31 Aralık 2019

"Geçen gün ömürdendir"

 
"Yeniyiz zannedende yeniye hiç yer yok, insan eski bir tekrar, eski bir ezber."

 Şule Gürbüz, Öyle miymiş?, s.168

07 Mayıs 2019

Mayıs Rüzgârı, Siham-ı Kaza ve Sidharta


Eskiden ara sıra bir haiku yazardım, şimdi her gün yazıyorum. En kısa şiir biçimi olan haiku Orhan Veli Kanık ve Roland Barthes gibi sevdiğim pek çok yazarı ve düşünürü etkilemiş. Basitliği, sadeliği ve kuralları bir yana haiku sanatı yüzlerce yıllık tarihi ile aslında hiç de basit ve sade bir şiir biçimi değil. Haiku bir hayat tarzı aslında.

Haiku yazmaya başladığımdan beri, çevreye daha dikkatle bakar oldum. Bir serçe, gündoğumu, yere düşmüş bir yaprak, gökyüzündeki bulutlar, yağmurun güzelliği, rüzgâr, günbatımı, kanepede uyuyan kedi, ağaçların renkleri ve ay ışığı gibi nereye bakarsam bakayım hayatın devam ettiğini, tabiatın her zaman değiştiğini görüyorum.

Tarih eğitimi alanlar da günümüze ve geçmişe bakışta benzer bir farkındalık yolunda ilerler. Prof. Dr. Kemal Beydilli hocamızın bir dersinde Osmanlı - Lehistan ilişkilerini incelerken mizah yoluyla anlattığı tarihi bir olay geliyor aklıma, olayın kendisi hiç önemli değil aslında buradaki bakış çok önemli. 

Bence günlük hayatımıza da böyle, tıpkı bir bahçeye, bir ormana bakar gibi, mevsimlerin değiştiğini ve nelerin gelip gittiğini görmek için biraz uzaklaşıp kanat çırparak uzaktan bakmalı, mesafe bırakmalı ve dikkat etmeliyiz. Göreceğimiz şey hakikattir; değişim kaçınılmaz, değişime engel olunamaz. 

Benzer şekilde Gılgamış ölümü yenmek için mücadele etse de başarısızlığa uğrayacağını onun dışındaki herkes biliyordu.

Her şey bir yana bakışımızı netleştirdiğimiz zaman bir mürekkep lekesinde bir ömür (Nef’î) veya bir tohumda koskoca bir ağaç görebiliriz:

SİDHARTA 
 
niyagrôdhâ
koskoca bir ağaç görüyorum
  ufacık bir tohumda

o ne ağaç ne tohum
om mani padme hum (3 kere)

sidharta buddha
ben bir meyvayım
 ağacım âlem
ne ağaç
 ne meyva
ben bir denizde eriyorum
om mani padme hum (3 kere)  
 
(Asaf Halet Çelebi, 1953) 

12 Mart 2019

Sevgi




Bir kitabın girişinde gördüm bu ayrıntıyı.

Yazarından okuruna bir armağan, birkaç güzel söz. 

Siyah mürekkep pençelerini gösterip yayılmış kâğıda. 

Dolmakaleme uygun bir kâğıt olmadığı aşikâr ama çoğu kitap böyle basılıyor hem zaten burada kâğıdın, kalemin, mürekkebin bir önemi yok.

Sevgiyi görmek, bir iki güzel söz duymak güzel. Önemli olan; yazmak, okumak, düşünmek ve kendi yazı karakterini bulmak için çaba göstermek. 

Düşünceler de mürekkep gibi dağılıp gidiyor bazen, vaktimiz olmuyor yazmaya, vakit bulunca yazıya yerini bulduğu da oluyor, o da geniş zamanlarda.

Öyleyse kalemi kâğıdı mürekkebi olana geniş vakitler dilemek gerek, ömür kısa.

18 Ocak 2019

Rahmi Koç ve El Yazısı


Rahmi Koç 89 yaşında. 

Dile kolay, koca bir ömür bu. Ama ona sorarsanız belki de
Muhammed Lutfî'nin dizeleriyle şöyle bir yanıt verebilir: 

"Geçer bir lahzada rü’yâ misâli ömrü insânın"


Rahmi Koç giyimiyle kuşamıyla, kişisel hayatındaki ilkeleriyle memlekette kendini bilen erkekler için örnek alınan biri ve elbette iş dünyası için de son derece önemli bir figür. Onunla yapılan röportajlar hep çok okunur, ben de ilgiyle okurum.

