Meçhul bir kalem. ©bizans |
Shakespeare'in ünlü eseri Hamlet'te, Danimarka Prensi bir ara dostu Horatio'ya şöyle seslenir:
"Bir vakitler ben de, devlet adamları gibi, güzel yazı yazmayı hor görür, öğrendiğimi unutmaya çalışırdım; ama, işte efendim, burada bana büyük yardımı dokundu."
Şaşırmayın çünkü kitapta çevirmenin notuna göre "Shakespeare zamanında devlet adamları güzel yazıyı ancak kâtiplere yaraşır aşağılık bir iş sayarlarmış."
Bu çok meşhur oyunu Orhan Burian'ın Türkçesiyle okuyorum. (Orhan Burian önemli bir insan, 40 yıllık kısa hayatında pek çok eser kaleme almış. Melike kardeşimin güzel blogunda Orhan Burian ile ilgili bir yazı var lütfen okuyun derim.)
İnsan zihni tuhaf, güzel yazmanın hor görülmesi üzerine düşünürken, bambaşka bir yere geldim. Elbette yazıda, güzeli aramıyorum, güzel yazı yazmak isteyenleri anlıyorum ancak belki güzel bir el yazım olmadığından benim aradığım yazının kişiliği, yazının ruhu. (Niçin Yazıyoruz?)
Shakespeare döneminde yaşamıyoruz, lakin değil yazı, çoğu insan dolmakalemi bile hor görüyor. Biz de gizli bir tarikatın üyesi gibi iyi kalemin, has defterin, güzel mürekkebin, kısacası mahcubiyet dolu bir yazı zevkinin peşindeyiz. Elbette herkes gibi ben de güzel kalemi, defteri ve mürekkebi arıyorum.
Hamlet okurken aklıma geldi, esasen ben nezaket sahibi olan nesneyi arıyormuşum.
Demek istediğim, kalemde, defterde, mürekkepte, biz hep güzeli arıyoruz, gözümüz de hep yükte hafif ama pahada ağır olan şeylerde. İyi ama her güzel olan eşya nezaket sahibi mi acaba? Yani verdiğimiz bedel büyüdükçe daha iyisine mi kavuşuyoruz? İçimizde en fazla kalemi olan acaba en mutlu olanımız mı?
Bu konuda şüpheler içindeyim.
Örnek olarak sözünü etmek istediğim bir kalemim var, sert plastik gövdeli, çelik uçlu giriş seviyesi bir dolmakalem. Markası ve rengi önemli değil. Önemli olan kalemin bana verdiği eşsiz duygu. Bu kalemi Murat Usta'dan almıştım, yanlış hatırlamıyorsam 25 tl vermiştim. Kaç sene geçti aradan, blogumla birlikte iyice yaşlandı -diyeceğim ama ben bu kalemi aldığımda zaten çok kullanılmıştı.
Bir gün şair ve Türkçe sevdalısı Nihat Ateş dostuma bu kalemden söz etmiştim. Nihat çok cömerttir, bir gün bana bu kalemden 3 tane birden hediye ediverdi! Aynı model dolmakalemler, sadece gövde renkleri farklı. Fakat umduğum olmadı. Hiçbiri o benim ilk aldığım kaleme benzemiyor. Yani şeklen benziyorlar sadece ancak göründükleri gibiler. Oysa benim kalemim göründüğü gibi değil. Muazzam bir yazı zevki yaşatıyor. Çelik ucuyla adeta fırça gibi dokunuyor kâğıda. Daha sonra çok daha pahalı kalemler aldım, arkadaşların kalemlerine de baktım, yok, yok, yok. Hiçbiri kâğıda benim kalemim gibi nazikçe davranmıyor.
Öyleyse, diyorum bunca zaman sonra, her güzel görünen, güzel olmayabiliyor. Ben de artık bu kalemin bir benzerini ararken ne markaya ne modele, ne de gövde malzemesine bakmıyorum. Ne zaman Murat Usta'nın yanına gitsem, bana Parker Duofold, Montblanc filan gösterir, ilgiyle bakarım bu güzel kalemlere ama sonra "Biliyorsun," derim "ben ucuz kalem arıyorum."
Dilerim her kalem meraklısının eline böyle zarif bir kalem geçer, onlar da benim gibi çağ değiştirirler.
Güzellik, nezaket ile hayat buluyor.