Sheaffer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sheaffer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

08 Kasım 2018

Robert Walser ve Aniki Defter Festivali


Elimdeki son defteri idareli kullanmaya, bittiğinde ise gazete kâğıtlarına Robert Walser gibi not almaya kendimi hazırlamıştım.

Robert Walser'in kurşunkalem ile yazdığı mikro yazıdan bir örnek.
En son defterin ön ve arka kapaklarına da yazmayı düşünüyordum - ki Walser üstadımız da bunu onaylardı. 

Bilindiği gibi İsviçreli yazar Robert Walser o kadar kederliydi ki 1 puntodan daha küçük (1 punto 0,376 mm'dir) harflerle bir A4 kağıdına roman yazmış biri olarak bilakis benimle gurur duyabilirdi. 

Lakin ben o kadar kederli değildim. 

Yalnız ve hüzünlü memleketimin bir defter ustasına güveniyordum.



Böyle dalmış düşünürken telefonun kırmızı ışığı beni rüyadan uyandırdı (masa telefonlarının sesi ofiste büyük bir gürültü çıkarıyor o yüzden sesini kapatmıştım) meğer gazetenin muhaberat servisinden arıyorlarmış. 

Kurye gelmiş. 

Beni bir paket bekliyormuş. 


Benim için hazine değerindeki defterlerimi alınca bir an durdum, ya ofise çıkıp çalışmaya devam edecektim ya da bir kutlama yapacaktım. 

Yirmi dört yıldır tozlu arşivlerde çalışıyorum, birazcık şımarıklık yapmaya hakkım var, diyerek kişisel bir festival düzenlemeye karar verip Caffè Nero'ya gittim. Her zamanki masaya kuruldum ve dünya güzeli defterleri(mi) seyrettim: Asitsiz, arşivlik kâğıttan enfes defterler. (Lüks düşkünü insanları anlamaya başladığımı hissettim bir an, dünya üzerinde bu defteri kullanan kaç kişi vardı ki sonuçta? Galiba İzmirli bir iş insanı ve benden başka artık kimse bu defterlerden kullanmıyor.)

Altı tane defter, altı dünyanın anahtarı gibi masada duruyordu. 

Sanki her bir defter kâğıttan kedi gibiydi, rahatlatıcı mırıltılarla bana sesleniyorlardı. 

Kitapsız, deftersiz ve kalemsiz bir yere gitmem, doğal olarak o sırada elimde milyon kere okuduğum Şule Gürbüz'ün Öyle miymiş? kitabı vardı, bir de tepesine deniz kabuğu iliştirilmiş Sheaffer kalemim. Onlar da festivalin baş konuğu oldular. (Gömlek cebinde fazlalık yapmasın diye masanın bir kenarına bıraktığım günlük defteri ofiste unutmuşum, yoksa o da fotoğrafta görünecekti.)

Kahveyi bitirdim, defterleri koklayıp sevdim sonra da şifa niyetine kitaptan birkaç sayfa okudum.

(Bu arada, 8 Kasım Dünya Deliler Günü imiş. Defter kalem mürekkep delilerini kapsıyor mu bilemem ama Şule Gürbüz, Öyle miymiş? kitabında "insana delirdiği yerden bakmalı" (s.165) diyor, haklı galiba.)

Sonra 6 tane defter için bu kadar sevinç yeter deyip etkinliği sonlandırdım. 

İşte dünyanın en kısa ve en güzel defter festivali böylece sona erdi.

31 Mayıs 2017

Yeni Bir Deftere Başlangıç



Kaç zamandır çantamda 2 ayrı defter taşıyordum. İkisi de geçenlerde bitince, bir kenarda sakladığım yeni Aniki defterimi çıkardım. (Daha önce defalarca yazdım, Aniki defterleri memleketimizde üretilen en iyi defterdir, daha iyisini görmedim.)

Bu vesileyle defter üzerine yeniden düşündüm. Bir yerde kalemin önemi kalmıyor. Hatta çok abartılıyor, çok abartıyoruz. Kalem, kâğıt, mürekkep zincirinde yazıya düşkün olduğunu söyleyen çoğu kişinin en zayıf noktaları da bu minvalde kâğıt ve mürekkep oluyor. Bir kaleme yüzlerce lira veren kişi gidip en kötü kâğıda sahip 5-10 liralık ucuz ve kalitesiz bir defter satın alabiliyor. Bir kaleme binlerce lira veren bir başkası da iyi bir mürekkebin neden pahalı olduğunu sorguluyor.

