El yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
El yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak 2019

Rahmi Koç ve El Yazısı


Rahmi Koç 89 yaşında. 

Dile kolay, koca bir ömür bu. Ama ona sorarsanız belki de
Muhammed Lutfî'nin dizeleriyle şöyle bir yanıt verebilir: 

"Geçer bir lahzada rü’yâ misâli ömrü insânın"


Rahmi Koç giyimiyle kuşamıyla, kişisel hayatındaki ilkeleriyle memlekette kendini bilen erkekler için örnek alınan biri ve elbette iş dünyası için de son derece önemli bir figür. Onunla yapılan röportajlar hep çok okunur, ben de ilgiyle okurum.

Bugünkü Cumhuriyet gazetesinin arka sayfasında "Zaman Hazinem" başlıklı yazıyı görünce yine aynı merakla okudum.

Tecrübelerini, bildiklerini, kişiliği ile ilgili önemli ayrıntıları anlatmış.

Yazının sonundaki başlık ise benim Rahmi Koç'u neden çok sevdiğimi açıklar gibi: "El Yazısı Başka..."

Şöyle diyor Rahmi Koç,

"El yazısı ile yazılan mektup, hatta el yazısı ile atılan güzel bir imza, o mektubun değerini artırır diye düşünüyorum. Birisinden el yazısıyla mektup aldığım zaman yahut el yazısıyla bir kart yazmışsam yahut imzalamışsam büyük bir keyif alıyorum. Hatta yeni yıl kartları gönderen kişi, el yazısıyla küçük bir şeyler yazdıysa mutlaka cevap veriyorum."


03 Haziran 2017

Atatürk'ün El Yazısı Üzerine



Peyami Safa'nın Milli Mücadele kahramanı, devrimci lider, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nun kurucusu ve saymaya doyulmayacak özelliklerin sahibi Mustafa Kemal Atatürk'ün el yazısı üzerine 1954'te yazdığı yazıyı hiç bilmiyordum. Güzel şeyler yazmış.

Milliyet, 23 Kasım 1954
Atatürk'ün el yazısı ile 10. Yıl Nutku notları

17 Nisan 2014

Kendine Ait Bir Harf*



Güzel el yazısının en büyük sorunu kolayca anonim olabilmesi.

Daha önce de yazmıştım, çok güzel yazıyor bazı insanlar. Özene bezene yazıyor ve hakikaten çok uğraşıyorlar yazarken. Ben de güzel yazıları seviyorum ama bir levhada veya bir kitapta olsun isterim. Bir defterde elle yazılmış Helvetica font karakterlerini görmek istemem.

Ben dahil her gören de beğenir uyumlu yazıları ama kendinize özgü bir yazı karakteriniz yoksa kişilikli bir yazının sahibi değilizdir. "Yazdıklarına baktığımda orada seni göremiyorum." dediydim bir arkadaşıma. Alınmıştı biraz. Olsun, bir kişinin yazısında onu görebilmeliyim, yoksa o yazıya bakmak bana hoş gelmiyor. Hele kitap harfleriyle yazı yazanlara ayrı bir şaşırıyorum. Evet gözümüz, uyum istiyor, harflerin aralıklarının belirli bir boşluğa sahip olmasını istiyor, bir müzik eseri gibi olsun istiyoruz yazıların. Olsun elbette. Fakat bunun için başka bir yazıyı pelerin gibi üstümüze alıp ortadan kaybolmamız gerekmiyor. Kırık dökük olalım mesela, içimizden geldiği gibi dökelim harfleri.

El yazımızın tipografi kurallarına bir bağının olması gerektiği gibi yanlış bir inanış var bence.

Canımız istediğinde bazı harfleri farklı şekillerde kullanabiliriz. Ne daktilo ne de bilgisayar klavyesi değiliz. Öncelikle yazımızı kendimizin okuması gerek, sonra başkalarının. Biz anlıyorsak güzel, başkaları da okuyabiliyorsa o da güzel. Ama çok da gerekli değil.

Daha güzel yazmak için kasılmamak gerek "düzgün yazacağız" diye kendi yazımızda kendimizi kaybetmeyelim, arada bir harf de bizden olsun. Küçümsemeyelim, bize ait bir harf az şey değildir.

