Önce sessizlik vardı.
Masada duran deftere ve dolmakaleme baktım.
"Önce defter vardı" diye düzelttim cümleyi.
Sabahın erken saatleri. Yapılacak ne çok
işim var. Verilmiş sözlerim var. Değiştirmek
istediğim bir hayat var. Yıkmak istediğim
duvarlar, duvarlarım var. Ama bu işlerin
bir bölümünü çantamda taşıyıp duruyorum,
yapmak istemiyorum. Bir kısmını da yapacak
gücümün olmadığını düşünüyorum, bir kısmını ise
erteleyip duruyorum. Bir neşesizlik bir bedbaht
olma hali geldi ve pelerin gibi üzerimi örttü.
Elimde telefon, kaleme ve deftere bakıp durdum.
Oyalanmak için bir fotoğraf çekeyim dedim.
Her zamanki alışkanlıklar, fotoğraf teselli ediyor.
Bilmem; belki birazcık, olabilir, emin değilim.
Kağıda dökülen mürekkebi hatırladım sonra.
Sessizlik bozuldu. Günün tarihini yazarken deftere,
kalemin dokunduğu yerden gelen sesi dinledim
bir yandan. Sessizlik yine gelsin diye durdum birden.
Ama sessizlik yokmuş meğer, sesler arasındaymışım.
Dünyanın ne çok sesi varmış meğer, kulağımda yankısı.
Sonra bir şeyi kaybettiğimi düşündüm, belki de anladım.
Önemli bir şeydi, hayati bir şeydi, yeri doldurulamazdı.
Kara bir endişe bulutu vardı zihnimde ve taş gibi ağırdı.
Ama neyi kaybettiğimi bulamadım bir türlü, anlayamadım.
Belki de ileride kaybedecek olmanın hissi çiçek açmıştır.
Dikenli bir ağrı çöreklendi karnıma ve orada büyüyor şimdi.
Belki yaz, yazı uzaklaşıyordu benden, belki de mürekkep.