31 Ağustos 2017

Zen ve Haiku



Geçen akşam üzeri bir kitabevinde Zen ve Haiku isimli kitabı görünce, işte tam da aradığım kitap deyip aldım. (Doğu öğretileri üzerine pek fazla eser yok maalesef, her yerde Batı felsefesi ve düşünce sistemlerine ait kitapları var.) 

Boyutu biraz ikirciklendirse de kitap çok güzel görünüyordu, üstelik D. T. Suzuki üstadın eseriymiş deyip fazla düşünmedim. Lakin kitabın Türkçesiyle sorunla yaşıyorum. Hemen her sayfada "olmasaydı böyle" deyip, satırların altını, bazı kelimelerin ya da cümlelerin üzerini çizerek, soru işaretleri ekleyerek okuyorum. Yine de Zen ve Haiku kitabında not alınacak güzel yerler var.

Kitabın girişinde İlhan Berk'in adını söylemese de Zen düşüncelerini özetlediği, haiku'nun özünü anlattığı bir şiiri var ki, bence şairin söyledikleri Suzuki'nin sözlerinden daha etkileyici olmuş:
  
"Şiir bağışlamaz: Ya vardır, ya yoktur.

Şiir yalnızlıklarla (bir kıyıda çiçeğe durmuş süsenler, danaburunları, yıkıntılar, kapalı odalar, akşamüstleri, eski fotoğraflar bırakılmış evler, balkonlar, büyük küçük sular, çan kulesiz kiliseler, iç avlular, kuş ölüleri, çakıllar, ıssız kıyılarla) büyür.

Ozan yalnızdır çünkü.

Birdenbiredir şiir. Birdenbire çıkan bir deniz, bir ağaç, bir yüz, bir sokak.

Bazı şiirler kapalı havalar gibidir: Kapalı göklerin hüznü vurur onlardan.

Bütün iyi şiirlerden kalan budur."

Şiirin Gizli Tarihi, İlhan Berk

Ek okuma: "Zen ve Yaşama Sanatı"

25 Ağustos 2017

Onoto ve Dolmakalem Logoları Üzerine

Onoto Magna Classic

Dolmakalem logoları arasında en sevdiğim logo Onoto'nun olabilir. Bu logoyu ne zaman görsem aklıma Ayasofya'daki sütun başlıkları üzerinde bulunan stilize akantus yapraklarının ortasındaki monogramlar geliyor. 


Özellikle imparator Jüstinyen'in logosunda irice bir N harfi var. 

(Bu arada Scrikss'in logosu da bence ister istemez akla süper güçlü bir çizgi roman kahramanını getirdiği için hoşuma gidiyor.)

Onoto, dolmakalem dünyasının pek fazla bilinmeyen tarafında yer alan bir İngiliz markası. 1905 ile1958 yılları arasında üretim yaptıktan sonra kapanmış ama aradan 47 sene geçtikten sonra 2005'te yeniden diriltilmiş. Kalemleri birinci sınıftır. (Tanıdığım tek Onoto sahibi olan doktor arkadaşıma da selam göndereyim. Kendisi tıpkı kalemi gibi bir İngiliz beyefendisi aurası taşır.)  



İkinci kez dünyaya geldikten sonra üretilen Onoto kalemlerinin sağlamlığı henüz test edilmedi ama markanın önceki hayatından çok güzel bir örnek var: Medina isimli bir İngiliz gemisi 1. Dünya Savaşı yıllarında (1917) bir Alman denizaltısı tarafından batırılmış. Batık 1987'de bulunmuş. 

tedaviden önce
 
tedaviden sonra

Geminin taşıdığı ve 70 yıl su altında kalan eşya arasında Onoto dolmakalemleri de varmış. Yıllar sonra yapılan müzayede sonucu Onoto yöneticileri bir kalemi almış ve kalem doktoru Laurence Oldfield'a göstermişler. Sadece paslanan piston çubuğu ve küçük bir iki parça değişiminden sonra kalem eskisi gibi gayet güzel yazmaya başlamış.

23 Ağustos 2017

Masada Bir Yerde



Masadaki çatlağı düşünüyorum.