Düzgün ve uyumlu bir yazıya sahip olmak isteyenleri de anlıyorum. Onlara kendilerine ait harfe sahip olmaları gerektiğini söylemek istiyorum sadece. Özel bir harf olsun elinizin altında. Mürekkep o harfi bilsin, kâğıt o harfi tanısın, kalem o harfi yürüsün.

Yazarken eğlenmeliyiz biraz, yazı sıkıntı verici bir şey değildir.

El yazısı özgürlüktür, dünyadan uzaklaşıp nefes aldığımız bağ bahçe demektir.

Bahçıvanın acımasızca saldırdığı yaban otlarıdır el yazımız.

Kargacık burgacık da olsa bizim yüzümüze benzer aslında elimizdeki harf.

Benim yüzüm buruşuk biraz. Varsın öyle olsun, biz mürekkebin tadını çıkaralım.

*Virginia Woolf'a selam olsun. 

18 Mart 2013

Kağıttan Gömlek




 
Fotoğrafta görülen satırlar, 1943 tarihli 'Vadim o kadar yeşildi ki' isimli meşhur romanın arka kapağına yazılmış. 

Kitabın sinema uyarlaması daha ünlüdür ve yönetmeni bilinir de Richard Llewellyn isimli yazarı pek bilinmez. Çevirmenler Metin Toker ve Emir Kökmen. İkinci Dünya Savaşı bütün hengamesiyle sürerken böyle zorlu bir zamanda bu kitabı yayınlayan ise, 'İktisadi Yürüyüş Matbaası ve Neşriyat Yurdu'. Kitabı sahafları gezip böyle ganimetler bulmaya çok meraklı bir arkadaşımdan almıştım. Kendisinin bu kitapla ilgili enfes bir yazısı var. Ama benim derdim kitapla ilgili değil, kitabın arkasındaki cümlede:

"Ruhum ellerde dolaşan kadehler gibi boşalmış durmaktadır" cümlesi uzun zamandır kitabın arkasından bana bakıp duruyor.

Böyle muazzeb cümlelerle olmadık yerlerde karşılaşınca şaşırıyorum. Düşünmeden edemiyorum, biz yazarken ne yapıyoruz aslında? Okuyanlar ne düşünüyor?

Elimizde sevdiğimiz bir kalem ile yazıya başlarken, yazıya karışırken, yazıyla hemhâl olurken, aslında çıplak gibiyiz. Düşünmek zaten kendi başına bir mülk. Zihnimizden geçenler ise mürekkebin akışkanlığında, olgunluğumuz ve tabiatımızla uygun bir hızla kağıda dökülürken biz üşüyoruz ve çıplak gibiyiz. Bazen bir çıkış bulamayıp, dünyaya razı oluyoruz. Küçük isyan cümlelerinden öteye gidemeyip, bizi daha aşağıya çeken vasata teslim oluyoruz, küsüyor ve daha iyi bir hayat istemiyoruz, sanki çıplak gibiyiz.

Ama başkaları da var.


Kimi bir kenarda solgun bekleyen, kimi kısık ateşte kavrulan başka türlü beslenen, başka türlü konuşan güzel insanlar var. Onlar ipekten yapılmış kederli gömleklere bürünüp yazıyor. Onlar yazmakla kalmayıp hayatımızı daha mânâlı kılıyor. Onlar, cümle acılara, insanın çiğliğine katlanabilme gücü veriyor. Onlar yazıyla bize yaklaşıyor, bizi iyileştiriyorlar.

Ne zaman dertli harflerle karşılaşsam, yazana katlanabilme gücü diliyorum. Yazıyla, çiziyle  uğraşan her insan dertlidir. Derdi olmayan zaten başka bir yerde geziniyor.

Yazı yazmak öyle bir hâl ki, hâlimizin, kalbimizden geçenlerin görünmesi için, akıldan sızması gereken harflerin, görünmeyen, gizli dehlizlerden çıkarak, kağıttan gömlek giymesi gerekiyor. 

Harflerimiz, kağıda döküldükçe, önceki harflerin yanına dizildikçe biz de örtünüyor gibiyiz, kağıda ve harflere bir aynaya bakar gibi bakıyoruz ve o zaman sanki çıplak değiliz.


Detay, Halim Efendi'nin Meşk Murakkaı, Kubbealtı, 2011

24 Aralık 2012

Virginia Woolf'un El Yazısı




http://www.smith.edu/libraries/libs/rarebook/exhibitions/images/penandpress/large/13c_woolf_to_walpole.jpg
Virginia Woolf. Letter to Hugh Walpole, 3 March 1932
Virginia Woolf'un el yazısına hayranım.

