Canım kalem gömleğimin cebinde,
Ali Bey'in kendi elleriyle yaptığı kara kaplı defteri de masanın üzerinde duruyordu.
Bakıştık.
Kaşarlı bir poğaça almıştım Migros fırınından. Arşive, gazetedeki masama gitmek istemedim birden. Asansörlerin önünde bir dolu insan vardı. Sükuneti arıyordum. Yumuşak, tatlı bir kahve içeyim istedim.
Hem kalbim çok kırıktı, dertlerimin hangi birini yazayım bilemiyordum, içimden yazmak da gelmiyordu, dünya gölgelerle doluydu.
Birden bir cesaret geldi. Deftere uzanıp "aylak harfler" yazdım, hiç acele etmedim, yavaş yavaş her harfin tadını çıkarttım ve altına bir saat çizdim.
Ey sabırlı ve vefalı okur! Fotoğrafı yemekten sonra bloga göndereceğim ama öncesinde harflerin aylaklığını, uzanıp yatmak isteyenlerin farkında olup olmadığını merak ettim.
Bazı insanlar çok düzgündür, bazı insanlar da benim gibi yamuktur, arızalıdır. Biliyorsunuz, arada sırada şikayet ederim, güzel yazmayı hiç başaramadım. Kağıthane'de, Hacı Ethem Üktem İlkokulu'nda okurken inci gibi yazısı olan arkadaşlarıma çok özenirdim. Hatta onlar gibi yazamadığım için çok ağladığım zamanlar oldu. Yazı yazmaktan uzaklaşmıştım bu yüzden, yapamıyorum, beceriksizim, kimseye bir faydası yok benim yazdıklarımın diye düşünüyordum. Öyleydi zaten, bana bile faydası yoktu, başkasına nasıl olacaktı?
Aradan yıllar geçti. Şişli Lisesi'nde okurken edebiyat dersinde, her görenin gözlerine inanamayıp âşık olduğu Suna Hanım, Şeyh Galib'ten söz ediyordu.
Şiiri daha önce okumuştum, biliyordum, ama o gün, ister inanın ister inanmayın Şeyh Galib benimle konuştu:
"Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü
Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü"
dizesini okur okumaz çarpıldım. Nefes alamadım bir an. Daha ben doğmamıştım, ama o şiir vardı! O kalplerin sahipleri de sevmiş, yaşamıştı! Güzel bir insan, kalbin bütün inceliklerini kalemle bir yere başkaları da onu anlasın diye mürekkebi dökerek yazmıştı.
O gün aylak harfleri, bir kenara düşüp kırılan gönül şişelerini anladım sanki.
Teşvikiye'de, şimdi artık olmayan bir kırtasiyenin vitrininde görüp aldığım, daha önce hiç kullanmadığım çini mürekkepli teknik bir kalemle defterime bu dizeleri yazdığım o gün, yazımın kötü oluşundan hiç utanmadım, gurur duydum. Benim de kendince güzel harflerim vardı. Sizin de vardır, utanmayın, bir şeyler yazın. Çünkü harfler büyülüdür. Yazı, insan aklının ve kalbinin üstün bir yönünü gösterir. Mucize dediğimiz şey bir kedi gibi sıcaktır, bir faydası olmadığını düşünebiliriz ama çok faydalıdır, en azından bizi mutlu eder, bizi hüzünlendirir, bizi değiştirir, ya bizi uyandırır ya da bizi rüyalara götürür.
Harflerin sağa sola kaykılmaları, benim gibi uyumayı, uyuklamayı, bir kenara yaslanmayı, yürürken kargacık burgacık harflerle şiir yazmayı seven insanlara iyi geldiğini düşünüyorum.
Ben aylak harflerimle övünmeyi seviyorum. Onların ölçüsüzlüğü hoşuma gidiyor. Kuyruklu bir harf, zarif duran bir başka harfin güzelliğine takılmış. Bir diğeri yalnız kalmak istemiş, bir başkası havayı koklamak istemiş, varsın olsun, hep yürünmez ya, uzanmak iyidir.
Bazı şeyler de uçar. Bakın mevsimi geldi. Kırlangıçların keskin bir dönüşleri vardır, yakında gözünüzü yukarıya kaldırın, bulutların gezindiği yerlere bakmayı ihmal etmeyin, orada burada görmeye kırlangıçları göreceksiniz.
Bilmeniz gerekli, bazı harfler kırlangıca benzemez, bazı insanlar gibi onlar da buğuludur, bulanıktır, görmek isteyene görünür. Şiir gibidir, çıkar bir yerden gelir, elinize tutunur.
Herkes düzgün olmak zorunda değil, aylaklık iyidir, özgürlüktür.
Henüz hava soğuk biraz ama bahar geldi bile, parklarda bahçelerde güneş gönülleri ısıtmaya başladı, şiirin devamı hiç bilmeyenlere gelsin:
"Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül
Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü"