27 Şubat 2017

Okuma Notları 6

Genç Paul Auster ve sevgili daktilosu.

Milliyet Kitap'ın Şubat sayısını bir kenara ayırmış okuyamamıştım. Bugün okuma fırsatı buldum ancak.

Bu sefer çağdaş Amerikan edebiyatının büyük ismi Paul Auster'ı kapak yapmışlar. Aslında çok meraklısı değilim, ancak bazı kitaplarını (özellikle Kırmızı Defter ve New York Üçlemesi'ni) severim.

Paul Auster bilinmesi ve okunması gereken bir yazar. Yazmaya 12 yaşında başlayan Auster, Columbia Üniversitesi'nde Fransız, İngiliz ve İtalyan edebiyatı okudu. Fransızca çeviriler yaptı. Özelikle Fransız şiiri üzerine saygı gören önemli bir antolojisi var. Dört yıl Princeton Üniversitesi'nde çeviri dersleri veren Auster'ın pek çok kimliği var: Şair, çevirmen, denemeci, senaryo yazarı ve yönetmen.

Yazı Yeşim Kasap'a ait, güzel bir derleme, araştırma olmuş. Altıncı sayfada "Hayatının Dönüm Noktaları" başlığı altında küçük notlar vardı, ilgiyle okudum. Şimdi baktım, yazıyı internet sitelerine de yüklemişler. Yazıyla ilgili kısımlara dikkat ettim ve ben de kendime notlar aldım.


Paul Auster, çok sevdiği daktilosuyla birlikte. Fotoğraf: Martine Fougeron



KALEMDEN DAKTİLOYA

Paul Auster'ın bilgisayarı yok. Çalışma yöntemi de şöyle: Yazılarını önce dolmakalem veya kurşunkalemle ve Fransa’dan aldığı çoğunlukla kareli not defterlerine yazıyor. Daha sonra notlarını 1960’lardan kalma Olympia marka daktilosuyla (SM-9 modeli) tekrar yazıyor. Paul Auster, daktilosuna duyduğu sevgiyi ayrıca “The Story of My Typewriter”da anlatmış.


Yazarın çalışma masası, dolmakalemi ve son kitabı. Fotoğraf: Martine Fougeron

KALEMİN ACISI

Bir şey daha var, meğer Paul Auster'ın, takıntı haline getirdiği bir alışkanlığı varmış: Evden kalemsiz çıkmıyormuş. 


Çünkü sekiz yaşındayken hayranı olduğu beyzbol oyuncusu Willie Mays ile karşılaşmış ve Mays’ten beyzbol topunu imzalamasını istemiş ama Mays’in de Auster’ın anne babasının da yanında kalem yokmuş. O gün çok üzülmüş. Öyle ki o günden sonra yanında kalem olmadan evden çıkmamış. (Bu talihsiz olaydan 52 yıl sonra olayı öğrenen Willie Mays kendisine imzalı bir top hediye etmiş.)



KIRMIZI DEFTER

Kalemi ve yazıyı seven Paul Auster elbette defterlere de büyük önem veriyor. Aşağıdaki alıntı Cam Kent kitabından:

"Defterleri gözden geçirdi, hangisini alacağına karar vermeye çalıştı. Asla akıl erdiremediği nedenlerle, alttaki kırmızı bir deftere karşı dayanılmaz bir arzu duydu. Defteri çekip aldı, inceledi, sayfaları başparmağıyla yavaşça karıştırdı. Defteri neden böyle çekici bulduğunu kendisine açıklayabilmekten âcizdi. Yüz yapraklı, yirmi bir buçuğa yirmi sekiz boyutunda standart bir defterdi. Ama defter bir yanıyla "Al beni" diyordu Quinn'e. Sanki bu defterin kaderi, Quinn'in kaleminden çıkacak sözcükleri kaydetmekti. Duygularının yoğunluğundan neredeyse şaşkına dönen Quinn kırmızı defteri kolunun altına sıkıştırdı, kasaya gitti ve parasını ödeyip onu satın aldı.

On beş dakika sonra evine dönen Quinn, Stillman'ın fotoğrafıyla çeki cebinden çıkardı ve dikkatlice çalışma masasının üzerine bıraktı. Masanın üzerindeki döküntüleri temizledi –kibrit çöpleri, izmaritler, küller, kullanılmış mürekkep kartuşları, birkaç metal para, bilet koçanları, karalanmış kâğıtlar, kirli bir mendil– ve kırmızı defteri masanın ortasına koydu. Sonra pencerelerdeki perdeleri kapattı, soyundu ve masanın başına oturdu. daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı, ancak o anda çıplak olması nedense çok uygun görünmüştü gözüne. Öylece yirmi otuz saniye kadar oturdu, kıpırdamamaya, soluk almak dışında bir şey yapmamaya çalışıyordu. Sonra kırmızı defteri açtı. Kalemini eline aldı ve ilk sayfaya adının baş harflerini yazdı: D.Q., yani Daniel Quinn. Kendi adını defterlerinden birine yazmayalı beş yılı geçmişti. Bir an durup bu gerçek üzerinde düşündü ama sonra bu düşünceyi önemsiz bularak aklından çıkardı. Sayfayı çevirdi. Birkaç saniye o boş sayfayı inceledi, "Acaba budalanın biri miyim?" diye düşündü. Sonra kalemini en üstteki satıra bastırdı ve kırmızı deftere ilk notunu düştü..."
Cam Kent, New York Üçlemesi 1, (Paul Auster'ın kitaplarını 1980 ve 1990'lı yıllarda Metis basıyordu, sonra Can Yayınları yayın haklarını satın aldı.)