Bu mektuptaki 'March' ile '1932'nin kaynaşmasına takıldım ve uzun uzun baktım.


Ayrıca harflerin her an uçacakmış gibi dalgalanması da bence olağanüstü.

Bir de, söylemeden edemeyeceğim: İmza dediğin böyle olur. 

(Yaptıkları saçma sapan karalamaya 'imza' diyenler de utansın. İmza kişinin kimliğidir ve karalama yerine ad soyad yazılmasıyla imza oluşur. Mustafa Kemal Atatürk'ün imzaları mükemmel örneklerdir. Karalama tipi şeyler ise ancak paraf olabilir, imza değil. Paraf da kısa imzadır, "gördüm, içeriğini anladım, onayladım" anlamına gelir ve bazen kişinin isminin ilk harflerinden oluşur veya farklı ama tutarlı bir işaretle yapılır.) 

Not: Bu arada psikiyatr Peter Dally'nin yazdığı biyografiye göre (Virginia Woolf: The Marriage of Heaven and Hell) yazarın kendini öldürmesine yol açan zihinsel dengesizlik, ailesinde dört kuşak rastlanan kalıtımsal bir rahatsızlık imiş.

(Yazıyı okumakta zorlananlar için geliyor: 


“Dear Hugh, 
      Here is the Waves, lacking, I am sorry to say, among other things, a fly leaf. But you won’t mind that, I know, since you have put up with many worse deficiencies on the part of your friend 
Virginia Woolf.”)


Kaynak: http://www.smith.edu/libraries/libs/rarebook/exhibitions/penandpress/case13c.htm

20 Temmuz 2012

Herkesin el yazısı farklı

Cumhuriyet Bilim Teknoloji eki, 20.07.2012, sayfa 16.


Her cuma günü Cumhuriyet'in Bilim Teknoloji ekine bakarım. Özellikle 'İlginç Sorular' köşesini okuyorum, çünkü bu köşe çoğunlukla günlük hayatta merak ettiğimiz konularla ilgili oluyor.

Bu sabah yine aynı köşeyi açtığımda el yazısıyla ilgili bir soru ve yanıtla karşılaştım. İnsan ister istemez el yazısı hakkında düşünüyor.

Çünkü el yazısı çok ilginç bir konu. 'El yazısı' bilimsel çalışmaların yapıldığı bir alandır, fakat aslında bir bilim dalı değil. Yazıbilim (grafoloji) yoluyla kişilik ve ruh hâli analizi yapıldığı söyleniyorsa da neticede yoruma dayalı bilgiler elde edildiğinden kuşkulu sonuçlar ortaya çıkıyor.

El yazımızın kıymetini bilelim.

Her insanın el yazısı canlı bir sanat eseridir.

Ünlü casus Mata Hari’nin elyazısı.
via http://commons.wikimedia.org
Ünlü casus Mata Hari’nin elyazısı.

13 Ocak 2011

Nasıl Yazıyorsun?



"Sen nasıl yazıyorsun bakalım o pek övdüğün dolmakalemlerle?" diye soranlar oluyor. İşte böyle yazıyorum. Sürekli doğaçlama yaparak, kurallara pek fazla uymayan, hızlı (ama kontrollü olduğumu düşünüyorum) bir yazım var. Yazım güzel değil elbette, bunun da bilincindeyim, fakat bu durum çok da umurumda değil zaten, ben yazmayı, mürekkepleri, kağıtları ve kalemleri seviyorum.

Eski eğitim sisteminde harfleri tek tek yazdırırlardı, benim yaşımdakiler (40) harfleri tane tane yazan bir nesildir. Fakat şimdi çocuklara elyazısı öğretiyorlar, çok seviniyorum, büyük oğlumun pat diye kelimeleri bir defada yazmasına hayranım mesela, ben de ona özeniyorum biraz. Ayrıca nafile bir çaba olarak kendimi eğitmeye çalışıyorum bazen, ancak yılların alışkanlığı olacak, her kelimeyi bir defada kalemi kaldırmadan yazmak çok zor bir iş. Çocukluktan öğrenseydim keşke el yazısı alışkanlığını, şimdi gayet güzel yazıyor olacaktım diye hayıflanıyorum. Olsun ne gam diyorum, mürekkep saçarak yazmaya devam.

12 Aralık 2010