günlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
günlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

06 Nisan 2017

Kibrit Kutusundaki Defterler

Mehmet Fuad Tokad (1893-1960)
Timaş güzel kitaplar yayımlıyor. Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, İhsan Sönmez'den M. Fuad Tokad'ın Kibrit Kutusundaki Sarıkamış-Sibirya Günlükleri isimli kitabı almış, muhakkak bu kitabı yazmalıyım demiştim. Ne olduysa kitabı bir kenarda unutmuşum. Lakin hatanın neresinden dönülse kârdır, düsturuyla kitabı bulur bulmaz, bu sefer yazmayı ertelemedim. 

Neticede kitabı bir iki günde bitirdim. Günümüzden yüz yıl evvel (8 Ocak 1915'te İstanbul'da yazılmaya başlanan defterler 19 Mart 1917'de bitiyor) genç bir adamın acele tarafından okulunu dahi bitiremeden Ruslara karşı Kafkas cephesindeki savaşa gönderilmesi, ardından esir düşmesi kitabın temel odak noktası. 


Kibrit Kutusundaki Sarıkamış-Sibirya Günlükleri 

ESARETİN KAYITLARI


Adından da belli, M. Fuad Tokad'ın yaşadığı Sarıkamış'tan Sibirya'ya uzanan bir esaret yolculuğu. İyi ki defterlerin değeri takdir edilmiş ve kitap yayımlanmış. Okumaya başlayınca günümüzden yüz yıl öncesinin Türkçesini duydum, memleketimizin yüz yıl önceki havasını solumakla kalmadım Sibirya'ya kadar gitmiş oldum. Ancak en önemlisi konuşma, düşünce tarzı ve savaş esirlerinin hiç bilmediğim hayatlarını öğrenmiş oldum. M. Fuad Tokad kimi yerlerde haklı olarak isyan ediyor ve düşman elinde arkadaşlarından birlik beraberlik bekliyor. Karşılaştığı sorunlar karşısında da şaşkınlığını, hayal kırıklığını gizlemiyor.



Kibrit kutusu ve defterler
Kitabevlerinin "Tarih" bölümlerinde benzer çok kitap vardır. Fakat bu kitabı diğerlerinden ayıran şey günü gününe tutulan günlükler olmasının yanında bir kibrit kutusuna sığabilen defterlere mikrogramme tarzıyla yazılması. (Mikrogramme konulu bir yazımı daha sonra paylaşacağım.)


M. Fuad Tokad’ın sakladığı günlükler, vefatından sonra oğlu Prof. Dr. Yılmaz Tokad'a kalmış. Onun vefatıyla da defterler torunlara bir vasiyet gibi aktarılmış. Sonunda Mehmet Fuad Tokad'ın torunu Müge Tokad, bu görevi ciddiye alıp Osmanlı Türkçesi öğrenmiş, kardeşi Fuad Tokad ise çıplak gözle zor okunan günlüklerin sayfalarını tek tek tarayarak bilgisayar ortamına aktarmış. 


Defterin ilk sayfası
Bu sırada Müge Tokad ise aynı kursa devam eden Amerikalı Jack Snowden ile tanışıp evlenmiş. 

Kitabı yayıma hazırlayan da Jack Snowden günlüklerin tutulduğu yerlere gidip görecek kadar işine hassasiyetle sarılan biri. 

Kitabın son özelliği bir başka özelliği ise bir aşk öyküsüne de yardımcı olması galiba.


18 Temmuz 2012

Ayça Şen'in kayıp defteri

Bu defter Ayça Şen'in defteri değil, Ali Bey'in defteri

Ayça Şen'in hafif görünen yazılarını okumak çok eğlencelidir. Ayça Şen, yüzeysel gibi görünen ancak duygusal ayrıntılarla dolu olduğu için de çok düşündürücü yazılar kaleme alıyor. Ayrıca kendisi son derece zeki bir insan olduğu için yazdıklarını okumak, kafası çalışan bir insanın düşünce sistemini göstermesi açısından hem önemli, hem de ilham verici. 

Ayça Şen bugünkü yazısına 6 aydır yanında taşıdığı defterini kaybetmesinin ardından düşündüklerini yazarak başlamış, sonra toplumsal değerlendirmeler yaptığı başka bir konuya geçmiş. 

Taraf gazetesindeki (son sayfadaki) köşeyazısında 'Bana günlük tutmak hep biraz hafif meşrep gelmiştir' gibi ilginç cümleler var.

Beni asıl etkileyen ise defterini kaybetmesinin yarattığı sıkıntıyı anlatma biçimi.

Bir de 6 ay boyunca aynı defteri yanında gezdirmesine takıldım. Demek ki çok az yazıyor diye düşündüm. Ya da defter battal boy! 

Neyse, yazının giriş bölümü şöyle:
"Altı aydır gezdirip yanımdan ayırmadığım defterim dün kaybolmuş. Bunu şu anda fark ediyorum.
İnsan eğer deftere not alıyorsa, aklında tutmaya gerek görmüyor bir daha. Detayları, abartıları (ki abartılar da neşenin bir parçası) unutuyorsun gidiyor. Ben şair de değilim ki aklımda bir ufacık, değerli mi değerli söz kalsın.
Şu an kendime o kadar kızgınım ki o defteri kaybettiğim için, elimi kapının kenarına koyup yanlışlıkla kapıyı kapatasım, sonra o acıyla yetinmeyip, uğunacağım yerde, acıdan sırıtarak kendimi sinir edesim var. Kaldı ki henüz defteri kaybettiğim ortaya dökülmeden önce, sabah mutfak dolabını kapatırken kafamı dolapla kapağın arasında unutmuş, taak diye kafama örtmüştüm dolap kapağını.
Bir insan kafasını dolapta unutur mu?
O deftere kendimce ne numaralar yazmıştım. Altı ayımı özetlemiştim. Her yere benimle gelmişti. Üşenmemiş, yollarda durup notlar almıştım, afedersiniz hıyar gibi.
İyi ki günlük değildi. Bana günlük tutmak hep biraz hafif meşrep gelmiştir ama gördüklerinden notlar çıkarmak da çok hoş değil. Hele ki rızan olmadan kaybedersen. Hele ki bir başkasının, sen hazır olmadan okuma olasılığı varsa, kim olduğunu bilmiyor olsa bile, bu çok sinir bozucu bir durum. (...)"