Ekşi Sözlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekşi Sözlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2018

Kaybetmek


Ekşi Sözlük'te, "kırkının da kulpu kırık küp" adında şahane bir yazar var. Kendisinin birbiriyle bağlantılı iki yazısını paylaşmak istiyorum. (Mesaj yollanamadığı için izin alamadım.) Okunmasında büyük fayda olduğunu düşündüğüm bu yazıların internet okyanusunda kaybolmasını istemediğim için bloga aktarmak istedim.

Her iki yazıda da ince göndermelere, rintmeşrep tavrına ve Türkçenin güzel kullanımına dikkatinizi çekmek isterim.

Birinci yazı 2011 tarihli Rotring başlığına yazılmış:

(On altı seneden sonra eşyaya methiye beyanındadır.) Ömrümün yarısının şahidi siyah, kurşun kalem. Kardeşimin hediyesi olması dışında alelâdeydi tanışıklığımız, bu kadar uzun bir ahbaplık yapacağımızı kestirmemiştim. liseyi onunla bitirdim. öss ve öys'ye onunla girdim. 7 yıllık lisans hayatım, 4 senelik yüksek lisans yılları onunla noktalandı. gittiğim kurslar, okuduğum kitaplar, altı çizili satırlar, ilk kalem tecrübelerimde onun izi vardı. Birkaç kez kayboldu, sonra buldum. Yıllanan her nesne gibi zamanla kimseye ödünç vermez oldum, hatta kaybederim endişesiyle sadece evde kullanmaya başladım. kırmızı şeridi silineli çok oldu, ucundaki metal kısmın rengi bakırlaştı, çokça tutukluk yapıyor.**. Her şey yerli yerinde diyor Tanpınar, öylece bıraktığı gibi bulabilmenin huzuruyla. Kalem belki her şeyden çok bu hülasanın içinde.
*Sonradan gelen akıl: (bkz: ince Rotring)*


İkinci yazı ise çok yeni ve kaybetmek başlığına konmuş:

Her şeyin bolca bulunmadığı bir devrin çocuğu olarak kaybetmek lükstü bizim için. Kardeşlerimle okul hayatımız boyunca kaybettiğimiz kalem, silgi, kalemtıraş gibi nesnelerin sayısının toplamı, bir elin parmaklarını anca bulurdu bu yüzden. kaybetmek, ya dikkatsizlik ya hovardalık yahut malına sahip çıkmamakla eşdeğerdi ailelerin gözünde. Sade kaybetmek değil, bir çanta, giysi veya ayakkabı ancak kullanılamayacak hâle gelirse, yenisiyle değiştirilirdi. Tabii bunun görece ne kadar kısa sürede o hâle geldiği de bir akşam paparasının konusu olabilirdi.
Ekmeğin, tüpün karneye bağlandığı zamanları bilen ebeveynlerde (sadece yoksullar değil orta hallilerin büyük kısmında) bu tutumluluk bir itiyat hâlini almıştı, onlardan da çocuklarına geçti. Nesneye hoyrat davranmama alışkanlığını edindiren bu tutumu pek de suçlayamıyorum bugünden baktığımda. Nesneye böyle davranmayı öğrenen, canlıya da benzer bir ihtimamla yaklaşmayı öğrenebilir düşüncesindeyim.
Öte yandan bu durumun bir tehlikesi de vardır: Zamanla sahip olunan eşyaya (şeylere) yani gelip-geçici olana bağlanmak. Bir sufi bir yerde üç günden fazla durmazmış, o yere bağlanır diye. Onun gibi. "Bu şeyin hiç kullanmasam da burada durmasına alışkınım, o halde burada durmalı". Kullanım değeri olmasa da nesneleri biriktirmek, bu nesnelere adeta çeşitli dönemlerin hafızasını yüklemektir aslında.
Geçen gün 9 yaşındaki yeğenim geldi, silgisini kaybetmiş. 5 tane varmış ve hepsini teker teker kaybettiği için onda hiç kalmamış, dersini yapacakmış, benimkini alabilir miymiş. Bendeki silgiyi ne zaman aldığımı hatırlamıyorum, ama yüksek lisanstayken kullandığımı biliyorum, demek ki en az on iki yıllık. Verirsem kaybedeceğini adım gibi biliyorum. Eski bir nesne olduğunu ve kaybetmemesini tembih ederek silgiyi verdim. "Bir silgi için amma tatava yaptın" diyen arkadaşlara tam bu noktada selam ediyorum, mevzu bu değil sevgili arkadaşlar. Yeğenim aradan geçen iki gün içinde tam da beklediğim gibi, silgiyi kaybetmiş ve özür dilemeye geldi. "Canın sağolsun, senden kıymetli değil canım" dedim. Bunu içim son derece rahat dediğim için mutlu oldum. Mevzu bu olabilir.

11 Mayıs 2017

Kalem Satın Alma Hastalığı



Geçen hafta "40 tane dolmakalem neyime yetmiyor, artık kalem almayacağım" diye kendi kendime söz vermişken fiyatı da uygun olan şahane bir kalem görünce kendimi kaybettim ve aldım.

Önceki akşam Parker kalemlerinin yenilenmiş yüzüyle meraklılara sunulduğu akşam, Prof. Dr. Muhittin Şimşek ile bu konuyu da konuştuk. Kendisine, keşke bütün hastalıklar böyle olsa, dedim. (Muhittin Beyin koleksiyonu benim kalemlerimin en düşük ihtimalle 10 katıdır belki, o daha uç bir noktada.)

Öte yandan, neden kalem diyorum da "Mürekkep satın alma hastalığı" demiyorum? Ya da "Defter satın alma hastalığı"? Çünkü çoğumuz iyi defterin ve  iyi mürekkebin peşinde kalemler kadar koşmuyoruz. Bu değerlendirme de küçük bir özeleştiri olsun. Mürekkep şişeleri ve defterler de kalem kadar itibarlı olur inşallah.

Hâl böyle olunca Ekşi Sözlük'teki "kitap satın alma hastalığı" adında çok sevdiğim bir başlık geldi aklıma. (Sözlükte kalem satın alma hastalığı başlığı da var ama o kadar ilgi görmemiş.) Aslında pek çok açıdan kalem ile kitap birbirine çok benziyor. Satın alıp da okuyamadığımız kitaplar, alıp kullanamadığımız kalemler var.


Orada yazmıştım, bir parçasını buraya da alayım:

İflah olmaz bir derttir bu, son sözü Fuzuli üstadımız bir gazelinde yüzyıllar evvel söylemiş zaten:

"hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı
garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı"