05 Mart 2017

Güzellik, Nezaket ve Shakespeare

Meçhul bir kalem. ©bizans


Shakespeare'in ünlü eseri Hamlet'te, Danimarka Prensi bir ara dostu Horatio'ya şöyle seslenir: 

"Bir vakitler ben de, devlet adamları gibi, güzel yazı yazmayı hor görür, öğrendiğimi unutmaya çalışırdım; ama, işte efendim, burada bana büyük yardımı dokundu."

Şaşırmayın çünkü kitapta çevirmenin notuna göre "Shakespeare zamanında devlet adamları güzel yazıyı ancak kâtiplere yaraşır aşağılık bir iş sayarlarmış."

Bu çok meşhur oyunu Orhan Burian'ın Türkçesiyle okuyorum. (Orhan Burian önemli bir insan, 40 yıllık kısa hayatında pek çok eser kaleme almış. Melike kardeşimin güzel blogunda Orhan Burian ile ilgili bir yazı var lütfen okuyun derim.)

İnsan zihni tuhaf, güzel yazmanın hor görülmesi üzerine düşünürken, bambaşka bir yere geldim. Elbette yazıda, güzeli aramıyorum, güzel yazı yazmak isteyenleri anlıyorum ancak belki güzel bir el yazım olmadığından benim aradığım yazının kişiliği, yazının ruhu. (Niçin Yazıyoruz?)

Shakespeare döneminde yaşamıyoruz, lakin değil yazı, çoğu insan dolmakalemi bile hor görüyor. Biz de gizli bir tarikatın üyesi gibi iyi kalemin, has defterin, güzel mürekkebin, kısacası mahcubiyet dolu bir yazı zevkinin peşindeyiz. Elbette herkes gibi ben de güzel kalemi, defteri ve mürekkebi arıyorum. 

Hamlet okurken aklıma geldi, esasen ben nezaket sahibi olan nesneyi arıyormuşum.

Demek istediğim, kalemde, defterde, mürekkepte, biz hep güzeli arıyoruz, gözümüz de hep yükte hafif ama pahada ağır olan şeylerde. İyi ama her güzel olan eşya nezaket sahibi mi acaba? Yani verdiğimiz bedel büyüdükçe daha iyisine mi kavuşuyoruz? İçimizde en fazla kalemi olan acaba en mutlu olanımız mı?

Bu konuda şüpheler içindeyim. 

Örnek olarak sözünü etmek istediğim bir kalemim var, sert plastik gövdeli, çelik uçlu giriş seviyesi bir dolmakalem. Markası ve rengi önemli değil. Önemli olan kalemin bana verdiği eşsiz duygu. Bu kalemi Murat Usta'dan almıştım, yanlış hatırlamıyorsam 25 tl vermiştim. Kaç sene geçti aradan, blogumla birlikte iyice yaşlandı -diyeceğim ama ben bu kalemi aldığımda zaten çok kullanılmıştı.

Bir gün şair ve Türkçe sevdalısı Nihat Ateş dostuma bu kalemden söz etmiştim. Nihat çok cömerttir, bir gün bana bu kalemden 3 tane birden hediye ediverdi! Aynı model dolmakalemler, sadece gövde renkleri farklı. Fakat umduğum olmadı. Hiçbiri o benim ilk aldığım kaleme benzemiyor. Yani şeklen benziyorlar sadece ancak göründükleri gibiler. Oysa benim kalemim göründüğü gibi değil. Muazzam bir yazı zevki yaşatıyor. Çelik ucuyla adeta fırça gibi dokunuyor kâğıda. Daha sonra çok daha pahalı kalemler aldım, arkadaşların kalemlerine de baktım, yok, yok, yok. Hiçbiri kâğıda benim kalemim gibi nazikçe davranmıyor.

Öyleyse, diyorum bunca zaman sonra, her güzel görünen, güzel olmayabiliyor. Ben de artık bu kalemin bir benzerini ararken ne markaya ne modele, ne de gövde malzemesine bakmıyorum. Ne zaman Murat Usta'nın yanına gitsem, bana Parker Duofold, Montblanc filan gösterir, ilgiyle bakarım bu güzel kalemlere ama sonra "Biliyorsun," derim "ben ucuz kalem arıyorum."

