Moleskine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Moleskine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Kasım 2011

İyi defterin peşinde bir ömür



İyi defter zor bulunuyor. Bazı defterler belli dönemlerde üretiliyor. Sözgelimi Unicef artık 1990'lı yıllarda ürettiği aşık olduğum o güzelim defterlerden artık yapmıyor. O yıllara dönebilsem bir yere stok yapmayı çok isterdim. 

Bugün üretilen defterlere gelirsek Daler-Rowney mesela eskiden İngiltere'de üretirdi çizim defterlerini (sketchbook) şimdi ise Çin'de üretiyor. Moleskine defterlerinin çoğu yine Çin'de üretiliyor. Defterlerin Çin'de üretilmesi kötü bir şey değil. Sonuçta Çin kağıdın anavatanı sayılır. Ama üretim yeri değişince eski deftere benzese de defter artık aynı defter değildir, kokusu bile farklı olur. 

Söylemek istediğim şey: Bulup sevdiğiniz bir defteri bir daha bulamayabilirsiniz o yüzden bir deftere ısındığınızda elinize para geçtikçe stok yapın. Çok faydasını göreceksiniz.

İki yüz yıllık bir geçmişi bulun efsane Moleskine defterlerin doğduğu küçük atölyeler gibi, irili ufaklı defter üreten atölyeler vardı dünyanın dört bir yanında. Küçük atölyeler artık çok azaldı. Eski Moleskine'lerden de üretilmiyor, 1980'lerde son üretici de kapandı. Bugün merkezi İtalya'da bulunan yeni bir şirket eski Moleskinlerin benzerini yeniden üretiyor. 

Daha önce söylediğim noktaya tekrar geliyorum böylece: Defter canlı bir şeydir, her zaman aynı defteri bulamazsınız. Çünkü her zaman aynı kağıt bulunmaz. Babasının dedesinin işini devam ettiren çocuklar, torunlar da her zaman görülmez. Bazen de ekonomik gelişmeler öylesine acımasız olur ki her şey değişir, şirketler batar.

Müşkülpesent değilseniz defter bulmak kolaydır aslında. Ama zor beğenenler için sevilecek defter bulmak o kadar kolay değildir. Gönlünüze göre defter bulmak ise bilenlerin takdir edeceği gibi çok çetrefilli bir iştir, aramak bulmak neredeyse eziyete dönüşebilir. Tam 'işte hayatımın defterini buldum' dersiniz, uzaktan çok hoş görünür, sonra bir bakarsınız defterin daha önce dikkat etmediğiniz bir özelliği size itici gelir. (Galiba insanlar da defterlere benziyor.)
Kendi defterimi kendim tasarlayayım deyip, defter yaptırmaya da çalıştım bir zamanlar. Şöyle iyi bir kağıt buldum (bulduğumu zannettim), sonra onları kestirip güvenilir bir ciltçiye gittim (veya gittiğimi sandım). Ancak işler düşündüğüm gibi olmadı nedense. Cildi pek beğenmedim. O deftere yazamadım. Cilt pek güzel olmadığından, defter düzgün açılmıyordu, ben de rahat yazamıyordum. Kağıt ise aslında kullandığım mürekkeplere uygun değildi. Yine fabrikasyon defterlere dönmek zorunda kaldım. (Neyse aradan 10 yıl geçtiği için o günleri unuttum.)

Neyse ki, talihli bir insanmışım. Günün birinde yıllar sonra memleketimde olmayacak bir şey oldu. Kendi başına, evinin bir odasını atölyeye dönüştürüp defter üreten birisini buldum. İyi defter üretmenin ne kadar zor olduğunu bildiğim için bu defterlerin kıymetini iyi biliyorum. Aynı defterleri başka bir yerde bulamayacağım için ondan defter alıyorum artık. 


Fotoğraf: Aniki Levend A5 Notebook Stretch Test 48hr  via http://www.flickr.com/

15 Ocak 2011

Marilyn Monroe'nun defterleri

Ali İkizkaya'nın yazdığı "Marilyn Monroe'nun defterleri" isimli güzel yazısını okuyunca defterler ve hatıralar üzerine düşünmemek olanaksız.

