16 Ekim 2012

Yakın mürekkebe övgü

Bugün, öğle üzeri kaç gündür heyecanla beklediğim kargomu almak için 8 kat aşağıya indim. Bir yandan da ya onca yoldan gelen mürekkepler döküldüyse diye korkuyorum her defasında.

Neyse ki korktuğum yine başıma gelmedi: Ali Bey'in özenle paketlediği kutu içindeki kutucuklar açılınca yeni mürekkeplerimle karşılaştım. Hepsi kullanıma hazır beni bekliyordu. 

Aniki mürekkep şişeleri

Her ay buna benzer bir sahneyi yeniden yaşıyorum. Bu durumdan da çok hoşnutum. Ali Necip İkizkaya'dan 'yerli mürekkep' alıyorum. Çünkü evinin mutfağında mürekkep üretmeyi seçen bir mühendisi, bir mürekkep sevdalısını desteklemenin sevincini yaşıyorum. Ali Bey'in bu alanda çok daha başarılı olup mutfaktan kurtulup bir atölyeye taşınmasını istiyorum.


UZAK MÜREKKEPLER

(Yazının bundan sonrasında Türkiye'de üretilmeyen mürekkkeplere 'uzak' diyeceğim.) Nice zamandır, kullandığım ve sevdiğim, görünürde bir sorun yaşamadığım 'uzak' mürekkeplerde yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu düşünüyordum. Ancak bu ‘yolunda gitmeyen’ şeyler tamamen bana bağlı olan şeyler. Örneğin Waterman şirketinin mürekkep uzmanıyla oturup, üretimleri hakkında konuşmak isterdim. Havana isimli harika mürekkeplerinin içeriğine biraz altın sarısı katabilmelerinin mümkün olup olmadığını sormak isterdim. Buna benzer kafamda dönüp duran soruları paylaşabilmek isterdim. 'Yazıver. seni tutan yok' diyeceksiniz. Haklısınız. Fakat benim fikirlerimi ciddiye alacaklarını hiç zannetmiyorum. 
 


Böyle söylüyordum ama 3-4 ay öncesina kadar hem Aniki hem de 'uzak mürekkep' alımını  sürdürüyordum. Bu isteğimin de haklı bir nedeni vardı: Mürekkep üreten kimi firmaların 10'larca yıllık, hatta kiminin yüzyılları deviren deneyimleri. İlk akla gelen üreticilerden biri olan J. Herbin şirketinin tarihi 1670 yılına kadar uzanıyor! Abur cubur yemeyi seven bir çocuk gibi yığınla mürekkep arasında istediğim renge ulaşmaya çalıştım.Ta ki Aniki Haiku ile karşılaşana dek.

Etiketi ben yapıştırdım.


YAKIN MÜREKKEP: ANİKİ HAİKU

Haiku, ağırlıklı olarak sonbaharın artık kaybolmaya yüz tutan yeşil tonlarında bir mürekkep. Yeşilin arkasında beliren puslu altın sarısının gün ışığında kendini gösterdiği cins bir mürekkep. Haiku hakkında (asıl adı Aki's Longing mürekkebin fakat bu isme bir türlü ısınamadım) uzun süre Ali Bey ile konuştum. İşte bu 'yakın' mürekkep sayesinde diğer Aniki mürekkeplere önyargılarımdan sıyrılarak bakmaya başladım.

Şunu farkettim ki, Ali Bey'in ürettiği mürekkepler daha önce denediğim kimi uzak mürekkeplere tonal olarak yakın olsa bile (İroshizuku, Noodlers, J. Herbin gibi) onlardan ayrılan bazı yönleri var:

Evvelâ, Aniki mürekkeplerin hem sakin hem de çok güçlü bir yapısı olduğunu düşünüyorum. 'Sakin' ile ne anlatmak istediğimi anlatayım:

Sakin mürekkep demek 'Bana bakın, işte buradayım!' diye bağırmayan, gürültü yapmayan mürekkep demek. Kağıda usulca geçen, arka taraftan kaçmak, görünmek istemeyen mürekkep bana göre bu sınıfa giriyor. Çünkü uçuk kaçık ve rüküş mürekkepleri sevmiyorum.

Diğer mürekkepleri şahsi olarak değerlendirirsem şunları söyleyebilirim: Iroshizuku sakin fakat zayıf ve kırılgan, Noodlers, Diamine, Parker, Montblanc gibi markalar ise güçlü ama sakin değil, kağıdı eziyorlar adeta. J. Herbin ve Caran d'Ache ise ne tam anlamıyla sakin ne de güçlü, değişken bir karaktere sahip. Waterman ve Rotring ise denediğim mürekkepler içinde en dürüst renklere sahip olanlardı (Waterman siyah hariç). 

Bütün bunlar, öznel fikirler olduğu için tartışılabilir, 'Öyle değil, haksızlık ediyorsun, yanlış düşünüyorsun' diyebilirsiniz. Neticede bunlar bilimsel gerçeklikler değil. Sadece benim  düşüncelerim bu doğrultuda.

Bunları bir yana bırakalım, aradığım şeyden söz edeyim, azamet, parıltı veya benzeri şeyler aramıyorum: Mürekkepteki şiiri arıyorum. Mürekkebin ruhunu görmek istiyorum. Aniki mürekkepleri bana göre hiç sırıtmayan gölgelerle yüklü, nazik ve ölçülü bir kıvamda kağıda aşk duyan renklerle dolu.