Dilerim her kalem meraklısının eline böyle zarif bir kalem geçer, onlar da benim gibi çağ değiştirirler.

Güzellik, nezaket ile hayat buluyor.

03 Mart 2017

Haritada Bir Nokta


"Söz vermiştim kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım"  

Sait Faik Abasıyanık, "Haritada Bir Nokta", Son Kuşlar, Varlık Yayınları, 1952, s.64

Aziz yazarımız ve şairimiz Sait Faik'in Haritada Bir Nokta isimli öyküsü böyle biter. Son cümlesi, öykü ve roman yazma heveslileri arasında oldukça popülerdir. Ancak klişe olması, ilgili ilgisiz nedenlerden dolayı çok fazla didiklenmiş, hırpalanmış olması değerini de hiç düşürmez. Defalarca okudum, okuyorum, lezzeti, duygusu değişmiyor. Her okuduğumda siyah beyaz bir fotoğraf canlanıyor gözümde, başka bir zamana dalıp gidiyorum.

Ben de hep düşünürüm ve kendime sorarım; yazmasam ne olurdu? Elbette hiçbir şey olmazdı. Çoğumuz için böyledir. (Ancak bazı insanlar var ki onlar için böyle bir şey söylenemez, onlar olmazsa biz, kendimiz olamayız, bizi biz yapan kıymetlı yazarlarımız, şairlerimiz var: Sait Faik, Refik Halid, Abdülhak Şinasi, Ziya Osman Saba, Sabahattin Ali, Samiha Ayverdi, Ahmet Rasim, Halit Ziya, Reşat Nuri, Mithat Cemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Safiye Erol, Yaşar Kemal, Salah Birsel, Nurullah Ataç, Turgut Uyar, Edip Cansever ve günümüzden Şule Gürbüz ilk aklıma gelenler. İsimlerini böyle sayıp dökmek hoşuma gidiyor da ondan yazdım.)

Bazı insanlar ise hiç yazmasa da olur elbette. Başıma öyle şeyler geldi ki ben bile inanmakta güçlük çekiyorum; o vakitler saçımı başımı yolup, kalemi, defteri, kitabı ne varsa atıp, onlar yazıyorsa ben yazmayayım, onlar okuyorsa ben okumayayım istedim.

Fakat öyle olmuyor işte. Bir daha dolmakalem, defter almayacağım demiştim, sonra güzel bir kalem, hoş bir defter görünce içim gitti, aldım. Bir daha kitap okumayacağım dedim, Şule Gürbüz'den, Safiye Erol'dan ve sevdiğim yazarlardan, şairlerden bir iki cümle aklıma düştü, "ah" deyip kitaplara koştum. 

Haritada bir nokta bile değilim oysa.

“Duru lacivert gökte, sahneye dizilmiş koro heyeti gibi yıldızlar, birer birer görünerek yerlerini tuttular. Serince bir rüzgâr, önüne hanımeli ve mor salkım kokuları katmış, sürüyordu. Kuşlar, henüz susmuştu. Tabiat ağır ağır uyurken, gönüller uyanıyordu.”

(Safiye Erol, Kadıköyü'nün Romanı, Kubbealtı Neşriyat, 2001)

01 Mart 2017

Bir Yazı Makinesi

Georges Simenon, 1941

K Kitaplığı ile ilgili bir konuya bakarken yolum Simenon'a çıktı. Sonra bir fotoğraf gördüm. Daha doğrusu koca Waterman mürekkep şişesine bakakaldım. Waterman mürekkeplerini çok severim ama bu antik şişenin boyutları çok ilginçti.

Çok yakın ama aynısı değil, alttaki "Seche Noir" ibaresi şişenin mavi-siyah olduğunu söylüyor.
Gerçi Simenon kurşunkaleme çok düşkündür, pek çok fotoğrafta masasındaki pipoların yanında kurşunkalemler sivri uçlarıyla hemen göze çarpar.




Simenon çalışırken (daha doğrusu fotoğrafçılar için çalışır gibi yaparken) elinde hep bir kalem olur. Daha önce görmediğim ilk fotoğrafta ise Simenon yine poz veriyor. Ama bu sefer fotoğraf daha net ve açısı daha iyi.

