Sıkıcı olduğu söylenen dergilere bayılırım.
Geçen gün bir kitabevinin dergi reyonunda gezinirken küçük çaplı bir tartışmaya şahit oldum. Duyduğum sözler üzerine döndüm ve sıkıcı olmakla itham edilen dergilere bir kez daha baktım.
Baktığım dergiler sayıca azdılar ama bu azlıkları kimi insanlar için rahatsız edici olmalarına engel değildi. Evet, içlerinde sıkıcı diye yaftalanan makaleler de vardı belki ama heyecan verici çalışmalar da mevcuttu. Çünkü belki klişe bir ifade ama tekrarlamakta fayda var; "sıkıcı" yaftası bir önyargı kalıbıdır. Tam tersine uzak durulması
gerektiği söylenen çoğu dergi ve kitap içinde ufuk açıcı bilgiler
bulunur. Tıpkı dolmakalemin, defterin ve kitapların yerine, cep telefonlarının, tabletlerin, bilgisayarların ve diğer sayısal teknolojilerin geçtiğini düşünenlerin dünyaya bakışı gibi tek yönlü ve acımasız bir değerlendirmeydi duyduğum.
Üstelik neye göre kime göre sıkıcı? Sosyal medya (Facebook, Twitter, Instagram), sinema, tv ve popüler şarkı kültüründen beslenen insanları düşündüm. Onlar bu dergilere ve kitaplara bakmaz bile, görmezden gelir. Çoğu insan şöyle düşünüyor: Elindeki cep telefonu dünyayı anlamak için yeterli. Sahiden öyle midir? Neden aklımızı bir ışıldayan bir ekrandaki akıp giden görüntülere ve kerameti kendinden menkul yüzeysel bilgilere emanet ediyoruz?
Bu noktada aklıma, daha önce de bir yerde yazdığım,
Haruki Murakami'nin
Sahildeki Kafka kitabındaki bir cümle geldi:
“Şu dünyada insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. Bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcı şeylerdir.”
Farkındayım sözü çok uzattım, kusura bakmayın. Bir çeşit haksızlığa uğramışlık duygusuyla yazdım ve daldan dala atlayarak konuyu sayısal teknolojilere getirdim ama yazımın asıl konu Arkhe-Logos dergisi.
ARKHE-LOGOS
Önce
Arkhe-Logos dergisinin 3. sayısı ile karşılaştım ve çok beğendim. Hakemli dergilerden haz alacağımı bilmezdim. Dün de 2. sayısını aldım. Üçüncü sayıda C. Cengiz Çevik'in
Diogenes ile ilgili efsane bir makalesi var. Yazı o kadar iyi ki dipnotlar, özet gibi kısımlar filan olmasa günlük bir gazetede bile yayımlanır. Üstelik kimse akademik bir makale olduğunu bilmeden severek okur. Hatta bence Diogenes makalesi, severek okuduğum gazeteler;
Milliyet,
BirGün ve
Cumhuriyet gazetelerindeki nice köşeyazısından veya bazen tam sayfayı bulan makalelerden çok daha heyecan verici.
Arkhe-Logos'un ikinci sayısında ise gözüme kestirdiğim yıldız makale "
Felsefede Cogito ve Sanatta 'İmza' Örneklerinde Modern Öznenin Ortaya Çıkışı" oldu. (Harun Reşit Soya, Martı Esin Şemin)
Bu makale de çok merak ettiğim soruları yanıtlıyor:
Tarihte ilk defa yaptığı bir sanat eserine imza atmayı kim veya kimler akıl etti?
Bir sanat eserindeki ilk imza kime aittir?
Bence çok daha da önemlisi imza atmak bugün bize normal geliyor ama arkasındaki düşünce nedir, geçmişte de her zaman böyle miydi?
Eski insanların düşünce yapısı nasıldı?