Biraz garip kaçabilir fakat söylemeden edemeyeceğim, Aniki mürekkeplerini Yahya Kemal Beyatlı'nın şiirlerine benzetiyorum: Yapay ışık altında durgun görünen Aniki mürekkebi, asıl rengini gün ışığında buluyor. Yahya Kemal'in şiirleri de göz gezdirildiğinde kağıt üzerinde plastik bir lezzet verir, ama şiirleri okumaya başlayınca başka bir şiir olduğunu görürsünüz.

Biraz karışık oldu ama derdimi bir nebze anlatabilmiş olduğumu düşünüyorum: Özetle, Aniki mürekkepleri mütevazı tavra sahip renkleriyle benim mürekkebe ilişkin isteklerimi karşılıyor. İyi mürekkebi uzaklarda aramıyorum, artık.

Aniki Haiku'nun çok sevdiğim rengi


12 Ekim 2012

Dün akşam



Dün akşam Sıraselviler'den Cihangir'e doğru yürüyordum. Alman Hastanesi'nin önünde yavaşlamak zorunda kaldım. Yanımda bir süredir benimle birlikte yürüyen biri vardı. O da yavaşlamak zorunda kalınca yan yana durduk, bekledik biraz. Bir araba içeriye girdi. Yol açıldı. Karşıya geçtik. Koştura koştura yürüyen insanların arasında sakin, yumuşak adımlarla yürüyordu. Galiba ilk dikkatimi çeken bu oldu.

Kaldırım bir noktada çok daralıyordu. Dolayısıyla ya o öne geçecekti ya ben. Bunları düşünürken, karşıdan gelen bir arkadaş grubu ile karşılaştık. Ben kenara çekilince biraz vakit kaybettim. Bu sırada o öne geçti. Ben de arkasından ilerledim. İki kişi daha geçince yanımdan, mesafe biraz daha açıldı. Onda beni ilgilendiren bir şey vardı. Ama ne olduğunu bulamıyordum. Mavi renkli çantasında sevdiğim türden kitaplar mı vardı acaba? Yoksa mekanik bir saat miydi kolundaki? Belki ondan geldiğini tahmin ettiğim acı bir kahve kokusuydu ortak zevkimiz. Bilemedim. Merak kemirip duruyordu.

Bir engel çıkmayınca, aramızdaki mesafe kısalmaya başladı. Fakat bilinmezlerle dolu yol arkadaşım, otoparka gelmeden durdu birden. Dışarıda sergilenen kitaplara bakmaya başladı. Sonra çantasının kenarından küçümen bir defter ve bir kurşunkalem çıkardı. Bir şeyler çiziyor muydu, yoksa yazıyor muydu farketmedim. Duramazdım, geçip gitmek zorundaydım. Buluşma vakti gelmişti. Biliyordum.

03 Ekim 2012

Bir basın bülteni hakkında

Aşağıda bana gelen bir basın bülteni var. Bülten imla hatalarıyla dolu ve bozuk bir Türkçe ile yazılmış. İbretlik  tekrarlarla dolu olsa da ne denmek istediği anlaşılıyor: Yarın Calligrane isimli bir lüks kalem mağazası açılacakmış. Bu bülten ile lüks kalemlerin (kalem deniyor ama çoğunluk dolmakalem, sonra tükenmez kalemler) ülkemizde ilgi gördüğünü öğreniyoruz. Ülkemizde daha kim bilir neler  olacak? Merakla bekleyelim.

İlgilenenler için ibretlik yazıyı aynen alıyorum.