Merak bu ya dolmakalemin markasını ve modelini öğrenmek istedim.

Ama önce şu mürekkep şişesine her baktığımda ister istemez gülüyorum. Benim belki 5 yıllık mürekkep ihtiyacıma derman olabilecek bu devasa mürekkep şişesi, Simenon'un yazma hızı düşünüldüğünde belki de 3 aylık bir ihtiyacı karşılıyor.

Celâl Üster'in 25 Temmuz 2003'te artık tarihe karışmış olan Radikal Kitap'taki köşesinde yayımlanmış bir yazısında (o yıllarda Koç Kültür Sanat'ın ömrü kısa ama en kaliteli bir girişimi K Kitaplığı, Samih Rifat yönetmenliğinde Simenon'un kitaplarını yeniden yayımlıyordu) şöyle yazıyor:

"Soğukkanlı pipo tiryakisi Komiser Maigret'nin yaratıcısı Simenon, kuşkusuz, yirminci yüzyılın en çok satmakla kalmayan en çok okunan, en çok okunmakla da kalmayan en çok yazan yazarlarının başında geliyor. 1922-1936 yılları arasında her gün yaklaşık 80 sayfa yazarak 1500 kadar öykü kaleme alan, sonraki yıllarda da yılda 10 dan fazla yapıt vermeyi sürdüren; kendi adıyla 200 den fazla, 17 ayrı takma adla da 400 den fazla roman yazan Simenon'a, "kalem efendisi"nden çok, "kalem emekçisi" nitelemesini yakıştırmak yanlış olmasa gerek." 
 Ben de "yazı makinesi" diyorum Simenon'a, orası ayrı.


Arka plandaki kalemler de çok gizemli ve merak uyandırıcı ama yazarın elindeki kaleme bakınca ilk aklıma gelen Parker Duofold oluyor, modeli konusunda emin değilim ama biraz araştırınca Parker Duofold Streamline olması gerektiğini düşündüm. Bir zamanlar tek bilgi kaynağım olan bir forumda, yazarın Waterman CF kullandığı yazıyordu, sonra bir Fransız forumuna denk geldim. Birkaç ay önce onlar bu fotoğraf üzerine tartışmışlar. Ben o sayfada hem fotoğrafın daha temiz halini buldum hem de forumdaki meraklıların da yazarın elindeki kalemin Parker Duofold olduğunu tahmin ettiklerini okudum.

Parker Duofold Streamline


Lakin daha sonra birden karşıma Conway Stewart Winston modeli çıkınca bu sefer aklım karıştı. 


Conway Stewart Winston

Simenon'un kullandığı dolmakalemi ararken Tahsin Yücel'in Simenon hakkında bir değerlendirmesini düşünüp sakinleştim: 

"Simenon'un uzun çözümlemelere, uzun ve dolambaçlı tümcelere gereksinimi yoktur; tam tersine, okuru sıkmaktan korkarmış ya da acelesi varmış gibi, kısa tümcelerle, bir çırpıda söyleyiverir söyleyeceğini. Ama, neredeyse her tümcesi, küçük olduğu kadar da çarpıcı bir ayrıntıyla karşı karşıya getirir bizi. Ayrıntılar birbirine eklendikçe de iklim belirginleşir, kişiler somutlaşır, ortamları bizim ortamımız, bunalımları bizim bunalımlarımız olur..." 

Ayrıntılar önemli elbette. İki dolmakalem de birbirine çok benziyor ama küçük bir şey var. Simenon kalemin kapağını da taktığı için gövdenin geriye kalan kısmını göremiyoruz ama yazarın başparmağının olduğu kısımda metal bir halkanın olmadığını gördüm sonra. Bu durumda bence Simenon'un elindeki dolmakalem Parker Duofold'dan başkası değil.

Komiser Maigret gibi bir cinayeti çözmüş değiliz ama düşünme ve araştırma kısmı güzeldi.

_________
Ek okuma: "Simenon okumak bir ayrıcalıktır" (Bu yazıda Simenon'un İstanbul'a geldiği günlerle ilgili çok ilginç ayrıntılar var.)