Leonard Cohen'in Anthem şarkısında da geçen o sözcükler de arkasından geliyor: "There is a crack, a crack in everything / That's how the light gets in"

İşte her şey böyle, temiz bir çatlak olmalı ki ışık kendine bir yol bulsun. Bu yüzden kusursuz olan her şeyde ışık yoktur.

Belki 5 yıl oldu, bir sohbet esnasında, kalemseverlere "ben ucuz kalemleri seviyorum" dediğimde gülmüşlerdi.

Oysa ışıktan söz ediyordum.

17 Ağustos 2017

Bu Yazıları Neden Yazıyoruz?



Çok şahane bir kitaba başladım. 
 

Teorik yazılardan bıktığım bir dönemde Haluk Çobanoğlu'nun iyileştirici kaleminden bu güzel çalışma çok iyi geldi bana. Bir fotoğrafçıdan, düşünen bir insanın dünyaya bakışından öğrenilecek çok şey var. İyi ki bu yazılar derlenip toplanmış. 

Ayrıca Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz? isimli bu eserin yazarını da tanımanın gururunu hissettim okurken. Haluk Çobanoğlu, o mütevazı anlatım biçimiyle sevdiği fotoğrafları, kitapları ve insanları anlatıyor.

Sadece fotoğrafla ilgilenenler için değil, Bu Fotoğrafları Neden Çekiyoruz? her iyi eserde olduğu gibi edebiyat ve yazı kültürünü sevenler için de bulunmaz bir nimet.

13 Ağustos 2017

İki Kalem Arasında

Lamy 25P OM
Kırtasiye sevenler arasında mutlu bir azınlık vardır; onlar dolmakalem, mürekkep ve kâğıt dünyası ile karşılaşınca küçük ama sarsıcı bir deneyim yaşar. Başlangıçta büyük bir hevesla işe başlanır, bir şekilde mürekkep ve kâğıt meselesi çözülür (daha sonra mürekkep ve kâğıt konusunda her şeyi çözdüm tavrının ne kadar ne kadar yanlış olduğu anlaşılacaktır ama daha bu durum için gereken zihinsel hazırlık tamamlanmadığından bu kısmı başka yazılara bırakıp geçelim - ne de olsa mürekkep şişesiyle hava atılamıyor) ama ya dolmakalem? 

Hangi dolmakalem iyidir, hangileriyle yazmaya başlamalı veya başlangıçta hangi dolmakalemleri almalı? İki kalem arasında kaldım, Pelikan mı Montblanc mı? Sailor veya Sheaffer, Faber-Castell'in şu modeli mi ya da Scrikss mi almalıyım? Hangisi daha iyi? TWSBI, Pilot, Waterman, Visconti ya da Lamy? 

Sıkça karşılaştığım sorular bunlar. İşte başlangıçta kafa karıştırıcı ve zihin bulanıklığı yaratan bir evredeyiz. Kimi prensi bulmak için bütün çirkin kurbağaları öpmeye çalışır, elbette bunun maddi bir külfeti vardır, ne de olsa dolmakalemler (iyi dolmakalemin pahalı olduğu varsayımı nedeniyle ve gerçekten iyiyi bulmanın zor olması gibi etkenlerden dolayı) ucuz şeyler değildir, kimi de başkalarından medet umar.

Diyelim ki seçenekleri azalttınız, sonra uzun uzun düşünüp taşınmalardan, bilgili olduğu düşünülen kişilere danışıldıktan sonra bir veya birkaç dolmakalem üzerinde karar verilir. (Bu kişilerin aslında kendi kişisel deneyimlerini anlattığı görmezden gelinir.)

İşte bu noktada derin bir hayal kırıklığı yaşanılması mümkündür. O bilgili kimselerin övdüğü kalem ertesi gün kapağı açılır açılmaz mürekkep akıtır, hani Youtube videolarında binlerce beğeni alan, gülümsemeler eşliğinde anlatılan kalemin ucu da kâğıt üzerinde yağ gibi akıp gitmek bir yana cızırtılar eşliğinde yazmaya çabalar derken üzüntü kaynakları işte böyle çoğalır.

Sailor ProGear Sapporo MS
Öyleyse ne yapmalıyız?

Bence gözümüze kestirdiğimiz o olağanüstü, o eşsiz kalemi çöpe atın. İkinci kalemi, yani size uygun kalemi arayın. 

