26 Eylül 2018

Sadık Ruslan, Jaguar Kitap, Okurlar ve Editörler Üzerine


Bir okurun hayali nedir?

Bu isimsiz bir okur olmasın somutlaştıralım, diyelim ki sevgili okurumuz Jorge Luis Borges olsun, cenneti kütüphane olarak düşleyen biri "daha çok okumak" diye cevap verirdi muhtemelen.

Ben de kitaplara düşkünüm, çantamda hep kitap taşırım, ortaokul öğrencisiyken Nurtepe'den Çağlayan'a yürüyerek gider, Çağlayan İl Halk Kütüphanesi'nden kitap alır, yine yürüyerek dönerdim. Benim için büyük maceraydı o kitaplara ulaşmak. Sonunda insanlık tarihinin başyapıtlarına, yeni maceralara doğru yelken açardım.

Eski bir alışkanlık işte, hep daha çok okumak istedim, yazmaya hep daha az vakit ayırdım. Okur tuhaf bir varlıktır. Bazen okuduğu kitabı çok beğenir de bir cümlesini başka türlü okuyabilir, başka bir cümleye dönüşsün ister. İşte bu an okurun, yayınevinin mutfağında pişen yemeğin kokusunu aldığı andır.


Jaguar Kitap, yayımladığı her esere büyük özen gösteren bir yayınevi. Şüphesiz bu durum yayınevinin kralı olan Behlül Dündar'ın iflah olmaz bir okur olmasından kaynaklanıyor.

Yıllar yıllar önce, Sirkeci'deki Büyük Postane'nin karşısındaki Baks isimli artık olmayan kafede, cebimde dolmakalemlerle Behlül'ü bekliyordum. Bana New York'tan bir saat kitabı getirmişti. Geldiğinde hem saat kitabı için hem de kitap seven biriyle oturmak harika bir duygu olduğu için çok sevindim.

O gün kahve içtik, bir yandan kitabın sayfalarına baktık bir yandan edebiyat hakkında konuştuk. O gün Behlül'ün sandığımdan daha büyük bir kitap okuru olduğunu anladım. Bu deniz yerine okyanus ile karşılaşmak gibiydi, aradaki farkı anlamak hemen mümkün değildir ama sezmek olasıdır.

Behlül, yazarlardan, kitaplardan, öykülerden, romanlardan öyle büyük bir coşkuyla söz ediyordu ki söylediği her kitabı gidip okuma isteği sarıyordu beni. İnanılmaz ama halen öyle, yorulmadı, bıkmadı şimdi de ne zaman konuşsak edebiyat ufkumun genişlediğini, daha derin suların varlığını hissederim. Behlül bir kitabın, bir öykünün can alıcı noktasını bir bakışta gören, öyle ki kitabı neredeyse yaşayan halis bir okurdur. Behlül gibi bir kitap okurunu daha önce görmemiştim, daha sonra da göremedim.


Yıllar sonra, öyle çok kitap okumuş olmalı ki Behlül, birden Jaguar Kitap'a dönüştü. Ben de kendimi bu yayınevinin doğal bir parçası olarak buldum. (Hatırlıyorum da 20-30 yıl boyunca kitap kapaklarından şikayet eden, çirkin kapaklı güzel kitaplara A4 kâğıtlarından yeni kapaklar uyduran bir okur olarak, Jaguar Kitap'ın kapakları belirlenirken, konsey üyesi olarak kendi fikrimi söyleyebilmek, bu fikir üzerinden okyanus ötesinden bir tasarımcının hemen çalışmaya başlaması ve nihai kapak için yeniden düşünce üretmek muazzam bir keyif. İşin içinde olunca kapak için gösterilen özenin buzdağının görünen yüzü olduğunu, editörlük kısmına çok daha büyük bir emek verildiğini görüyorum.)

Ancak hakikatler acı, profesyonel yayıncılıkta amatör okurlara yer yok. Kendimi geliştirmem, daha çok okumam, kurslara gitmem, daha çok öğrenmem gerekiyordu. Bu aşamada insanın çevresindeki hazinesi önemli, çünkü editör arkadaşlarımın olması bir şans, hele hele bu arkadaşların memleketin en iyi editörleri olması büyük bir lütuf. Öğrenmenin sonu yok, sonu yok.