İlk defa lüks dolmakalem gören sanatçılar :)
"BU MAĞAZADA "LÜKS KALEM" VAR !!! BU MAĞAZADA SANAT ,HİKAYE VAR !
BURASI KALEM KUYUMCUSU LÜKS KALEMLERİN MAĞAZASI AÇILIYOR.
Türkiye'nin ilk "Pen Shop"u ‘’CALLiGRANE’’ açılıyor.
Türkiye'de bir ilk gerçekleşiyor. Ülkemizde son yıllarda büyük ilgi görmeye
başlayan mücevher değerindeki lüks kalemlerin artık bir mağazası olacak. 100 Euro
ila 40 Bin Euro’luk kalemlerin satılacağı mağazada ayrıca 60 bin euro ve 45 bin euro’luk kalemelerin de özel sipariş alınarak satılacağı Türkiye'nin ilk "Pen Shop"u Calligrane Buyaka AVM'de açılıyor.
Dünyanın en önde gelen kalem markaları ‘’Calligrane The Pen Shop" mağazasında toplanıyor. Her biri sanat eseri ,her birinin hikayesi var.
Değerli materyellerle süslü sanat eseri kalemlerin yanı sıra her bir kalem aynı zamanda bir sanat, arkeoloji, felsefe, matematik, edebiyat ve tarih hikâyesini anlatıyor.
MÜCEVHER DEĞERİNDE KALEMLER…
Sadece bir yazı yazma gereci olmaktan çıkıp;iş adamlarının, sanatçıların, spor camiasının , devlet adamlarının ,yazarların ve ünlü simaların vazgeçilmez bir aksesuarı haline gelen değerli kalemler 100 Euro ‘dan 40 BİN Euro fiyat aralığında satışa sunulacak.
Gümüş ve altın kaplama, pırlanta ve elmasla süslü ve sınırlı sayıda üretilmiş özel koleksiyon kalemlerin de yer alacağı Calligrane bu özelliğiyle bir "Kalem Kuyumcusu" olarak da adlandırılabilir.
İş adamlarının, sanatçıların, politikacıların, koleksiyonerlerin, yazmayı ve kalemi seven sadece yazı gerece olarak görmeyen herkesin ilgisini çeken ve tüm dünyada bir prestij sembolü olan, önde gelen markaları Türkiye’nin ilk "Pen Shop"u Calligrane‘da bulabileceksiniz.
Dünya kalem koleksiyonerlerinin yakından tanıdığı bu markalar son yıllarda Türkiye'de de satışa sunuldu ve meraklıları tarafından ilgiyle karşılandı. Ülkemizde lüks yazım gereçlerine duyulan büyük ilgi bir ihtiyacı da ortaya çıkardı.
Şimdiye kadar lüks aksesuarlarla birlikte seçkin satış noktalarında bulunabilen dünya markalarını, bir araya toplamayı amaçlayarak kurulan ‘’Calligrane The Pen Shop’’ ülkemizdeki lüks yazım gereçlerine olan ihtiyacı da böylelikle alıcısıyla buluşturarak talebi karşılayacak.
‘’Caligran The Pen Shop ‘’ ayrıca kurumsal ihtiyaçların da karşılanacağı adres olmayı hedef haline getirerek tüm kurumsal çözümlerde farklı alternatifler sunarak müşteri memnuniyetine arz ediyor.
Türkiye’nin ilk Pen Shop’u Calligrane‘ın sunduğu yine çok özel bir hizmet ile secure SSL güvenlikli bağlantı ile www.calligrane.com ‘dan da rahatlıkla alışverişlerini yapma olanağı sağlayacak.
Amerika ve Avrupa'da birçok örneği olan "Pen Shop"ların ilk örneği ART GROUP bünyesinde Buyaka AVM'de açılıyor. ‘’Calligrane The Pen Shop‘’isimli mağazada; dünyanın en seçkin kalem markalarının, en özel ürünlerinin yanı sıra mürekkepten, kalem ucuna, özel kalem kutularına kadar kalemle ilgili her türlü aksesuar ve ekipman da meraklılarına servis edilecek. ‘’Calligrane ‘’ayrıca koleksiyonlere garantili kalem servisi hizmeti de verecek.
PROĞRAM :
TARİH : 04-10-2012 ( PERŞEMBE )
AÇILIŞ ve BASIN LANSMANI : 10:30 -13:00
YER : BUYAKA AVM .KAT B-2 NO:33 KAT – TEPE ÜSTÜ –ÜMRANİYE –İSTANBUL"

19 Eylül 2012

Okuma Notları 5


1. BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun şairliği ile ressamlığı sürekli karşılaştırılırmış bir zamanlar. İlginç olan bu konudaki tartışmaya kendisinin de dahil olmasıdır. Bedri Rahmi Eyüboğlu bir yazısında kendi durumunu şöyle yorumluyor: 

Bedri Rahmi Eyuboğlu (1911, Görele - 21 Eylül 1975, İstanbul)
“Bir elinde dolmakalem, öteki elinde fırça ile dolaştığı için elleri daima boya içerisindedir. Resimden yorulunca yazı yazmaya başlar. Kendini ressamlara sorarsanız: ‘Ressamlığı şöyle böyle, ama iyi şiir yazar’, derler. Muharrirlere sorarsanız: ‘Muharrirliği şöyle böyle, fakat iyi resim yapar’, derler. El Greco’ya, Rus romanlarına, pastırmaya ve halk türkülerine bayılır. Gündüzleri resim yaptığı, geceleri yazı yazdığı söylenir. Bunlardan hangisini daha çok sevdiğini kestirmek güçtür.”
(Radikal Kitap, 17.04.2009, s.30)

2. HASAN ALİ TOPTAŞ 
Hasan Ali Toptaş (d.1958)
Yazı yazma konusunda çeşitli hassasiyetlere sahip, hastası olduğumuz usta yazar Hasan Ali Toptaş, kitaplarını dolmakalemle, yere yüzükoyun yatarak yazıyormuş (sadece bu yazma tarzı dahi onu sevme nedenidir).

Kendi yorumuna göre diğer yazı yazma takıntıları ise şöyle:
"Mükemmeliyetçilik bir hastalık. Müsveddelerimi el yazısıyla, siyah mürekkepli dolmakalemle, beyaz kağıda yazıyorum. Sayfanın sonunda bir sözcük karalamışsam o sayfayı yeniden yazıyorum."  
(Ekşi Sözlük + Hürriyet Cumartesi, 19.02.2000)

3. YEKTA KOPAN

"Hiçbir gösterişi olmayan, ucuz tükenmez kalemi elimde çevirip duruyorum. Aslında yazacağım kalemin bir albenisinin olmasını isterim. Yanımdan genelde ayırmadığım dolmakalemime bağlılığım bu yüzdendir. Tasarımdaki incelik, ele oturuşuyla verdiği özgüven, haznesinden yavaşça akan mürekkebin kağıda büyüleyici bir şekilde yayılması... Ama şu anda elimde az önce havaalanının girişindeki ıvır zıvır satan dükkândan aldığım sıradan bir tükenmez kalem mi?" 
Aşk Mutfağından Yalnızlık Tarifleri, Yekta Kopan

4. GEORGES SIMENON


Georges Simenon (d. 13 Şubat 1903 - ö. 4 Eylül 1989)

Kendi özgü polisiye romanların ünlü yazarı Georges Simenon, çoğunlukla önce dolmakalem, ardından daktilo kullanmasına rağmen masasının üzerinde bulundurduğu bir kalemlikte çok sayıda sivri yontulmuş kurşun kalemler sıralanmadıkça tek satır yazamazmış.