Mükemmel kalemin peşinde koşmak, hayal kırıklıklarıyla yaşamak gibidir. Öyle bir kalem yok, çünkü mükemmel insan veya kusursuz bir makine de yok.

Demek istediğim, hayatımızın bütün evreleri için geçerli olan olaylar zinciri yazı dünyasında da aynıdır, farklı bir şekilde tezahür etmez. Başkalarının bilgileri genelgeçer bilgiler değildir. Evvela kendimizi tanımalıyız.


"CÜMLENİN MAKSUDU BİR AMMA RİVAYET MUHTELİF"

Burada okumanın önemini vurgulamak isterim. 

Elinize denemek için bir kalem uzatıldığında kendi adınızı yazmak dışında özlü bir sözü, mesela Muhibbî'den yukarıda alıntıladığım ara başlıktaki gibi bir beyit yazmak güzelliğini yaşamak istemez miydiniz? Keşke Bryan Magee'nin Felsefenin Öyküsü kitabının yazı dünyası için bir versiyonu olsaydı, o zaman işimiz çok kolaylaşırdı. En azından hangi yöne gideceğimizi bilir, kaybolmazdık.

Öyleyse kendimizi tanımanın dışında bir başka anahtar kelimeyi de bulduk: Yön.

Bu noktadan sonra geriye kalan şeyleri bulmak için daha sağlam adımlar atabiliriz. 

10 Ağustos 2017

Zamanın Ruhu


"Elmas gibi tıraşlı büyük bir zar şeklinde mürekkep hokkası, su veya buzun donuk mavi rengini veriyordu. Oklu kirpinin sert kıllarından kalem sapları, o belli belirsiz yağlı tonlarıyla hayvani bir hayatın görünüşünü yansıtıyorlardı. Çubuk halindeki mühür mumunun çiğ kırmızısı, mürekkep ucu kutularının renkli vinyetleri, makasın soğuk çelik parıltısı, sigara tablasının cila ve yaldızı, kâğıt bıçağının bronzu... Bütün bu faydaya ve güzelliğe hizmet eden öteberi, masanın üstünü hemen bir sürü şeyle örtüverdiler. Bu bolluk içinde, göz, bir bir oyalanıyor, bir izlenim, bir anı, bir ilham yakalamaya çalışıyor, sıkılmıyordu." 

August Stringberg, Açık Deniz Kenarında, Everest Yay., 2016, s.43


Kitap 1890'da yayımlanmış, günümüzdeki kalemlere benzer dolmakalemin patenti daha 6 yaşındaymış, sayfa kenarına küçük işaretler çizdiğim Sailor kalemin doğuşuna (1911) ise daha 21 sene var. 

Zamanın ruhu masamızda geziniyor.

08 Ağustos 2017

Açık Deniz Kenarında Kaybolma Kılavuzu

İstanbul, 2017
August Strindberg (1849-1912) çok yetenekli ve kafası çok karışık bir sanatçıymış.

Daha çok oyun yazarı olarak biliniyor olsa da August Bey, tiyatro dışında pek çok konuyla ilgilenmiş aslında; kendisi aynı zamanda bir ressam, deneyler yapmayı seven bir fotoğrafçı (fotoğraf makinesi ve lens kullanmadan gökyüzünün fotoğrafını çekmeye çalışmış mesela), şair ve roman yazarı.


August Strindberg, otoportre, 1886
Behçet Necatigil çevirisiyle ışıldayan Açık Deniz Kenarında isimli kitabı ise bu mevsimde düşüncebi bile insanı serinleten deniz üzerine düşünmek için çok iyi bir fırsat sayılabilir.

Ben de öyle yaptım, fakat deniz öyle bir şey ki kahve, mürekkep derken Rebecca Solnit üstadın Kaybolma Kılavuzu isimli kitabına kadar geldim. Çünkü Açık Deniz Kenarında kitabıyla Kaybolma Kılavuzu arasında bağ kurmak da pekala mümkün.


August Strindberg, otoportre, 1886
"Kimliğin çakılıp kaldığı coğrafya katı bir yer değildir; onu kayalar ve topraklardan ziyade tıpkı şarkılardaki gibi, anılar ve arzular oluşturur." diyor ya Solnit, Açık Deniz Kenarında tam da böyle bir coğrafyadan ibaret, yani anılar ve arzularla dolu bir kitap, okumak, yazmak ve düşünmek için biçilmiş kaftan.

