27 Temmuz 2017

Kalem Tutma Biçimleri




İlk kez sol eliyle yazı yazan birini gördüğümde çok şaşırmıştım. Bunda çocuk olmamın da etkisi vardı kuşkusuz. Fakat benim için çok daha tuhaf olan şey solak sınıf arkadaşımın kalemi tutma biçimiydi. Arkadaşımı yazı yazarken dikkatlice inceliyordum, parmaklarını tuhaf bir şekilde büküyordu. Ben de bir süre ona özendim ama olmadı. 

Guide to Technical Pens

Çocukluğumda bana öğretilen geleneksel kalem tutma biçimini halen koruyorum ancak günün birinde rapido da denilen teknik bir kalem ile (Faber-Castell TG1-S) ile yazı yazmaya heves edince kalemi bildiğim şekilde tutamayacağımı gördüm. Dikey bir şekilde yazmak gerekiyordu, bir süre sonra buna alıştım. 


Sonra değişik yazma stillerini öğrendim ama bence en güzeli, kalemi işaret ile orta parmak arasına alıp yandan da başparmakla desteklenen Sassoon tekniği. 

The Art and Science of Handwriting, 1993

El yazısı uzmanı Rosemary Sassoon adında bir İngiliz bu konuya epeyce kafa yormuş ve sonunda kalem tutmanın kitabını bile yazmış. 

Kendisi bu tutuşun hem el yazısının gelişimi açısından hem de el sağlığımız için en uygun yöntem olduğunu söylüyor.


Sassoon yazım tekniği giderek yayılıyor, şarkıcı Taylor Swift de kalemi bu şekilde tutanlardan biri.





24 Temmuz 2017

Patti Smith ile Yazının İzleri


Patti Smith, müzisyen, yazar, şair ve fotoğrafçı yönleri ışıldayan güzel bir insan.

Ancak en çok bilinen yönü olan müziğine çok düşkün olmadığımı itiraf edeyim, daha çok yazarlığını ve şairliğini önemsiyorum. Bütün bunları bir kenara bırakalım, beni en çok etkileyen özelliği ise fotoğrafçılığı. Patti Smith'in fotoğrafları üzerine daha önce hayranlığımı yazmıştım.

"Yumuşak, sertten güçlüdür; su kayadan güçlü; sevgi, zorbalıktan güçlüdür." diyen yazar Hermann Hesse'in daktilosu. © Patti Smith

Yine Patti Smith'in gözünden; Siddhartha, Bozkırkurdu, Demian, Boncuk Oyunu gibi şaheserler yazan Hermann Hesse'in yazı makinesi.

Jean Genet, May Day Speech, Mayıs Konuşması, 1970 © Patti Smith
Patti Smith, kendi bakışıyla aykırı bir yazar olan Jean Genet'nin yaptığı konuşmanın metninin fotoğrafını da çekmiş.

Bizde Metis'in yayımladığı Açık Düşman kitabında bulunan Mayıs Konuşması'ndan sıkça paylaşılan bir alıntıyı buraya da alayım: “Üniversite’yi unutmuyorum. Üniversiteler. Size sahte bir kültür öğretiyorlar, kabul edilen tek değerin nicel mahiyette olduğu bir kültür. Üniversite sizi bir sayıdaki bir rakam hâline getirmekle yetinmeyip, mesela beş yüz bin mühendis yetiştirdiğinde, sizde güvenlik, rahatlık ihtiyacını geliştiriyor ve doğal olarak, sizi patronlara ve onların da ötesinde, zihinsel vasatlığını bildiğiniz siyasetçilere hizmet edecek şekilde eğitiyor. Öyle ki, bilgin olmak isteyen sizler, sonunda vasat bir siyasetçinin masasındaki -ama masanın ucunda- bir sandalyede oturacaksınız. Ve bundan gurur duyacaksınız...” (Jean Genet, May Day Speech, Mayıs Konuşması, ABD,1970)

Virginia Woolf’un Masası, 2003, Polaroid Baskı, © Patti Smith

Son olarak Patti Smith'in çektiği fotoğraflar içinde belki de en etkileyici olanı. Çok sevdiğim yazar Virginia Woolf’un yazı masası.

Merak ediyorum, fotoğrafçılar ileride neyin fotoğrafını çekecekler. Günümüz yazarlarının bir masası var mı? Bilgisayardan başka ne kullanıyorlar yazmak için? Defterleri, kalemleri var mıdır? Belki de ileride bir fotoğrafçı, sabit diski yanmış bir dizüstü bilgisayar ve üzerine kahve dökülmüş bir klavye belki de.

