18 Kasım 2010

Yedek kalemin faydaları üzerine

 


Aslında çok yazan birisi değilim, ancak hiç yazmayanlara göre çok yazıyor sayılırım sanki. :) Sabah, evden uzakta bir şeyler karalarken, çok sevdiğim mürdüm eriği renkli dolmakalemimdeki koyu mor Waterman işi mürekkebin sağlıklı akmadığını görünce bozuldum biraz, adet olduğu üzere kalem önce silik yazmaya başladı, ardından yazmamaya. Netice: Mürekkep yazı olup uçmuş. 

Evden uzakta böyle zamanlarda, hele akla birtakım fikirler üşüşmüşken, ortada kalmaktan hep korktuğum için her daim dolu olan yedek bir-iki kalem bulundurmanın faydasını da böylelikle görmüş oldum. "Niye bu kadar kalem taşıyorsun?" diye soranlar var, bunu soranların mühimce bir kısmı kalem dahi taşımıyor oysa, kalan kısmına da "Senden kalem istemeye utanırım" diyesim gelir bazen, çünkü genellikle bırakın yedek kalemi bir kenara, kalem taşıyanlar az, hele iyi kalem taşıyan parmakla gösteriliyor, dolmakalem taşıyanlar ise nadirattan sayılır.

13 Kasım 2010

Kurşunkalemden heykeller



Bu heykelkalemleri yapan Dalton Ghetti isimli bir sanatçı.

Harfleri kıskanmak



110 yıllık bir yazı.

Eski defterleri karıştırınca insanın karşısına neler çıkıyormuş meğer.

Böyle yazılarla karşılaşınca şu harfi nasıl yapmış, bu harfin kuyruğunu nasıl kıvırmış diye kıskanıyorum.

Ama çok da umurumda değil aslında, inci gibi ardı ardına dizilmiş, hep aynı puntoyla yazı makinesi gibi yazanlara hep şaşırmışımdır zaten. Yazı değişken olmalıdır, ruh haline göre iyi-kötü bir havası olmalıdır. Çok düzgün ve kusursuz olan yazılar, aşırı kontrol belirtisi gibi gelir, sıkmamalı kendini insan, iyi yazacağım diye kişiliksiz ve monoton bir tarzı benimsemek yanlıştır bence. Bir harf, bir kelime kendi başına gidebilmeli, kendi başına yürüyebilmelidir.

Hem insan bu, ruh hali hep değişiyor, yazısı nasıl değişmez?