5. JEAN-LUC GODARD
Jean-Luc Godard (d.1930)
'Serseri Aşıklar' ve 'Çılgın Pierrot' gibi unutulmaz filmlerle sinema tarihine geçen Jean-Luc Godard, yazılarını halen daktiloda yazan bir yönetmen. Daktilo ve yan malzeme üretiminin kalkmasından önce stok yapmaya karar vermiş. 2001 yılında korkuya kapılıp 12 daktilo ve hatırı sayılır miktarda şerit satın almış. 

6. JOSEPH CONRAD

Joseph Conrad'ın (1857-1924) bir mektubu. Hızını alamayıp kelimeler arasında köprü kurmuş.

Joseph Conrad’ın deniz hakkındaki kitapları o kadar çok ve unutulmazdır ki, onu her zaman bir yelkenlide düşünür, yaşamının son otuz yılını karada, son derece yerleşik ve durağan geçirdiğini aklımıza bile getirmeyiz. Gerçekte iyi bir denizci olmasına karşın yolculuk etmekten nefret eder, hiçbir şey onu çalışma odasına kapanıp da anlatılamaz zorluklarla yazmak ya da en yakın dostlarıyla sohbet etmek kadar rahatlatamazdı. Söylenenlere göre her zaman bu iş için tasarlanmış odalarda çalışmazmış. Yaşamının sonuna doğru, Kent’teki evinin bahçesinin en ücra köşelerine saklanarak kağıt parçalarına bir şeyler karalarmış, hatta bir keresinde ailesine hiçbir açıklamada bulunmadan tam bir hafta kendini banyoya kilitler ve bu mekânın son derece kısıtlı kullanım olanaklarının tadını çıkartır. (İhsan Yılmaz, Hürriyet Keyif, 13.07.2008)

7. CHARLES DICKENS

Charles Dickens (7 Şubat 1812 – 9 Haziran 1870)
Charles Dickens, yazma konusunda hastalık derecesinde takıntılı biriymiş. Masa ve sandalyelerin istediği şekilde düzenlenmediği bir odada yazı yazamıyormuş. Mavi renkli kağıtlara yine mavi tonlardaki mürekkep ile yazmayı severmiş -elbette kaz tüyü kalemi ile. Ayrıca yazarın daha önce görmüş olduğu herhangi bir odadaki herhangi bir mobilyanın veya yürüdüğü bir yoldaki dükkanların tam yerini ve adını aradan yıllar geçse de hatırlayabilecek kadar güçlü bir hafızası varmış. Son bir bilgi: Charles Dickens uğur getirmesi için her şeye üç defa dokunurmuş. 

8. Honoré de Balzac

Balzac'ın çalışma masası.
Honoré de Balzac, iflah olmaz bir Türk kahvesi müptelasıymış. Hayatı boyunca 91 tane roman yazan ünlü yazarın toplamda 50 bin fincan Türk kahvesi içmiş olduğu tahmin ediliyor. Balzac'ın bir başka alışkanlığı ise, her gün mutlaka belirli miktarda yazı yazmayı kendine şart koşması. Bir tempo belirleyip bu belirlediği sayfa sayısına ulaşmadan masasından kalkmıyormuş. Hatta amaçladığı sayfa sayısına ulaşamadığında, o sayıya ulaşabilmek için, kalan sayfaları kopya ederek dolduruyormuş!

Diğer kaynaklar ve okuma önerileri:  

http://bookaroundthecorner.wordpress.com/
http://www.edebiyathaber.net/yazarlarin-takintilari/
http://writersatwork.pfauth.com/

04 Eylül 2012

Okuma Notları 4


Orhan Pamuk'un penceresinden İstanbul. Çizen: Matteo Pericoli.

1. YAZARLAR NASIL YAZIYOR?

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk, romanlarını elle yazıyor. Dolmakalem kullanıyor. Kareli defteri tercih ediyor. Orhan Pamuk, ayrıca biten dolmakalem kartuşlarını atmayıp biriktiriyor. Elle yazdığı romanını dizgiye yolluyor; dizildikten sonra üzerinde bilgisayarla çalışma yapıyor.

Orhan Pamuk'un Nobel konuşmasından bir bölüm (7.12.2006):

