Ne zaman bir şeyler yazmaya otursam Flannery O'Connor'ın bir sözü aklıma gelir.
Kendisi, "Neler bildiğimi keşfetmek için yazıyorum.” dermiş.
Bir ihtimal, Flannery O’Connor isimli yazarı bilmeyen, tanımayan ve yazdığı muhteşem
eserleri okumayanlar vardır diyerek Yıldırım Türker'den kısa bir alıntı
yapayım:
"Flannery O’Connor, Amerika’nın en koyu dindar
eyaletlerinden Georgia’da doğmuş bir güneyli. Kısa ömründen geriye 31 öykü, iki
roman, mektup ve denemeleri kaldı. Daha 20 yaşındayken çaresi bulunmayan lupus
hastalığına yakalandı, 30 yaşından sonra koltuk değneklerine mahkûm oldu. 39
yaşında da öldü. Başyapıtı, öyküleridir."
Flannery O’Connor'ın kitaplarının isimleri de kendilerini açıklar biraz: İyi İnsan Bulmak Zor, Her Çıkışın Bir İnişi Vardır, Bilge Kan ve Zorbaların Elinde. Diğerleri de iyi ama özellikle ilk iki kitabı muhakkak okuyun derim.
(Bir de hangi tür ve hangi yazar olursa olsun, sağlam ve sarsıcı bir
kitap okuduğumda, içimde bilemediğim bir duygu belirdiğinde aklıma ilk
gelen: "Edebiyatçı işini bitirdiğinde, geriye açıklanamayacak
bir gizem duygusu kalmalıdır." sözünü unutamam. Okuduğunuz iyi kitapları düşünün, Flannery Hanım doğru söylemiş diyeceksiniz.)
Söylemeden geçmek olmaz, yazarın kitaplarının çoğunun kapağında bir tavus kuşu figürü bulunur. Nedenini merak edenler için gelsin: Flannery O'Connor ve tavus kuşları.
İşte pek çok insanın zihnini derinden etkileyen bir yazarın masası: Küçük bir masa, bir daktilo, masanın bir kenarında duran kalemlikteki birkaç kalem.
Merak ediyorum: Neler bildiğimizi öğrenmek için yazmalı mıyız sahiden?