Geçen akşam çok sevdiğim, bir arkadaşımla bir şairi görmeye gittim. Bu buluşma aylar öncesinden planlanmış, son ayrıntılar ise geçen hafta içinde netleşmişti. Masada dağ gibi birikmiş işleri ardımda bırakarak şairi görmeye gittim.
Buluşma Pera Palas Oteli'nde olacaktı. Tuhaf ama önünden 20 yıldır geçtiğim bu binanın içine ilk kez girecek olmanın da yabaniliği vardı üzerimde. Neyse efendim, saat 18.00 sularında olanca çirkinliğiyle asık suratlı Odakule'nin önünde, onunla tam bir tezat oluşturan arkadaşımla buluştum. (Bu dünyada insana yaşama sevinci veren güleç insanlara ihtiyaç var, evet.) Lafı uzatmayayım Pera Palas Oteli'ne doğru yola çıktık. İnsanı ezmeye hazır onca aracın arasından, yanından geçip binaya ulaşınca, kapılar açıldı. Tabii arkadaşıma buraya daha önce hiç gelmediğimi söylemiştim. Onun için bana binayı şöyle bir gezdirdi. Asansörü, kubbeli salonu filan gördüm. Güzel bir yermiş, beğendim.
Sonra şairi gördük, yanına oturduk. Yanında bir şair daha vardı. Şahane bir akşam oldu. Bir ara işten aramasalardı daha güzel olacaktı (izin almadan çıkmışım - tabii yanlışlıkla). Ama sesim yeterince kırıktı ki müdürüm anlayış gösterdi, yoksa geri dönecektim. Bu aksilik dışında her şey güzeldi. Söz dönüp dolaşıp kalemlere geldi. Benim hayran olduğum büyük şair çantasından dolmakalemini çıkardı. Pilot'un şu kullan ve at türü dolmakalemlerinden biriydi.
Gözümdeki hayal kırıklığına aldırmadı şair ve devam etti: "Çok pratik bir dolmakalem Mehmet, bak şuna..." Dolmakalemi alıp baktım, (bu arada önce bir çay içtim, ucuz olduğunu düşünmüştüm, vay canına dedim sonra listeye bakıp, 9,5 lira imiş, filtre kahve de 10 lira mıydı neydi, arada bir fark olmadığını görünce, filtre kahve söyledim garsona) ne diyordum, dolmakaleme baktım, sıradan kullan-at tipi bir dolmakalem. Sonra birden dank etti, benim gömleğimin cebinde sırıtan pahalı dolmakalemlere karşın ben neydim ki? Şair orada karşımda oturuyordu ve bana gülümsüyordu. Öteki şair de gülümsedi, arkadaşım da gülümsedi. Çok bozuldum birden, çok utandım.
Masada büyük bir ders vardı: Yazı esastır, gerisi teferruat.
Eve giderken hatırladım, bana bu dersi aslında daha 1992-1993 yıllarında
Nejat Göyünç hocam vermişti. Akıllanmamışım ki bir kez daha yüzüme vuruldu.