Defter tutmaya başladığım ilk tarihi çok iyi hatırlıyorum: 18 Şubat 1986. O gün başladığım defter bugün yok, ne oldu bilmiyorum, her taşınma bir yangın derler ya doğru. Fakat ilk tuttuğum defterler çizgili sıradan defterlerdi. Ciddi anlamda ilk defterim bir Unicef defteriydi. Teşvikiye'de İkbal Apartmanının yakınlarında bir pasajda bulunan kırtasiyeden almıştım (İkbal apartmanı da yok şimdi). Sonra o kırtasiye Teşvikiye caminin diğer ucundaki sokağa taşındı. Geçen Karum ve Muji'ye uğradığımda aynı yol üzerinde bulunan bu kırtasiyeye de uğramak istedim ama yerinde yoktu! Kırtasiyenin adı Kardeşler'di sanırım (yanılıyorsam düzeltin). İşletmelerin böylesine kolaylıkla ortalıktan çekilmesi ne sinir bozucu.

Sonra asitsiz güzel kağıda basılmış ve elbette çizgisiz defterlere merak saldım. Fakat Unicef defterlerinin yerini tutamadı hiç biri. Şimdi küçük Moleskine (11 TL'ye satılan ve 3 adet defterden oluşan paketler halinde satılanlardan bolca biriktiriyorum) defterlerini kullansam da keşke o zamanlar Unicef defterlerini bir yere depolasaymışım. :(

Marilyn Monroe'nun defterleri


Marilyn Monroe benzeri popüler kültür ikonlarından uzak durmaya çalışsam da bir gün Monroe'yu Cumhuriyet Kitap dergisinin kapağındaki bir fotoğrafta James Joyce okuduğunu görünce zihnimdeki uzak durulması gereken kişiler listesinden çıkardım. Joyce'un kitaplarını göstermelik olsa da yanında tutan insana her zaman hürmet ederim.

Monroe zaten evliliklerinden birini, bir yazarla, Arthur Miller ile yapmasından dolayı edebiyat dergilerinde de görünen imgelerden biri. Fakat günlüklerini geçtiğimiz aylara kadar bilmiyordum. Yine bir gazetede okumuştum sanıyorum. Ali İkizkaya zaten Monroe'nun defterlerine ilişkin çeşitli ayrıntıları yazmış, bir daha tekrar etmeme gerek yok, yine de Rönesans dönemiyle ilgilenmesi bile yeni ortaya çıkan gerçeklerden. Monroe'nun defterleri dağınık ve tutarsız bir kişiliği işaret ediyor etmesine ancak defterler içinde daha nice hakikatı barındırmaz mı? Bir kısmını kişinin hayatına bakarak çözmek mümkün olsa da defterlerin başka türlü ve yazandan başkasının çözemeyeceği bilgileri içerdiği de doğru değil midir? Yazmaya başlanan ama daha ilk harfinde bırakılan bir cümle, yazıldığından farklı bir anlamı barındıran kelimeler gibi sayfalardaki mürekkep lekeleri de kişiye ait hakikatlerdir.

Çünkü defter bir ayna gibi insanın tüm hâllerini gösterir. Yapmacık olan da zamanla görünür olur, içten olan da. Çocukların defterlerinden, büyüklerin defterlerine kadar envai çeşit defter var dünyada, hepsinin de ortak yanı içinde hatıraları barındırması.

Deftere yazı yazıldığı anda tarihe karışan harfler bizim de tarihimizin bir parçasıdır.

İnsanın kendi tarihini yine kendisinin inşa etmesinden yanayım.

18 Kasım 2010

Yedek kalemin faydaları üzerine

 


Aslında çok yazan birisi değilim, ancak hiç yazmayanlara göre çok yazıyor sayılırım sanki. :) Sabah, evden uzakta bir şeyler karalarken, çok sevdiğim mürdüm eriği renkli dolmakalemimdeki koyu mor Waterman işi mürekkebin sağlıklı akmadığını görünce bozuldum biraz, adet olduğu üzere kalem önce silik yazmaya başladı, ardından yazmamaya. Netice: Mürekkep yazı olup uçmuş. 

Evden uzakta böyle zamanlarda, hele akla birtakım fikirler üşüşmüşken, ortada kalmaktan hep korktuğum için her daim dolu olan yedek bir-iki kalem bulundurmanın faydasını da böylelikle görmüş oldum. "Niye bu kadar kalem taşıyorsun?" diye soranlar var, bunu soranların mühimce bir kısmı kalem dahi taşımıyor oysa, kalan kısmına da "Senden kalem istemeye utanırım" diyesim gelir bazen, çünkü genellikle bırakın yedek kalemi bir kenara, kalem taşıyanlar az, hele iyi kalem taşıyan parmakla gösteriliyor, dolmakalem taşıyanlar ise nadirattan sayılır.