18 Temmuz 2017

Bir Usta Bir Dünya: Meryem Mirzahani


Birgün gazetesini okurken, 4. sayfada Mustafa K. Erdemol'un 15 Temmuz'da 40 yaşında meme kanseri nedeniyle vefat eden İranlı matematik dehası Meryem Mirzahani (1977-2017) üzerine tam sayfa bir yazı gördüm. 

Matematik ile ilgim yok ama yazılanları okudukça bilmediğim değerli bir insan ve onun dünyası hakkında çok şey öğrendim.

Meryem Mirzahani 3 Mayıs 1977’de Tahran’da doğmuş. 1999’da Şerif Üniversitesi’ni bitirmiş. Daha sonra Harvard’da doktora yapmış, 2008’de ise Stanford Üniversitesi’nde profesör olmuş.



"Matematiğin ‘Mavi Gözlü Dev’i öldü" başlıklı yazıdaki bilgilere göre, Meryem Mirzahani, bir röportajında çocukluğundaki en büyük hayalinin yazar olmak olduğunu söylemiş. Okumayı çok seven Meryem Mirzahani, özellikle roman okumayı çok seviyormuş. Lisedeki son yılına kadar matematiğe hiç ilgisi yokmuş. Ancak kardeşi sayesinde matematiğe merak duymaya başlamış. Özel yeteneği olan öğrenciler arasına girdiği için daha sıkı bir eğitim programına alınmış. Sonra da ABD'de eğitimi sürdürmüş ve başarılar da arka arkaya gelmiş. 1936’dan bu yana her dört yılda bir kırk yaşın altındakilere verilen, bugüne kadar sadece erkeklere verilen, Field Madalyası’nı alması onu sadece matematik çevrelerinde değil dünyaca tanınan biri yapmış.



Yazıda asıl ilgimi çeken şu cümle oldu: 

"Bu muhteşem bilim kadını aynı zamanda bir anneydi. Geride küçücük bir kız bıraktı, minik Anahita’yı. Koca koca kağıtlara (çalışma tarzı böyleydi) çizdiği şekilleri resim sandığı için annesini ressam sanan küçücük bir kız çocuğunu."



08 Temmuz 2017

Malika Favre


Malika Favre Londra'da yaşayan bir Fransız çizer ve tasarımcı. (Her yerde böyle yazıyor ama adının Malika (Melike) olmasından dolayı Fransızlığının yanında bir de doğulu bir coğrafyanın da izleri var galiba.)


Malika Hanım az ve öz çiziyor, yani eserlerine bakıldığında hemen görüleceği üzere figürleri, ayrıntıları ve renkleri azaltarak (aslında çoğaltarak) çiziyor.



Her şeyi karmaşık hale getirdiğimiz bir çağda bu tür çalışmalar ruha ilaç gibi geliyor.

Sanatçının imzası

04 Temmuz 2017

Çocukken Ansiklopedi Okumak

Milliyet gazetesinin 4 Temmuz 2017 tarihli nüshasının 4. sayfasında "Sony'den plak fabrikası" haberini görünce zincirleme düşünceler beni ansiklopedilere götürdü. Hepsini birlikte düşünmek mümkün; plak, kitap veya ansiklopedi, somut analog verilere sahiptir. Cep telefonu benzeri nesnelerin aksine uzun yıllar direnebilme güçleri beni hep büyülemiştir.

Küçük bir şey bazen çok büyük bir öneme sahip olabiliyor. Çocukken ansiklopedi okumak mesela, önemsiz gibi görünüyor şimdi. Fakat benim için çok değerliydi. Öyle ki mesleğimin temelinde Meydan Larousse Ansiklopedisi'nin bulunduğunu söyleyebilirim.

Çocukluğumda uzun uzun yürüdükten sonra (Nurtepe'den Kağıthane'ye inip, oradan Çağlayan'a çıkarak) mahalle arasında kalmış o zaman gözüme çok büyük görünen o küçümen halk kütüphanesine varmak ve bir Meydan Larousse cildini alıp dünyayı keşfetmek çocuk aklımla büyük bir tecrübeydi.

Her şeyden önce ansiklopedi fikri olağanüstü zekice bir girişimdir. Ansiklopedi, insanlığın bilgi birikiminin bir özeti, belki daha doğru bir ifade ile özetin de özetidir. Ansiklopedi sayesinde binlerce yıllık bilgiyi cilt cilt okumak mümkün oluyordu.