"Benim için yazar olmak, insanın içinde gizli ikinci kişiyi, o kişiyi yapan âlemi sabırla yıllarca uğraşarak keşfetmesidir: Yazı deyince önce romanlar, şiirler, edebiyat geleneği değil, bir odaya kapanıp, masaya oturup, tek başına kendi içine dönen ve bu sayede kelimelerle bir yeni âlem kuran insan gelir gözümün önüne. Bu adam, ya da bu kadın, daktilo kullanabilir, bilgisayarın kolaylıklarından yararlanabilir, ya da benim gibi otuz yıl boyunca dolmakalemle kâğıt üzerine, elle yazabilir. Yazdıkça kahve, çay, sigara içebilir. Bazen masasından kalkıp pencereden dışarıya, sokakta oynayan çocuklara, talihliyse ağaçlara ve bir manzaraya, ya da karanlık bir duvara bakabilir. Şiir, oyun ya da benim gibi roman yazabilir. Bütün bu farklılıklar asıl faaliyetten, masaya oturup sabırla kendi içine dönmekten sonra gelir. Yazı yazmak, bu içe dönük bakışı kelimelere geçirmek, insanın kendisinin içinden geçerek yeni bir âlemi sabırla, inatla ve mutlulukla araştırmasıdır. Ben boş sayfaya yavaş yavaş yeni kelimeler ekleyerek masamda oturdukça günler, aylar, yıllar geçtikçe, kendime yeni bir âlem kurduğumu, kendi içimdeki bir başka insanı, tıpkı bir köprüyü ya da bir kubbeyi taş taş kuran biri gibi ortaya çıkardığımı hissederdim. Biz yazarların taşları kelimelerdir." (...)


Hilmi Yavuz: Yazılarını bilgisayarda yazan Hilmi Yavuz, defterlerini hâlâ Pelikan dolmakalemiyle dolduruyor. 

Ümit Meriç: Sosyolog yazar. Yazılarını elle kaleme alıyor. Teknolojiye mesafeli. Ümit Meriç'in bu konudaki görüşleri şöyle:

"Kalemin kutsiyetine inanır hale geldim. Kalem kutsaldır. Çünkü üzerine yemin edilmiştir. Bilgisayar bir yerde hain bir araç. Bir virüs çıkıyor ve her şeyi, bütün bilgiyi, emeği sıfırlayabiliyor. Oysa elle yazılan bir kelime yüzlerce sene silinmeden saklanabilir."

ALIŞKANLIKLAR VE TAKINTILAR


Voltaire'in yazdığı bir mektup.
Voltaire yatakta, kâğıdı sevgilisinin sırtına dayayıp yazarmış.

Churchill ayakta ve dolanırken.

Benjamin Franklin ise küvette yazmaktan çok hoşlanırmış.

Leviathan'ınn yazarı felsefeci Thomas Hobbes da ilham geldiğinde yatak çarşaflarına bile yazar, yer kalmayınca da bacaklarına geçermiş. 

Victor Hugo, tıkandığında, bir türlü yazamadığında uşağını çağırır, tüm giysilerini alıp gitmesini ve ertesi güne kadar gelmemesini söylermiş; böylece evde çıplak çıplak oturup yazmaktan başka yapabileceği hiçbir şey olmazmış. Ayrıca Victor Hugo çatısındaki cam kafeste yazmaktan hoşlanıyormuş. Orada kürsünün önünde durur ve çıplak olarak yazarmış. Bazen değişiklik olsun diye kafasından aşağı soğuk su döker ve vücudunu at kılından yapılma eldivenlerle ovalarmış.

William Shakespeare ise noktalama işaretlerini koymaya dahi fırsat bulamayacak kadar hızlı yazıyormuş! (Elbette tüy kalemiyle.)

Barth ve Colette ancak dolmakalemle (Colette için Parker) Jack Kerouac ise ancak daktiloyla yazabiliyorlarmış.

Ernest Hemingway de çıplak ve ayakta yazarmış ve daktilosunun da bel hizasına geliyor olmasını şart koşarmış. (Bu arada Ernest Hemingway'in kuzeni Edward Hemingway'in 1930'larda, Meterell Towers adlı dokuz yatak odalı bir şatoda İngiltere'nin en eski çıplaklar kampını kurmuş olduğunu belirtmek gerekebilir.)

D.H. Lawrence'ın yöntemi biraz daha tuhafmış: yazmaya oturmadan önce soyunur, evinin önündeki dut ağacına çıplak olarak tırmanır, sonra inip yazmaya başlarmış!

Fransız şair ve Cyrano de Bergerac'ın yazarı Edmond Rostand, yazarken dostları tarafından rahatsız edilmekten o kadar bıkmış ki, çareyi küvette yazmakta bulmuş. Soyunup küvete giren ve öyle yazanlar arasında Agatha Christie ve Benjamin Franklin de var. Benjamin Franklin ayrıca 'hava banyosu' almaktan da hoşlanırmış: yazarken soğuk bir odada çıplak oturmak ona iyi gelirmiş.

(Kaynak: Radikal Kitap, Z. Heyzen ateş, 18.06.2010/ Zaman, 11.07.2009 / Radikal Kitap, Cem Akaş, 09.02.2007)

2. Montblanc'ın Kısa Tarihçesi

Dolmakalemlerin halka yaygınlaştırılmasını amaçlayan Hamburglu Alman kırtasiyeci Claus Johannes Voss, 1906 yılında yanına Christian Lausen isimli bir bankacı ve bir mühendis olan Wilhelm Dziambor’u alarak mürekkep hazneli dolmakalem imalatına başladı.

montblanc
Montblanc (Photo: djeucalyptus) 
 
Şirketin kuruluş yıllarındaki adı ‘Simplo Dolmakalem’di. 1910’da kapaktaki kırmızı renk, 6 yuvarlak köşeli beyaz bir yıldızla değiştirildi. O günlerde yapılan bir toplantıda kapağın tepesindeki yıldız, bir dağın zirvesindeki buzula benzetilince, kalemlere Avrupa’nın en yüksek dağı Montblanc’ın ismi verildi.

Şirketin efsane haline gelen “Meisterstück” (usta işi) markalı dolmakalemlerinin üretimi 1924’te başladı. 1986’da “The Art of Writing” sloganı ilk kez kullanıldı.

