04 Temmuz 2017

Çocukken Ansiklopedi Okumak

Milliyet gazetesinin 4 Temmuz 2017 tarihli nüshasının 4. sayfasında "Sony'den plak fabrikası" haberini görünce zincirleme düşünceler beni ansiklopedilere götürdü. Hepsini birlikte düşünmek mümkün; plak, kitap veya ansiklopedi, somut analog verilere sahiptir. Cep telefonu benzeri nesnelerin aksine uzun yıllar direnebilme güçleri beni hep büyülemiştir.

Küçük bir şey bazen çok büyük bir öneme sahip olabiliyor. Çocukken ansiklopedi okumak mesela, önemsiz gibi görünüyor şimdi. Fakat benim için çok değerliydi. Öyle ki mesleğimin temelinde Meydan Larousse Ansiklopedisi'nin bulunduğunu söyleyebilirim.

Çocukluğumda uzun uzun yürüdükten sonra (Nurtepe'den Kağıthane'ye inip, oradan Çağlayan'a çıkarak) mahalle arasında kalmış o zaman gözüme çok büyük görünen o küçümen halk kütüphanesine varmak ve bir Meydan Larousse cildini alıp dünyayı keşfetmek çocuk aklımla büyük bir tecrübeydi.

Her şeyden önce ansiklopedi fikri olağanüstü zekice bir girişimdir. Ansiklopedi, insanlığın bilgi birikiminin bir özeti, belki daha doğru bir ifade ile özetin de özetidir. Ansiklopedi sayesinde binlerce yıllık bilgiyi cilt cilt okumak mümkün oluyordu.

Şimdi çoğu insana, dijital hayatın rahatlığı içinde söylenen bu sözler anlamsız gelebilir. Çünkü internette hemen her türlü bilgiye ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Oysa inkar edilemeyecek yararlarının yanında şurası bir gerçek ki internet bir çöplük aslında. Doğru bilgiye nereden ulaşacağınızı bilmeniz gerekiyor. O da yetmiyor edindiğiniz bilgiyi başka sitelerden doğrulatmanız gerekiyor. Bazen bilgi aldığınız, güvenilir olduğunu düşündüğünüz bir site gün geliyor hiç olmamış gibi yok oluyor. 

Lisede gazetelerin "Ansiklopedi Savaşları" dönemine tanık oldum. O zamanlar en iyisini Milliyet gazetesi veriyordu. Ben de Milliyet okumaya başlamıştım bu sayede. Kuponları alıp Cağaloğlu binası önünde sıraya girip her ay elimde insanlığın bilgi birikiminin bir parçasıyla eve gitmek ve okumak da ayrı bir heyecandı. Tabii zaman değişmiş, ansiklopedinin adı Büyük Larousse olmuştu.

Sonra başka ansiklopediler keşfettim. Celal Esad Arseven'in Sanat Ansiklopedisi, eski ve yeni İslâm ansiklopedileri, 42 yılda tamamlanabilen sabırtaşı İnönü Ansiklopedisi (sonra adı değişiyor Türk Ansiklopedisi oluyor), Reşat Ekrem Koçu'nun inanılması güç bilgiler içeren yarıda kalmış İstanbul Ansiklopedisi, Tarih Vakfı'nın somut İstanbul Ansiklopedisi...

Bilindiği gibi önceleri analog bir düzen vardı. Mesela 1990'lı yılların başında bir gazete arşivinde işe başladığımda raflarda birkaç bin kitap, daktilolar, metal bir kartoteks dolabı ve binlerce dosya ile karşılaşmıştım. Fotoğraf ve bilgi dosyaları ayrı dolaplarda saklanıyordu. Fotoğraf dosyalarının içinde karta basılı siyah beyaz/renkli fotoğrafların yanında küçük zarfların içinde negatif filmler veya dialar vardı. (Şimdi kaç kişi cep telefonundaki veya bilgisayarındaki fotoğrafları karta bastırıyor?)

Sonra komutlarla çalışılan, DOS tabanlı, tüplü ekranı olan Windows 3.1 kurulu bilgisayarlar, disketler geldi. Daktilolar depoya indirildi. Önceden kartotekse bakmadan en çok istenen dosyaların nerede bulunduğunu bilir ve saniyeler içinde istenen dosyayı bulurken artık dosyaların yerini ezberlemeye gerek kalmadı. İlginç olan sürecin daha da hızlanması ama bilgiye erişimin yavaşlamasıydı. Bir çekmeceyi açıp dosya numarasını bulup sonra dolaptan çıkartmak birkaç saniye sürerken, işin içine bilgisayarlar girince süreç uzamaya başladı. (Hele bilgisayar arızalandıysa ve bir başka yerde de kaydı yoksa çok sinir bozucu bir durumdu.)