Bugünkü Cumhuriyet gazetesinin arka sayfasında "Zaman Hazinem" başlıklı yazıyı görünce yine aynı merakla okudum.

Tecrübelerini, bildiklerini, kişiliği ile ilgili önemli ayrıntıları anlatmış.

Yazının sonundaki başlık ise benim Rahmi Koç'u neden çok sevdiğimi açıklar gibi: "El Yazısı Başka..."

Şöyle diyor Rahmi Koç,

"El yazısı ile yazılan mektup, hatta el yazısı ile atılan güzel bir imza, o mektubun değerini artırır diye düşünüyorum. Birisinden el yazısıyla mektup aldığım zaman yahut el yazısıyla bir kart yazmışsam yahut imzalamışsam büyük bir keyif alıyorum. Hatta yeni yıl kartları gönderen kişi, el yazısıyla küçük bir şeyler yazdıysa mutlaka cevap veriyorum."


04 Ocak 2019

Madenci ve Aynası

Nikon D700, Nikkor 50mm f/1.4D

Ekonominin ağır aksak gidişinden dolayı artık iyice azalsa da kaliteli kitaplar görmek sevindirici.  

Madenci de bu ara çıkan nadir ve güzel kitaplardan biri. İlk kez 1908'de yayımlanmış. Fakat roman hiç 100 yaşındaymış gibi durmuyor, sanki dün yazılmış gibi taze. Çevirmeni de kendisiyle fotoğraf üzerine konuşmaktan büyük heyecan duyduğum Sinan Ceylan. (Geçen yıl, 19 Ekim'de fotoğraf üzerine sorduğu bir soruyu halen düşünüyorum.)

Bir kenarda birikmiş nice kitap varken, daha yeni aldığım bir kitaba hemen başlamak haksızlık gibi geliyor bana. Şöyle bir bakıp sıraya alayım derken nasıl olduysa ilk cümlelerle birlikte kafası son derece karışık 19 yaşındaki genç kahramanın peşinden ben de yürümeye başladım. Artık genç sayılmasam da benim de aklımdan başka bir coğrafyaya ve zamana uygun benzeri gevezelikler, kararsızlıklar, benzeri tereddütler veya akışa uymalar var. Kahramanın zihni düşünce denizinde iştahla hiç durmadan büyük bir gevezelikle yüzerken okumayı bırakmak zor.
 
Yazarı modern Japon edebiyatının büyük yazarlarından biri Natsume Soseki.  
Japon edebiyatına Yasunari Kawabata ile başladım galiba. Sonra Abe Kobo ve Tanizaki geldi belki. Sıralama çok önemli değil, en sevdiğim ise tartışmasız Haruki Murakami.

Madenci'nin sonsözü de Murakami imzalı zaten, bu da ayrı bir güzellik.

Neyse, kitabı bir kenara bırakayım şimdi. Başka şeylerden söz edeyim.

Yazıyla çiziyle ilgilenenler, günlük tutan insanlar, başkalarının fikirlerini değil de kendi fikirlerini kâğıda dökenler de bir tür madenci sayılmaz mı? Henüz dünyanın keşfedilmeyen, gidilemeyen yerlerinin olması gibi insan ruhunun da görmediğimiz, anlayamadığımız yerleri var. Çizgiler, harfler ve kelimeler de bir madenin damarları. Nereye varıyor acaba? 

Deftere düşen dürüst harflerimize bir büyüteçle daha yakından bakmak ile bir aynaya bakmak arasında büyük bir fark var mıdır? 

Aynada bize bakan ikiz kardeşimizi görmek ve daha önce hiç bilmediğimiz şeyleri anlamak mümkün mü?

Geçen gün, koluna girip birlikte merdivenleri adım adım çıkarken artık yaşlı olduğunu söyleyen çok sevdiğim bir büyüğüm ile konuşuyordum. Eve vardığımızda konuşmaya devam ettik. Hastalık onu iyice zayıflatmış. Sonra çok yorgun olduğunu söyledi. Konuşurken bir ara durdu, aklına bir şey geldi galiba dedim. "Biliyor musun oğlum gönül hiç yaşlanmıyor," dedi.