Montblanc kalemlerinin koleksiyonerler için önemli tutku olduğunu kaydeden Montblanc Başkan Yardımcısı Sönke Tornieporth, “On beş yıl önce alınan bir dolmakalem şu anda çok iyi değer kazanmış durumda. Dövize ve borsaya yatırıma göre daha güvenli ve daha fazla getirisi var” diyor.

Sönke Tornieporth, 105 yaşında olan firmanın sadece kalem değil, mücevher, saat, çanta ve aksesuvar satışı da yaptığını hatırlatarak, şunları ekliyor: 
“Montblanc’ın bilgisayara yenik düştüğünü söyleyenler var ama bu böyle olmadı. Bizim kalemlerimizi alanlar için yazı bir fonksiyon değil, onlar için tutku.”

(Kaynak: Hürriyet, 06.12.2009)

3. RICHARD BURTON - ELIZABETH TAYLOR


Elizabeth Taylor ile Richard Burton’ın skandallarla başlayıp acı dolu biten, dillere destan bir aşkları vardı. İlişkileri 1963 yılında başrol oynadıkları “Kleopatra” filminde başladı. O sırada her ikisi de evliydi. Çift 15 Mart 1964’te evlendi. 
 
Kavga gürültü, alkol, mücevher, mal mülk, özel uçaklar bu ilişkiye damgasını vurdu. Özellikle Richard Burton’un Elizabeth Taylor’a 40’ıncı yaş gününde hediye ettiği 69,42 karatlık 1,1 milyon dolar değerindeki elmas kolye ile evlilik hediyesi olan Meksika Puerto Vallarte’deki Casa Kimberley isimli villa akıllardan çıkmadı. 
 
1974’te boşanan çift, 1975’te tekrar evlenip bir yıl sonra yine ayrıldı. Richard Burton 1984’te, menekşe gözlü unutulmaz güzel Elizabeth Taylor ise 23 Mart 2011'de hayatını kaybetti.



15 Mart 1964, evlendikleri gün.

Richard Burton 27 Aralık 1973’te yazdığı mektupta, Elizabeth Taylor’ın kendisine Noel’de hediye ettiği dolmakalem için teşekkür ediyor:
“Sıradan bir kadın olmadığın çok belli. Tıpkı bu kalem gibi sen de farklısın. Tıpkı bu özel kalem gibi sen de ağır ancak aynı zamanda da ‘hafifsin’. O yüzdeki ifade nasıl da arzu dolu bir ifade alıyor? Nefesler nasıl tutuluyor? Her erkeğin kadınında görmek istediği o hayvani, vahşi taraf nasıl da ortaya çıkıyor? Tıpkı dolmakalemin bedeninin en derinlerinden bir anda fışkıran mürekkep gibi... R.B.”

30 Ağustos 2012

Okuma Notları 3

1. DOLMAKALEM NASIL KULLANILMALI? 



"Lüks kalemin kapağını arkasına takmamanız gerek. Dolmakalem hassas olduğu için dikkatli kullanmalısınız. Her gün kullanırsanız sorun yaşamazsınız. İki hafta kullanmazsanız temizlemeniz gerekir çünkü mürekkep yoğun bir madde. Kalemin içinde kurur ve kalemin ucuna düzgün şekilde akmaz." (Cristiano Pauia, OMAS)

2. DOLMAKALEM ALIRKEN NEYE DİKKAT ETMEK GEREKİR?

"Kalemin ucu yumuşak olmalı. Dolmakalemle yazdığınızda kalemi hissetmemelisiniz, kağıt üzerinde akıp gitmeli. İyi uçlu bir dolmakalem elinizin uzantısı haline gelir ve eliniz yorulmadan saatlerce yazı yazabilirsiniz." 

(Cristiano Pauia, OMAS Yöneticisi, Milliyet Cumartesi, 1.4.2006)

3. 'DERSLERDE BAŞARININ YOLU DOLMAKALEM'


İskoçya'da ileri teknolojiye sahip okullar daha iyi eğitim için dolmakaleme geri dönüyor. Her öğrencisi için bir bilgisayarı bulunan Edinburgh'taki Melville İlkokulu çocuklara dolmakalem kullanma zorunluluğu getirdi.  

Dolmakalem kullanmanın akademik hayattaki başarıyı artırdığını söyleyen yetkililer, "Bu, öğrencilerin daha dikkatli davranmasını sağlıyor" dedi. 

(Sabah,  12.12.2006, s.4)

4. FÜRUĞ


Şair Feridun Moşiri, Furuğ'la ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor: 

"Furuğ Ferruhzad'ın derginin ofisine geldiğini hayal meyal hatırlıyorum. O günlerde Abadan'dan Tahran'a yeni dönmüştü. Kendisini biraz yabancı hissediyordu. Saçları dağılmıştı ve elleri mürekkepliydi. Sanki ellerinde bir dolmakalem parçalanmış ve mürekkebi bulaşmıştı. 

Beni arıyordu ve 'Moşiri nerede?' diye sordu. Yol gösterdiler. Odama geldi, selam verdi ve aynı yerde durdu. Buyur ettim ve oturdu. Onun için çay getirmelerini söyledim ve konuşmaya başladı. Üç tane şiir getirmişti. İlk kez yayımlanması için onlardan birisini seçtim. (...) O şiir Günah şiiriydi. Benim için çok şaşırtıcıydı. Karşımda oturan kişi bir genç kızdan daha çok yetişkin bir kadını andırıyordu."