Lisans sırasında kısa bir süre (önce staj gereği, staj bitiminden sonra da gönüllü) Tarih Vakfı arşivinde çalışmıştım, her şey o kadar sakin ve durağandı ki arkasından bir gazetede çalışmaya başlayınca istenen her şeyin son derece kısa bir zamanda, saniyeler, dakikalar hatta en geç bir iki saat içinde bulunması gerektiğini gördüğümde bu hızdan çok ürktüğümü hatırlıyorum.

Ansiklopediler çalıştığım kurumun bir parçasıydı. Onlarla birlikte aynı çatı altında olmak çok güzeldi.  (Ancak yeni zamanların yöneticileri bu güzelliklerin farkında olmadı ve artık internet var diye düşünüp, yer kapladıkları gerekçesiyle ansiklopediler ve diğer başvuru kaynakları çalışma alanlarından uzaklaştırıldı.)

Ansiklopedi okumanın tahmin edilemeyen, şaşırtıcı sonuçları olabiliyor; dünyanın bir katmanına daha nüfuz edebiliyor, küçük bir bilgiyle benzersiz bir düşünceye sahip olabiliyorsunuz.

Tıpkı plaklar, kitaplar, dolmakalemler, mürekkep şişeleri ve güzel defterler gibi, ansiklopediler de çok güzeldir, iyidir.

22 Haziran 2017

Olivetti, Dante, Salyangozlar ve Yarış Atları



Belki de daktilo tarihinin en güzel reklam çalışmalarını Olivetti yapmıştır.

Birkaç tanesine bakalım:

Dante Bey, ne yapıyorsunuz?


QZERTY: Sanki çizgilerin ölümsüz olduğunu ima etmiyor mu?

Olivetti gururu: Bakın yazı kültürü tarihinde tüy kalemden nerelere gelinmiş?

Zamanında öyle değildi ama günümüzde çok ironik duran bir ilan.



Peki bugün Olivetti nerede?

Telecom Italia ile birleşen Olivetti, günümüzde hesap makinesinden, 3D yazıcıya, fotokopi makinesinden pos cihazına kadar bir yığın şey üretiyor.

21 Haziran 2017

Yerinde Çizer'i Beklerken




En sevdiğim bloglardan biri de Yerinde Çizer.

Her hafta Ahmet kardeşim yeni bir şey çizsin de göreyim diye sabırla beklerim. Bazen haftada bir, bazen de üç tane yazı yayımlar ve bu yazılara her zaman güzel çizgiler eşlik eder.


Merak ettiğim konular vardı. Ben de kendisiyle minik bir söyleşi yaptım. Benim için faydalı oldu, çizime olan hevesim ve sevgim arttı.Belki başkaları için de benzer duygular uyandırır diyerek Erguvan Kalem'de kendisini tanıtmak istedim.




Ahmet, ben seni Mürekkepbalığı dergisi dolayısıyla az buçuk tanıyorum. Yine de okurlar için kendini tarif edebilir misin? Çizime nasıl başladın?

Çizim yapmayı küçüklükten itibaren seven biriyim. Sonrasında üniversitede farklı projelerde tarihi eserlerin korunmasına ilişkin projelerde çalışma gibi bir fırsatım oldu. Bu projelerde bolca eskiz, kroki çizmek durumunda kaldım ve bundan inanılmaz zevk aldığımı fark ettim. Derken bir süre daha bu projelerden bağımsız olarak çizim yapmaya devam ettim. Benim gibi insanları araştırırken karşıma USK oluşumu çıktı ve şimdi bu insanlarla birlikte çiziyoruz.

USK, yani Urban Sketchers nasıl bir topluluk? Kimlerden oluşuyor? Bir dernek mi? Yoksa bağımsız ve gönül birliğine dayalı bir grup mu?
USK, 2007 yılında çoğunluğu gazeteci, illüstratör olan insanlar tarafından başlatılıyor. Bu yüzden çizerler daha çok muhabir gibi çalışıyor. Bir çizerin en büyük görevi o ana tanıklık etmek ve aktarırken gördüklerine olabildiğince sadık olmak. Hemen hemen tek şart bu diyebilirim. Burada estetik kaygılardan çok, hikaye anlatımı önemli. Bu şekilde şehre dair kırıntıları toparlıyoruz. Tüm dünyada, bu şekilde çalışan bir sürü çizerin resimleri toplanınca sonuç çok heyecan verici oluyor. Birde bunların arasında toplumun her kesiminden, değişik yaş ve meslek grubundan olan insanların da bulunduğunu düşünürseniz o zaman iş daha da ilginç bir hal alıyor. USK üyeleri arasında son derece başarılı sanatçılar olduğu gibi, benim gibi amatörce bir şeyler yapmaya çalışanlar da çok, onlardan bizde bu konuda çok şey öğreniyoruz. İşin en güzel taraflarından birisi de bu. USK benim için birçok şey ifade eden bir topluluk. İnsanların böyle güzel şeyler için de toplanıyor olması her şeye rağmen geleceğe ümitle bakabilmemi sağlıyor. 