MAVİ DEFTER

Bir başka alıntı daha. Kehanet Gecesi adlı romanda, kitabın kahramanı Sidney Orr ileride hayatını değiştirecek mavi defterle karşılaşmasını şöyle anlatıyor:

"Öyle gösterişli ya da dikkat çekici falan değildi. Kullanışlı bir malzemeydi; ağırbaşlı, basit, işe yarar. Ama ciltli oluşu hoşuma gitti. Onu ilk elime aldığımda fiziksel zevke benzer bir şey hissettim. Nedense birden çok rahatlamıştım. O ana kadar mavi deftere yazmak bana zevkten başka bir şey vermemişti. Gitgide yoğunlaşan, çılgınca bir doyum duygusu. Sözcükler kafamdan sanki biri onları bana yazdırıyormuş gibi çıkmıştı; düşlerin, karabasanların ve özgür düşüncelerin billur diliyle konuşan bir sesin söylediği cümleleri kopya eder gibiydim..."

26 Şubat 2017

Yazı ile Fotoğraf



Hakiki bir yazı ile görüntüsü birbirinden farklıdır. Fotoğrafçılıkla da ilgilendiğim için daha iyi biliyorum, iğne ucuna benzer incecik bir ucun bulunduğu bir fotoğraf ve o uçla yazılmış yazılar göze o kadar hoş görünmüyor. Bu nedenle ister istemez bir zorunluluk gibi karşınıza çıkan hemen bütün bloglardaki fotoğraflarda gösterişli ve kalın uçların görüldüğü yine bu kalemlerden çıkmış yazıların olduğu fotoğraflar vardır. Oysa gerçek hayat öyle değil, hepimiz günlük hayatta yazılarımızı aynı uçla yazmıyor, aynı uçları beğenmiyoruz.

Oysa hakikatte uzun uzun yazı yazmak için ince uçlar daha elverişli diye düşünüyorum. (Tabii ince uçların da farklı türleri var, ben rapido denilen teknik kalemleri de günlük yazı yazmada kullandığım için genel geçer bir kaideden söz etmiyorum.)

Demek istediğim (benimki de dahil olmak üzere) sadece fotoğraflara kanıp bloglara o kadar da itibar etmeyiniz, asıl önemli olan sizin kendi tecrübeniz ve zevkinizdir.

24 Şubat 2017

Scrikss 419 ve Dünyanın Bütün Kuşları

Scrikss 419 ve Lavinia. Kitabın kapağı zarar görmesin diye a3 çıktı ile kapladım.

Bazen bir roman okumanın en iyi yanı etkileyici bir öykü dinlemek değildir. Bence bir kitap okumanın en güzel yanı kalbe dokunan o cümleyi bulabilmektir.

O cümleyi bulduğum an kitabı okumaya ara veriyorum, güzel bir cümle içimde büyüsün isterim, oturup deftere yazıyorum hemen. Kalemin ucu kâğıda dokunurken gönlümde de iz bırakıyor.

"Doğudaki tepelerin ardında gökyüzü aydınlıktı ve dünyanın bütün kuşları ötüyordu."
Ursula K. Le Guin, Lavinia, Metis Yay., 2014, s.98

23 Şubat 2017

Dolmakalemin Ucunda



Yazının ruhu, denizci ve tüccar Fenikeliler sayesinde, 22 harf ile Akdeniz sularında yayılmaya başladı ve yeryüzü kültürünü genişletti. 

Bence kalemin ruhu ise ucunda ve mürekkeple olan ilişkisinde barınıyor. Kâğıt üzerinde gezinirken bizim ruhumuzu da inceltiyor, tıpkı mürekkep gibi incecik bir tabakanın içinde yayılıyoruz.

Geçenlerde bir kitapta yazının tarihiyle ilgili bir bölüm okurken dayanamayıp bir hatayı düzelteyim istedim ve Fenikelilerin ilk harfini çizdim.

Fotoğrafta da görüldüğü gibi kâğıda dokunan ucun çizdiği bir başka çizgi var, harfin içinde bir başka harf daha var, çizginin özü, mürekkep oradan yayılıyor.



Kültür ve sanatın da benzer bir temeli var, her şey orada kendine bir yer buluyor ve barınıyor: Güzellik, çirkinlik, incelik, kabalık derinlik, sığlık, bilgi, bilgisizlik.

Ben buna görgü diyorum. Çivi yazısı olmasaydı, belki kavramlar seslere dönüşemeyecekti, mağara duvarlarındaki resimler olmasaydı belki de fotoğraf makinemiz olmayacaktı, uygarlık bir başka yönde ilerleyecekti. Görgü, kalemin bıraktığı belli belirsiz iz gibidir. İsteyen bundan kendine güzel bir elbise çıkartır, isteyen üstündekileri yırtıp atar.  

21 Şubat 2017

Kaküno, John Berger, Ursula K. Le Guin


 
Okumak, yalnızlığın en güzel ilaçlarından biri. Gerçi Amerikan yerlilerine göre iyi ilaç acı olurmuş ama olsun bazı ilaçlar da başka cinsten. 

John Berger'ın Bir Fotoğrafı Anlamak kitabından sonra Ursula K. Le Guin hazretlerinin Lavinia kitabına başladım. 

Lavinia kitabına eşlik edecek dolmakalemi de seçtim. Aslında bir süredir kitapların kenarlarına not almayı bıraktım, martı resimleri, oklar, karalamalar filan yapıyorum. Pilot Kaküno'yu da görüldüğü gibi kişiselleştirdim. (Çöpe atmaya kıyamadığım bir ipi kendimce değerlendirmiş oldum.)

Kitap ise şöyle başlıyor:

"On dokuzuncu yaşıma girdiğim yılın mayıs ayında, kutsal yemeğe tuz almak için nehrin ağzındaki tuz yatağına gitmiştim."