Perşembe günlerini severim. Yeni bir deftere bir perşembe günü başladıysam çok sevinirim, o deftere daha bir güzel yazarım sanki.
Bugün de öyle elimde şahane bir defter var. Fakat elimdeki defter fabrika işi, sıradan bir defter. Keşke bu elimdeki defter Göcek Padişahı Ali İkizkaya'nın el yapımı/ev yapımı defterlerinden biri olaydı, daha çok sevinirdim. Yine de fazla ahlanıp vahlanmayayım, bir gün postadan defterin hası çıkıverir, hasret biter. Kısmet diyelim.
Neyse. Konuyu dağıtmayayım. Yeni bir defter, üzerinde hiç mübarek bir mürekkep lekesi dahi olmayan, kağıdın su yollarının rahatça görülebildiği bir defter, oyuncuların henüz hamle yapmadığı için üzerinde nice ihtimallerin bulunduğu bir satranç tahtasına benziyor.
"Evvela ne yazmalı?" diye her defasında bir ölçü düşünmek, bir ölçü pencereden dünyaya bakmak, nihayet son bir defa tuhaf şeyleri hatıra getirmek için masada duran kitabın rayihasıyla mest olup yazmaya karar vermeliyim.
İlk olarak tarih yazmalı elbette. Bugünün tarihini "11 Ağustos 2011 Perşembe" yazarak başlıyorum.
Sonra bu sıralar bitirmek istemediğim, yazar ve saat tamircisi Şule Gürbüz'ün edebiyat tarihimize geçecek olağanüstü güzellikteki "Zamanın Farkında" isimli kitabından bir alıntı yapacağım.
Sonra, sonrası iyilik güzellik demek isterdim.
Ancak bundan sonra bir hırpalanma safhası başlar. Defterin yükü hayatımı paylaştığı için ağırlaşır, okuduğum kitaplarla derinleşir. Defter hırpalandıkça, o sade yavan halinden uzaklaştıkça kişilik bulur, kendi olur, kağıt yığını olmaktan çıkar defter olur.
Şimdi, yazma vaktidir.
Sevgili Mehmet Dostum, Kardeşim !
YanıtlaSilYine güzel kaleminden duru, narin ve latif cümleler dökülmüş.
Epeydir benim de aklımda olan bir konuyu çok saf ve temiz yazmışsın. Defter yazmadıktan sonra, yükünü almayınca defter mi olur. Olmaz tabii, bilgeleşemez. Bilgeleşemeyince de nasıl aydınlatabilir ki..?
Yukarıdaki satırdan sebeple bir anda aklıma düştü. Aydınlatmak için yanmak lazım.. Yanan defterler.., sayfalar..
Teşekkürler ve sevgilerimle...