kafasını dolapta unutur mu?
O deftere kendimce ne numaralar yazmıştım. Altı ayımı özetlemiştim. Her yere benimle gelmişti. Üşenmemiş, yollarda durup notlar almıştım, afedersiniz hıyar gibi.
İyi ki günlük değildi. Bana günlük tutmak hep biraz hafif meşrep gelmiştir ama gördüklerinden notlar çıkarmak da çok hoş değil. Hele ki rızan olmadan kaybedersen. Hele ki bir başkasının, sen hazır olmadan okuma olasılığı varsa, kim olduğunu bilmiyor olsa bile, bu çok sinir bozucu bir durum. (...)"

07 Temmuz 2012

Defter, Dolmakalem, Kahve

Lamy, Pilot 78G, Sheaffer NoNonsense, Aniki Navigator defter Jimmy Lens, Ina’s 1969 Film, No Flash, Taken with Hipstamatic Lamy Safari, Pilot 78G, Sheaffer NoNonsense, Aniki Navigator defter

Defter, dolmakalem ve kahve üçlüsü adeta bir ayine başlangıç için gereken malzemeler benim için.

Masanın biraz ötesinde çarklar giderek hızlanıyor. Yelkovan aklını yitirmiş, bir yere yetişmeye çalışıyormuş gibi davranıyor. Saniye köle gibi her isteğe evet diyerek koşuyor, kendisine bile faydası yok oysa.

Kahve azalırken, zaman yavaşlıyor, dolmakalem ruhun bir parçası gibi yazdıkça defterdeki sayfalar azalıyor.

Yazı ile zaman arasındaki bağlantıyı görüyorum o güzel saatte.

Zamanla akıyor mürekkep, kağıt zamanla doluyor, el zamanla yazıyor.

Ya aklımıza ne oluyor zamanla? Bilmiyorum.

Zamanla daha çok bildiğimizi zannediyoruz. Belki de bu doğru değildir, belki ağaçlardan, sulardan çok daha az şey biliyoruz.

Ama yazmanın faydası saymakla bitmez, bir mürekkep damlası bile cahilliğimizi, ne kadar az bildiğimizi yüzümüze vuruyor sanki.

O zaman İlhan Berk'ten bir şiir okumak iyi geliyor, işte:

BİR ORMAN

Hanginiz aklınıza getirdiniz.
Benim bir gün insanlığımı
Bitkilere hayvanlara kadar
Bir gün tutup genişleteceğimi
Bütün bu dünyaya saracağımı sonra da

Şu esen rüzgâra bıraktım işte
Yaşayan duyan her şeyimi
Onların hesabına yaşayacaklar bundan sonra
Ellerime saçlarıma kadar
Her şeyim dünyada

İlk defa bu kadar iyi farkediyorum
Bu yüreği param parça uçan kuş
Bu çamur gibi gökyüzü
Bu deniz, bu garip karınca
Cihanda ümit ölmez deyip yaşamışlar

Her şey bir başına yaşamış bundan önce
Toprakta bir başına yürümüş kökler
Gecenin içinde bir başına uzamış ovalar
Yalnızlıklarını duyurmayacağım bundan böyle
Bir daha hiçbirine

Yeni yeni anlıyorum
Her şey şu gecelerin içinde oluyor
Aydınlığa her şey hazır çıkıyor
Su geceleyin yürüyor dikkat ettim
Geceleyin biz uyurken ağaçlara

Hiç unutmam bir gün geç vakit
Tam benim geçtiğim zamana rastlamıştı
Büyüme saati bir ormanın
Şöyle iyice dinlesem sanırım artık
Bütün ormanları büyürken duyarım

Beni beklemişler kardeşçiğim
Beni bu ağaçlar, nehirler, gökyüzü
Geleyim anlatayım diye bir gün kendilerini
Bir kere girdikten sonra şiirlerime
Bilmişler bir daha ölmeyeceklerini

                      ('Günaydın Yeryüzü' kitabından)