(Derya Önder, Radikal Kitap, 29.02.2008, s.10)  

Çok sevdiğim Füruğ'dan bir yudum şiirle bitirelim notları:

"ey baştan aşağı yeşil! 
yakıcı hatıralar gibi ellerini, 
bırak benim aşık ellerime"

29 Ağustos 2012

Okuma Notları 2

1. YAŞAR KEMAL

  
Yaşar Kemal 50 yıldan fazla kurşunkalemle yazdıysa da son yıllarda Lamy marka dolmakalem kullanıyor.

“İnce Memed’e imzamı koymamak için direnmiştim”, Doğan Hızlan, Yaşar Kemal Röportajı, Hürriyet, 20 Aralık 2003, s. 16)

2. ENİS BATUR


"Ancak bir masada yazabilirim; kesik uçlu dolmakalem kullanırım (başka kalemlerde kıvam tutturamam); yazacağım defter ya da kağıt çizgili olmalıdır."
(Bekçi, Oğlak Yay. 2003)

3. DOĞAN HIZLAN


"(...) Ben siyah, klasik dolmakalemlere tutkunumdur. Siyah mürekkepten pek hoşlanmasam da. Kalın dolmakalemler bana çok iri sarılmış zeytinyağlı dolmaları hatırlatır, kullanmayı sevmem. Ama tabii koleksiyonumda öyleleri de mevcuttur.

Sayılı miktarda üretilmiş kalemlere sahip olmanın hazzını yaşayanlar bilir. Mont Blanc'ın Ernest Hemingvvay modeli mesela...
Eski modellerin yeniden üretilmesi bence koleksiyonculara hakarettir. Bende var diye böbürlenirken, onu vitrinde görmek tansiyonumu hemen yükseltir. Sheaffer, 1940'ların Crest modelini çıkardı. Siyahını tercih edin lütfen. Altın, ucu dışında, kaleme yakışmıyor. Parker'ların 51, 61'ini hatırlamaz mısınız? O gizli uçları...

Gösterişli/gösterişçi kalemlere Dunhill ile Yves Saint Laurent'ı da ekleyelim. O kırmızı kocaman Yves Saint Laurent dolmakalemin albenisini inkar edemem. O kalemlerle insan sanki kendi için değil de başkaları için yazıyor. İtiraf edeyim ki, arada bir ben de gösterişli kalemlerle yazıyorum, teşhirci iblisin başını ezmek mümkün değil ki.

Harley Davidson'ı çok sevgili ve saygıdeğer bir dostum armağan etti, yeri başka, onu da spor kıyafet giydiğimde ve özellikle tatil günlerinde kullanıyorum.

Küçük dolmakalemleri severim, bu yüzden de zaman zaman Kaweco ile yazarım.

Bir de müstehcen Lamy kalemim var. Çünkü içi görünüyor, kalem de soyunursa böyle soyunur.

Mürekkep tutkusu

Dolmakalem deyince mürekkep gelir hatıra. Her dolmakalemi kendi mürekkebiyle dolduracaksın ama zamane icadı kartuşlara da kayıtsız kalmayacaksınız. Kalemin dış rengine göre içine aynı renk mürekkep koymak da gün oluyor icap ediyor. Bordo (burgundy) kaleminize aynı renk mürekkebi koymazsanız, bu burgundy Cross'u, Montblanc'ı niye aldınız öyleyse?
Mürekkep fanatikleri de vardır. Sevgili dostum Osman N. Karaca kahverengi mürekkepten başkasına yan gözle bile bakmaz.
Sabahattin Ali'nin yeşil mürekkep tutkusunu okumuşsunuzdur. En nefret ettiğim insanlar, kalemlerini uzatıp, senin mürekkebin vardır, doldur diyenlerdir.
Mor mürekkebe bayılırım, eski stampa mürekkebi ile sabit kalemin hatırlatıcısıdır."
(Hürriyet, 17.12.1995 )

4. HADİ ULUENGİN
"Ah, ah 'Montblanc' dolmakaleme zaten çok ihtiyacım var. Papaz lisesinde öğrendiğim kaligrafik yazıyı tekrar hatırlamam için mutlaka bu marka gerekiyor."
(Hürriyet, 22 Aralık 1996)

24 Ağustos 2012

Okuma Notları 1

1. İSTANBUL'DAKİ İLK KIRTASİYE

Türkiye'de ajanda denildiğinde akla gelen ilk ve tek isim 'Ece Ajandası'dır. Ece Ajandası'nın arkasında ise 150 yılı aşkın bir geçmiş var: 1835 yılında, İran'dan İstanbul'a göç eden Hacı Kasım Bey, 1860'ta Beyazıt semtinde İstanbul'un ilk kırtasiyesini açmış. İstanbul'a ilk dolmakalemi getiren de Hacı Kasım Bey olmuş. Doğal olarak bu yeni ve pahalı ürünün müşterileri çoğunlukla saray çevresindenmiş. 

Daha sonra Hacı Kasım'ın damadı olan Mehmet Sadık Bey 1895'te meşhur Ece Ajandası'nı kurmuş. (Hacı Kasım'ın oğullarından biri ise Saatli Maarif Takvimi'ni üreterek ülkemizin bir başka değeri olmuştur.)

