Kaynak: Avogado6 |
Çizer haklı. Yazı, kedi gibi bir şey. Kendi aklı var, nereye gideceği her zaman tahmin edilemiyor.
Harfler bir
araya geldiğinde yabani bir yüz de görebiliriz, sevimli, merhamet dolu bir
bakış da.
Mesele kedi değil, yazının ken(d)isi. Mürekkepten ibaret şekiller hem estetik hem de yırtıcı olabilen bir
varlığa dönüşebilir. (Elinde kalem olan biri pençelerini gizliyor da olabilir, okur her zaman dikkatli olmalı.)
Yazı, şaşkın da bakabilir. (Artık kediler nereden geldiyse ya da nerede uyumuş, hangi rüyayı görmüşse.)
Siyah Kalem, 15. yüzyıl, Topkapı Sarayı Koleksiyonu |
Yazı canlı değil ama olmaya da teşne, bizimle nefes alıp
veriyor ve tıpkı eski bir fotoğraf gibi zamanın içinde gölgelerin arasında kendine yer
açıyor, yola çıkıyor.
Uyuklayan kedi Ulysse ve Martine Franck'ın
gölgesi, Paris, 1989 (F: Henri Cartier-Bresson)
|
Selim İleri'den bir alıntıyla bitirelim:
"Çocuktum... Bir sabah Bahariye
Caddesi'nde iki kedi görmüştüm. Yavru değillerdi ama birlikte yan yana
yürüyorlardı. Oysa kediler yalnız yaşar. Sonra bir evin kapısı açıldı. Eski
Kadıköyü evlerinden, kapısına yedi sekiz basamaklı merdivenle çıkılan. Bir
kadın kedilere yemek verdi. Biri yiyor, öteki kedi yiyen kedinin önüne yiyeceği
iletiyor. Anlaşılır şey değil. Ama sonra fark ediyorsunuz: Yiyen kedi kör! Daha
o zaman anlamıştım, hissetmiştim. Yaşamın nasıl şefkate ve merhamete muhtaç
olduğunu!"
(Anılar;
Issız ve Yağmurlu, Doğan Kitap, 2002, s.156)