En temel öğretici ise kitabın kendisi. Her kitap bir üniversite gibi. Yazar Küba'dan yola çıktıysa oraya gitmek gerekiyor, Rusya'da, Platonov'un memleketinden geldiyse başka bir heyecanla başka kütüphanelere yürümek gerekiyor.


Kitap büyülü bir nesne. Her kitap çoğu okurun karşısına pişmiş bir halde gelir. Yayınevlerinde ise henüz hamur halindedir, daha çiğdir, olmamıştır. Çeviri bir eserse eğer, özgün metni çeviren kişi büyük önem taşır. Georgi Vladimov'un başyapıtı Sadık Ruslan'ı Kayhan Yükseler çevirmiş. Biliyorum, çeviri uğraşı zordur, bazen birkaç ay uğraşılır kitapla, bazen yıllar sürer. Ahmet Cemal'in çevirdiği kimi kitapları benim gibi yıllarca bekleyenler vardı.

Bilindiği gibi bir kitapta çok insanın emeği vardır. Filmlerin sonunda çıkan onca ismi şaşkınlıkla okuyanlar kitapların künyelerine de bakar. (Ne yazık ki kitapların künyelerinde emeği geçen pek çok isim yer almaz. Çevirmenler örgütlüdür, kitabın kapağına isimlerini yazdırabilirler de editörler hep çaresizmiş, sahipsizmiş gibi gelir bana, gibisi fazla belki öyle. Editörün bu memlekette hakkı hukuku yok. İzledikleri filmler hakkında yalan yanlış ahkam kesenlerin bile dişli dernekleri var ama editörlere münzevi olmaları, görünmez olmaları gerekiyormuş gibi bakılıyor.

Yeri gelmişken yazayım, bence bütün kitapların künyesi yarımdır. Şimdi bulamadım ama 1990'ların sonunda bir kitap almıştım, künyesinde matbaa işçilerinin ismi vardı, çok güzel bir kadirşinaslık örneğiydi.)

İşin editörlük yanı çok dertlidir. Bazen çeviri öyle bir halde gelir ki editörler aylarca işin içinden çıkamaz, bilenlere danışılır, küçük ayrıntılar büyük dertler doğurur. Bazen eğrilerden doğrulara varmak için başka kitaplar okunur, kaynakçalar taranır, kitaba aktarılamayacak kadar çok şey öğrenilir. Bir sayfa sözcüğün arkasında binlerce sayfanın, binlerce sözün olduğu görülür. Göl zannedilen yerin deniz olduğundan şüphe edilir, evet denilen yerde hayır dendiği anlaşılır. Kısacası editör Küçük Kara bir Balık'tır, deniz ise büyük ve uçsuz bucaksızdır, mücadele etmeden sonuç alınmaz.

(Kimi yayınevleri ise editörleri köle gibi çalıştırır da adını bile yazmaz kitaba, kimi vicdansız yayıncılar da kitabın iki-üç haftada yayına hazır olmasını isterler, kafası gözü yarılmış kitaplar çıkar piyasaya, o yayınevlerinden ve kitaplarından uzak dururum.)

Lafı çok uzattım, bitireyim artık:

Demem o ki işin mutfağında kan, ter ve gözyaşı vardır.



Sadık Ruslan önemli bir eser, Natalia Suvoroa'nın emeği çok büyük, kendi adını yazmamış ama kitabının editörlük sürecinde Behlül'ün de çok büyük payı var, nihayet gururla söyleyebilirim ki çorbada benim de tuzum var.

Kitabın özüne gelince Sadık Ruslan, hayvanlardan söz ediyor ama hayvanların en büyük dostu ve en acımasız düşmanları üzerine düşünmek için de iyi bir fırsat. İnsan her zaman yeryüzünden Ay'a bakıyor ama Ay'dan dünyaya bakmıyor.

Okumak güzel şey.