Şimdi çoğu insana, dijital hayatın rahatlığı içinde söylenen bu sözler anlamsız gelebilir. Çünkü internette hemen her türlü bilgiye ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Oysa inkar edilemeyecek yararlarının yanında şurası bir gerçek ki internet bir çöplük aslında. Doğru bilgiye nereden ulaşacağınızı bilmeniz gerekiyor. O da yetmiyor edindiğiniz bilgiyi başka sitelerden doğrulatmanız gerekiyor. Bazen bilgi aldığınız, güvenilir olduğunu düşündüğünüz bir site gün geliyor hiç olmamış gibi yok oluyor. 

Lisede gazetelerin "Ansiklopedi Savaşları" dönemine tanık oldum. O zamanlar en iyisini Milliyet gazetesi veriyordu. Ben de Milliyet okumaya başlamıştım bu sayede. Kuponları alıp Cağaloğlu binası önünde sıraya girip her ay elimde insanlığın bilgi birikiminin bir parçasıyla eve gitmek ve okumak da ayrı bir heyecandı. Tabii zaman değişmiş, ansiklopedinin adı Büyük Larousse olmuştu.

Sonra başka ansiklopediler keşfettim. Celal Esad Arseven'in Sanat Ansiklopedisi, eski ve yeni İslâm ansiklopedileri, 42 yılda tamamlanabilen sabırtaşı İnönü Ansiklopedisi (sonra adı değişiyor Türk Ansiklopedisi oluyor), Reşat Ekrem Koçu'nun inanılması güç bilgiler içeren yarıda kalmış İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı'nın somut İstanbul Ansiklopedisi...

Bilindiği gibi önceleri analog bir düzen vardı. Mesela 1990'lı yılların başında bir gazete arşivinde işe başladığımda raflarda birkaç bin kitap, daktilolar, metal bir kartoteks dolabı ve binlerce dosya ile karşılaşmıştım. Fotoğraf ve bilgi dosyaları ayrı dolaplarda saklanıyordu. Fotoğraf dosyalarının içinde karta basılı siyah beyaz/renkli fotoğrafların yanında küçük zarfların içinde negatif filmler veya dialar vardı. (Şimdi kaç kişi cep telefonundaki veya bilgisayarındaki fotoğrafları karta bastırıyor?)

Sonra komutlarla çalışılan, DOS tabanlı, tüplü ekranı olan Windows 3.1 kurulu bilgisayarlar, disketler geldi. Daktilolar depoya indirildi. Önceden kartotekse bakmadan en çok istenen dosyaların nerede bulunduğunu bilir ve saniyeler içinde istenen dosyayı bulurken artık dosyaların yerini ezberlemeye gerek kalmadı. İlginç olan sürecin daha da hızlanması ama bilgiye erişimin yavaşlamasıydı. Bir çekmeceyi açıp dosya numarasını bulup sonra dolaptan çıkartmak birkaç saniye sürerken, işin içine bilgisayarlar girince süreç uzamaya başladı. (Hele bilgisayar arızalandıysa ve bir başka yerde de kaydı yoksa çok sinir bozucu bir durumdu.)

Lisans sırasında kısa bir süre (önce staj gereği, staj bitiminden sonra da gönüllü) Tarih Vakfı arşivinde çalışmıştım, her şey o kadar sakin ve durağandı ki arkasından bir gazetede çalışmaya başlayınca istenen her şeyin son derece kısa bir zamanda, saniyeler, dakikalar hatta en geç bir iki saat içinde bulunması gerektiğini gördüğümde bu hızdan çok ürktüğümü hatırlıyorum.

Ansiklopediler çalıştığım kurumun bir parçasıydı. Onlarla birlikte aynı çatı altında olmak çok güzeldi.  (Ancak yeni zamanların yöneticileri bu güzelliklerin farkında olmadı ve artık internet var diye düşünüp, yer kapladıkları gerekçesiyle ansiklopediler ve diğer başvuru kaynakları çalışma alanlarından uzaklaştırıldı.)

Ansiklopedi okumanın tahmin edilemeyen, şaşırtıcı sonuçları olabiliyor; dünyanın bir katmanına daha nüfuz edebiliyor, küçük bir bilgiyle benzersiz bir düşünceye sahip olabiliyorsunuz.

Tıpkı plaklar, kitaplar, dolmakalemler, mürekkep şişeleri ve güzel defterler gibi, ansiklopediler de çok güzeldir, iyidir.