04 Ağustos 2017

Leonardo da Vinci'nin Defterine Bakmak


Openculture'daki haber çok güzel, Leonardo da Vinci (d. 1452, ö. 1519) üstadın sol elle ve ayna yazı yöntemiyle tuttuğu kişisel 570 sayfalık defteri taranmış ve büyük bir nimet olarak karıştırılmayı bekliyor.



Dünyanın en büyük ikinci kütüphanesi British Library tarafından meraklılara açılan Arundel yazması (Codex Arundel) olarak bilinen bu defter üstadın bilimden sanata uzanan ve kişisel notlarını da içeren bilgiler barındırıyor.

Küçük bir not: British Library'de, 14 milyonu kitap olmak üzere 170 milyon arşiv malzemesi var ve bin civarında çalışanı bulunuyor. Sitelerine bakmakta büyük fayda var.


Leonardo da Vinci'nin yazdığı sayfalara bakmak, bir dehanın zihninde gezinmek gibi.

Yüksek çözünürlüklü bir arşiv çalışması olduğundan iyice büyütüp hem eğlenceli hem de hayret verici ayrıntılara bakmak mümkün.


03 Ağustos 2017

Düşüncelerin Aynası ile Dolmakalem



DÜŞÜNCELERİN AYNASI

Kitaplar da insanlar gibi, kimisi hayata 1-0 önde başlıyor. Efsane bir yazarı, iyi bir çevirmeni, etkileyici konusu ve kapağı ile bütünlüklü olan kitap görülür görülmez insanda hayranlık uyandırabiliyor.

Düşüncelerin Aynası da işte bu özelliklere taşıyan doğuştan şanslı, iyi bir kitap. Kapak resmi Alfred Rethel'in Ölüm Duası isimli eseri (kitabın arkasında böyle yazıyor ama resmin özgün adı Der Tod als Freund (Arkadaş Olarak Ölüm). İsmini bir kenara bırakırsak kitabın özüne son derece uygun bir çalışma. (Zaten Gallimard baskısının kapağında yine aynı resim var.)



Michel Tournier bu deneme kitabında bu tarz ikilikler yoluyla (Söz ile Yazı, Ruh ile Beden, Güneş ile Ay, Söğüt ile Kızılağaç, Su ile Ateş, Tuz ile Şeker, Tarih ile Coğrafya, Gri ile Renkler, Tanrı ile Şeytan, Kadın ile Erkek, gibi) düşüncelerini anlatıyor.

Geçen sene vefat eden Michel Tournier kitabını oluşturan düşünceyi şöyle anlatmış: "Bu ikili yöntem olağanüstü verimli oldu, tüm kitabın ondan çıktığı söylenebilir. Hani bir kavram tek başına düşünceye delemediği kaygan bir yüzey sunuyormuşçasına. Buna karşılık, kavram karşıtıyla birlikte ele alındığında, patlıyor ya da saydamlaşıyor, iç yapısını gösteriyor. Kültür yıkıcı gücünü ancak uygarlığın karşısında açığa vuruyor. Boğanın boynu atın sağrısını gözler önüne seriyor. Kaşık anaç tatlılığını çatal sayesinde ortaya koyuyor. Ay bize ne olduğunu güneşin alnında söylüyor..."



KALEM

Lamy Safari ve al-Star dolmakalemleri de etkileyici tasarımı ile yine hayatına pek çok kalemden önde başlıyor. Bu dolmakalemleri satın alırken dikkat etmek gerekiyormuş, hatalı uçlar çıkabiliyormuş, ergonomisi de söylendiği gibi çok iyi değilmiş deseniz de tüketici için sonuç değişmez. Ben nasıl Tournier okurken mutlu oluyorsam bazı insanlar da Lamy Safari kullanmaktan çok hoşnut. Sanat tarihinde belki Mona Lisa'dan veya Ayçiçekleri'nden çok daha güzel binlerce yapıt varken herkesin bu eserleri övmesi gibi bir durum. Çünkü onlar önde, çünkü onlar hem iyi hem göz kamaştırıcı. Çünkü onlar bize iyi geliyor.