Soyadı Kanunu'yla birlikte Kağıtçı soyadını alan Mehmet Sadık Bey, 1930'larda Beyazıt'tan Babıâli'ye inip orada bugün de aynı yerde açık olan Afitap Kırtasiye Müessesesi ve Mağazası'nı açmış. Ece Ajandası 1910 yılından beri üretiliyor. Ajandalara 'Ece' adı verilmesinin hazin bir hikâyesi var:

Ailenin üçüncü kuşak mensuplarından Seydali Gönel 2009'da Ece Koçal'a şöyle öykü anlatıyor: "Ece ismi, bizim için gizli kalmış bir yara gibidir. Dedenin üçü kız olmak üzere beş tane çocuğu var. Erkek çocuklardan en büyüğü, yani Ahmet Dayı, pilot olmayı çok istiyor ve pilot olmak için Romanya'ya gidiyor. Ece isminde güzel bir kıza âşık oluyor. Ama o kızla birlikte olamıyor, ayrı düşüyorlar. Ahmet Dayı bu aşkından dolayı İran'a gidiyor ve kayboluyor. Kendisinden bir daha haber alınamıyor. 'Ece' ismi de oradan geliyor; bizim 'Ece'miz Ahmet Dayı'nın aşkıdır. Bu hikâye gizli kalmıştır. Hatta bunu kamufle etmek için, Atatürk'ün ilk dünya güzellik kraliçemiz Keriman Halis'e verdiği 'Ece' unvanından dolayı bu ismin konulduğu söylenmiş hep. Bu hatırayı kendi içimizde daha fazla saklamanın artık bir anlamı olmadığını düşündük. Bu yüzden de bu defterlere 'aşkın defterleri' diyoruz."

(Ece Ajandası Facebook adresi: http://www.facebook.com/eceajandasi)

2. İHTİYAR ADAM VE DOLMAKALEMLERİ



















Ernest Hemingway kitaplarını ve gazete yazılarını Montegrappa, Parker 51 ve Esterbrooks marka dolmakalemleriyle yazmış.

3. MÜREKKEP TEORİSİ



















Albert Einstein'ın kullandığı dolmakalemlerden birinin Pelikan 100 olduğu bir fotoğrafıyla sabit. Daha erken dönemde ise Waterman kullandığı kayıtlı.

4. MARİO LEVİ















Ünlü yazarımız Mario Levi tüm yazılarını dolmakalemle yazıyor.

Kitaplarını dört defa düzeltiyor; son yazışında bilgisayar kullanıyor.

5. DOLANDIRICININ KELİME OYUNU

Victor Schwitz isimli bir dolandırıcı 1950'lerde Fransız gazetelerine "50 Franga yazı makinesi ve dikiş makinesi satılır" diye ilanlar veriyordu. Para yatırıp sipariş verenlere de bir dolmakalem ya da dikiş iğnesi postalanıyordu.

6.  YAHYA KEMAL'İN BAVULU




Yahya Kemal Beyatlı, rahatsızlanıp Park Otel'den Cerrahpaşa'ya kaldırıldığında, Ayaspaşa'daki otelin 164 numaralı odasında 19 yıl yaşamıştı. Otelde üç bavulu, beş çift ayakkabısı ve beş şapkası kaldı.

1 Kasım 1958 günü bu dünyadan gittiği gün tutulan hastane raporunda, kayıtlara geçen eşyalar şunlardı: 3 adet boş çek, dört buçuk TL., bir adet Cyma marka kroma cep saati, bir çift altın, bir çift gümüş kol düğmesi, gözlük kılıfı, tıraş fırçası ve takımı, çakmak, tırnak makasları, iki not defteri, üç takım pijama, bir çanta, bir bavul, bir baston, bir komple protez, bir çift terlik, üç çift iç çamaşırı, iki gömlek, bir çift ayakkabı, iki kravat, bir robdöşambr, beş çift çorap, bir kemer, bir takım kostüm, bir pardösü, bir şapka, bir dolmakalem, iki anahtar, 3 paket Birinci sigarası ve bir tarih dergisi.

Listedeki eşyaların tümü yine listede bulunan bavula sığmıştı. 


















Not: Yolunuz düşerse Yahya Kemal Müzesi'ne bir uğrayın derim.  

 
7. FÜZE İLE DOLMAKALEM 

Dosya:Osmium crystals.jpg


Osmiyum (adı Yunanca koku anlamına gelen gelen osmë 'den türetilmiştir) bir geçiş metalidir. Çok sert, gevrek, gri-beyaz parıltılı, yüksek sıcaklıklarda bile işlenmesi zor bir madde olan osmiyum, dolmakalem uçları ile orta ve uzun menzilli silahların namlu içlerinin yapımında kullanılıyor.

Platin grubuna ait diğer metaller de dolmakalem uçları için kullanılıyor. En bilinenleri şöyle: Palladyum, iridyum, rutenyum ve rodyum.

8. KEN PARKER DOLMAKALEMLERİ
























Her macerası bir film senaryosuna benzeyen ve çizgi roman tarihinin kült karakterlerinden biri olan Ken Parker ilk kez Türkiye'de yayınlanacağı zaman ilginç bir olay yaşandı. Tay Yayınları'nın sahibi Sezen Yalçıner, "Parker" kalemlerine gönderme yaparak "Bu dolmakalem markası, olmaz" deyince özgün adı Ken Parker olan ünlü çizgi romanın Türkiye'deki adı "Alaska" oldu.