Peki bu çerçeve içinde Yerinde Çizer nasıl bir blog? Benzerleri gibi mi? Sence benzer bloglardan farklı yönleri var mı?

Benzer bloglarla hemen hemen aynı çizgide ilerliyoruz. Fakat farklı şehirleri çiziyor olmanın yarattığı bir fark var.  
Neden çizim yapıyorsun? Çizim senin için ne ifade ediyor?
Çizmek kendimizi ifade etmenin hemen hemen en eski, en temel yolu. Belki konuşmayı öğrenmeden önce bile çiziyorduk. Yazmayı öğrenmemiz binlerce yıl aldı. O zamana kadar hep çizgilerle anlattık kendimizi. Bu yüzden bir şeyler çizerken, mağara duvarına resim yapan ya da Çatalhöyük’te Hasan Dağı’nın manzarasını duvara çizen o adam gibi hissediyorum kendimi. Aramızdaki binlerce yıla, farklı kültüre rağmen resimlerimiz üzerinden bir şeyler paylaşabiliyoruz. Bu düşünce bana çok güçlü geliyor. Bir de özellikle yeni bir yere gidip, bir defteri tamamen doldurabildiğim zamanlarda kendimi bir nevi seyyah gibi hissediyorum, bu duygu da insana zevk veriyor.

Blogunda ipuçları var ama nasıl çizim yapıyorsun? Aşamaları derli toplu olarak anlatabilir misin?
Çizerlerin çizim yapma şekillerini ben iki gruba ayırıyorum. Bunlardan ilki ve en zevklisi gelişi güzel biçimde, o anda elimizde çizmeye yarayan ne varsa, oturup çizmek oluyor. O anda toplantıda, yahut otobüs durağında olabilirsiniz. Elinizde kalem ve kağıt olduktan sonra gerisi önemli değil. Ben genelde çantamda küçük bir defter hep bulunduruyorum, bir nevi günlük gibi oluyor bu resimler. İkinci grup ise biraz daha disiplinli işliyor. Önceden çizim gününü planlayıp, sonrasında çantamızı hazırlayıp çizime çıkıyoruz. Yanımızdan eksik etmediğimiz bir de katlanır taburelerimiz var. Bu sayede her an her yerde oturup çizim yapabilme fırsatımız oluyor.  

Mürekkebe özel bir önem verdiğini biliyorum. En çok hangi mürekkepleri seviyorsun?
Ben biraz sıkıcı bir insanım bu konuda, aynı mürekkepleri bıkıp usanmadan severek kullanabiliyorum. Tek takıntım dayanıklılık. Bu yüzden Aniki ve Platinum Carbon mürekkeblerini çok seviyorum. Bu iki mürekkebe ek olarak bir de çini mürekkebini kullanmayı seviyorum. Bir iki dolarlık, ucuz Dollar Demonstator dolmakalemlerden her sene beş altı tane alıyorum, ucuz oldukları için gönül rahatlığıyla çini mürekkebi doldurabiliyorum. Bu kadar ucuza gayet başarılı iş çıkardığı için bu kombinasyonu da çok seviyorum. 

Kaçınılmaz olarak kalem ve kâğıt tercihlerini de sormak isterim.
Yanımdan ayırmadığım üç tane yol arkadaşım var, bunlar bir adet Lamy Safari, Platinum Carbon Desk Pen ve bir adet de Faber Castell TK Fine Vario L 0.5 mekanik uçlu kalem. Bu üç kalem yıllardır onca zor şartlara rağmen asla beni yarı yolda bırakmadı. Bu sebepten hep yanımdalar. Bunların yanında Ali Bey’in defterlerinin müptelasıyım. Bu kadar şık, sağlam ve sade defterleri yapan bir usta yanı başımızda olduğu için şanslıyız. Bir de Clairefontaine var. Clairefontaine tarafından üretilen kağıtların çoğunu ben çok başarılı buluyorum.


Son olarak, çizimlerini ve Yerinde Çizer blogunu bir bütün halinde düşünerek sorayım: Neler öğrendin?
İlk hareketin en önemli şey olduğunu öğrendim. Evde acaba nasıl olur diye kendi kendime sorarak geçirmektense, çıktım ve çizmeyi denedim. İlk denemem başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da ilk adımı atmış oldum. Bu herhalde öğrendiğim en önemli şey. Başarısızlık düşüncesinin, başarısızlığın kendisinden daha çok rahatsızlık verdiğini fark ettim. Blog açmak göründüğünden çok daha zor bir işmiş, böylelikle bunu da öğrenmiş oldum. Özellikle açmaktan ziyade sürekliliğin sağlanması gerçekten çok zor bir işmiş. Umarım bunda başarılı olurum.
                             Yerinde Çizerlik Ekipmanları