Marguerite Yourcenar, Hadrianus'un Anıları, Adam Yayınları, 1984 (Adam Yayınları artık yok, Helikopter Yayınları bu kitabın çok güzel bir baskısını yayımladı. Fakat Yourcenar deyince aklıma Zenon gelir. Yeni baskısı yok, zor bulunur ama müthiş bir kitaptır, düşünen her kişiye lazım.) |
Teknoloji bizi ele geçirdikçe daha bir üşengeç oluyoruz galiba. Eskisinden daha az yazıyorum mesela. Bir dengesini de bulmak istiyorum, yardımcılar olmadan dengeyi kurmak zor ancak iyi ki kitaplar var. Düşünceleri iyileştirici, uyandırıcı (bugün de uyku günüymüş!) olmayan insanlar çok yanıltıcı oluyor. Ne yazık ki her köşede bu insanlardan bir tane var. En tehlikelileri de örgütçü olanlar (aşırı özgüvenlerinden, bilmedikleri hiçbir konunun olmayışlarından onları hemen tanırsınız). Ben düşünce olarak hiçbir yapılanmaya uzun süre dayanamıyorum. Bireyin özgür ruhunu ele geçirmek isteyen her türlü acı-tatlı baskıyı yıkmak gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki örgütçü insanların kendilerini çok sevdirmek ve hemen yandaş toplamak gibi bir özellikleri vardır. Benim gibi bireysel takılanlar ise her zaman yalnız kalır. Şüpheci bir yanım olduğundan insanları uyarmak istesem de kimseyi ikna edemiyorum. Bu insanları telefon dolandırıcılarına benzetiyorum. Hani binlerce liralık birikimlerini, evlerini, arsalarını dolandırıcılara kaptıranlar vardır ya. Onlar telefonda konuşurken, "seni kandırıyorlar" deseniz de ikna olmazlar. İnsan tuhaf bir varlık. Çoğu insan kötüyü yüceltmekte, kötülüğü sıradanlaştırmakta yarıştığı halde bu durumun farkında bile değil. Kaçmak, uzak durmak gerek.
Ben de her fırsatta kitaplara sığınıyorum. Okumak büyük devlet. İyi kitaplar okudukça da yazası geliyor insanın. Meslek hastalığı galiba (arşivciyim) yazdığım, okuduğum her şeyin kenarına bir tarih karalarım. Sahaflarda karşıma çıkan bazı kitaplarda da yazılmış tarihler görüyorum. Bu tarihler zamanın içindeki yolculuklar gibi.
Geçenlerde, Pierre Assouline üstadın yazdığı, Yüzyılın Gözü Henri Cartier-Bresson kitabını ikinci kez okudum (YGS Yayınları, 2007) efsane bir eser. Sevdiğim insanların biyografilerini okumaya bayılırım. Kitabın sonundaki sayfaya baktığımda 2007'nin son aylarına ait bir tarih yazdığımı gördüm. Böylece 10 yıl sonra aynı kitaba bir kez daha döndüğümü, yeniden okumakla çok mutlu olduğum için iyi bir şey yaptığımı anladım. Böylece ikinci tarihi ekledim. Benden sonra okuyanlar da bu tarihleri görecekler. Bu da bende tarif edemeyeceğim bir duygu uyandırıyor. Zamanda bir çeşit bağlantı. İnce bir bağ. Dünya üzerinde olmasak bile nesneler aracılığıyla haberleşme olanağı.
Eskiden kütüphanelerden aldığım kitapların arkasındaki kâğıt cebin içinde benden önce okuyanların isimlerini ve kitabı ödünç aldıkları tarihi gösteren kartlar bulunurdu. O kartları da ayrı bir severdim. Mürekkebin kâğıda düşerken izlediği yollara, isimlere, sayılara bakar dururdum. Ben de onlardan biriyim derdim. Bu kitabı okurken yalnızım ama aynı kitabı okuyan kardeşlerim, arkadaşlarım var, demek ki aslında yalnız değilim diye düşünüyorum.
Kendime her gün şöyle sesleniyorum: Üşenme, düşün. Üşenme, yaz.
Çocukluğumda kırtasiyeler şekerci dükkanlarından daha cezbediciydi benim için. Harçlığım her istediğimi almaya elvermezdi tabii, raflarını dolaşır çeşit çeşit kalemlere, silgilere, defterlere, boyalara, zımbalara, delgeçlere vs bakar dururdum. Zamanında nesnesine kavuşamamış hemen her arzu gibi, yetişkinliğimde bu arzu psikolojik bir vakaya dönüştü. Canım sıkkın olduğunda dışarıdaysam bir kırtasiyeye giriyor, ihtiyacım olmayan bir kalem ya da defter alıp çıkıyorum; çay kahve içebileceğim bir köşe buluyor, aldıklarımla şöyle bir oyalanıyorum -belki sadece bir cümle ya da bir çizgi. Eve dönünce aldıklarımı bir kenara koyuyor, belki de bir daha hiç yüzüne bakmıyorum -tam da lazım olduğunda gözüme ilişirlerse ne âlâ. Düzenli yazmak için hevesle aldığım cicili bicili defterler genelde 20-30 sayfa sonra genç yaşta emekli edildiler.
YanıtlaSilDolmakalem merakı bu durumu az da olsa değiştirdi. Estetik, statü, nostaljik heves... ne denirse densin, sonuçta dolmakalem bir yazma aracı. Temel işlevi bu. Dolayısıyla ister istemez insanı yazmaya çağırıyor. Sırf yazmış olmak için bile olsa her gün kullandırıyor kendini. Sadece kendini değil, ailesindeki hemen her ferdi de beraberinde getiriyor. Ne zamandır kitapların altını çizmezdim, şimdi ayaküstü okurken bile olsam elim bir kaleme gidiyor. Okuduğum kitapları, tarihlerini Excel'e yazardım; şimdi kitabın başına bir tarih atıveriyorum düşünmeden.
Eskiden yazdıklarıma hep alıcı gözüyle bakar, beğenmez, bu yüzden de sıklıkla yazmayı bırakır ve yazdıklarımı yırtardım. Şimdi ise çekirdek çitler gibi, bazen seyrettiğim bir dizideki konuşmaları bile bölük pörçük yazıyorum. İyi geliyor. Daha az üşensem ne güzel olur.
Deniz kardeş, ne güzel anlatmışsın düşüncelerini. Teşekkür ederim. Blog içindeki blog gibi bu yorum. Ben de senin gibi düşünüyorum. Dolmakalem diğer kalemlere benzemiyor, yazmaya çağıran yönleri daha fazla. Karalama bile olsa insanı yazmaya çizmeye çağırıyor. "Daha az üşensek, ne güzel olur."
SilBen de "Yüzyılın Gözü Henri Cartier-Bresson" kitabını arıyordum. Bir ara sizden alıp, ben de okuyabilir miyim? Yanılmıyorsam Pierre Assouline esaslı bir biyografi yazarı.
YanıtlaSilSalih Bey, bu yakınlarda yolumu sizin mekâna düşüreyim de uygun bir vaktinizde kitabı vereyim.
Sil