Çok sevdiğim, düşünür ve efsane yazar Rebecca Solnit'in Kaybolma Kılavuzu isimli kitabında geçen bir cümleyi biraz değiştirerek söyleyecek olursak:

“[Defterin] çakılıp kaldığı coğrafya katı bir yer değildir; onu [kalem] ve [mürekkepten] ziyade tıpkı şarkılardaki gibi, anılar ve arzular oluşturur.”


Bizden geriye internet sayfaları veya kalemler değil belki sadece defterler kalacak. Kalemler de konuşur bizimle, ancak bir kalem sınırlı ve yoruma dayalı bilgiler barındırır. Oysa bir defter öyle değildir, daha organik bir bağ kurar zihnimizle.

O da güzel bir defteriniz varsa.

Çünkü biliyorsunuz, yazmayınca unutuluyor.

22 Nisan 2017

Karalama Defteri



Bugün kullandığımız nice kelimenin mucidi Nurullah Ataç hiç müsvedde yapmadan daktiloda yazar, yazdıklarını beğenmezse kâğıdı yırtıp atarmış. 

Ya şimdi? Yanlışlarımız karşısında biz ne yapıyoruz? Defter azaldı, daktilo çok daha az artık. Bilgisayarda yazı yazarken kolayca silip düzeltebiliyoruz. Kâğıt üzerinde ise karalayıp geçiyoruz.

Bir iki yıl oluyor. Koleksiyoncu bir doktor arkadaşımın topladıklarına bakarken bir defter ilgimi çekmişti. Üzerinde bir kadının adı yazıyordu, yanılmıyorsam çiçekli de bir kapağı vardı. Asıl sürpriz ise defterin içindeydi, baştan sona yazılan her sözcüğün üzeri karalanmıştı.


20 Nisan 2017

Dolmakalem Dönüştürücüleri

Sıkmalı tip dönüştürücü, Parker 21

Çok meraklı olmayanlar kartuş ve pistonlu kalemleri bilir ama bunların dışında dolmakalemlerin onlarca farklı dolum sistemleri vardır. 

Sadece ABD'li firmaların efsanevi dolum sistemleri için kitap bile yazılır desem konunun ayrı bir derya olduğu anlaşılır sanıyorum. 


Ernst F. Attula patentli dolum sistemi, 1925.

Mesela Ernst F. Attula isimli mucidin tasarımı olan Sheaffer'ın da Snorkel adıyla kullandığı dolum sistemi üzerine yapılan tartışmalar da ayrı bir konudur. 

Bu sistemde dolmakalem ucu mürekkebe bulanmıyor. Çok ilginç bir şekilde damaktan çıkan incecik bir boru sayesinde kalemin içine mürekkep çekiliyor.

Piston tip dönüştürücü, Sailor
Elimdeki dolmakalemlerin yarısı pistonlu, diğer yarısı da piston tipi dönüştürücülü. En çok piston tipi dönüştürücüleri seviyorum. 

Kartuşlara ise hiç alışamadım, sevemedim. Ne zaman yeni bir dolmakalem alsam eğer pistonlu değilse hemen dönüştürücüsü var mı diye sorarım. Eğer yoksa almam. Çünkü mürekkep şişelerinin muazzam zenginliğinin yanında kartuşlar çok sınırlandırıcı geliyor bana. 

Kartuşlar pratiktir, doğru ve herkes benim gibi ellerini kirletmeyi sevmediğinden seveni de çoktur, o da doğru. Orhan Pamuk mesela, yeni bir romana başlarken kullandığı kartuşları atmaz biriktirirmiş. Böylece ne kadar yazdığını anlarmış.

Hepsi iyi güzel de kartuş bir nevi çöp üretmek değil midir? Ellerimizi kirletmiyoruz ama doğayı alabildiğine kirletmekten de hiç çekinmiyoruz.

Kartuşlu dolmakalemleri pilli saatlere benzetiyorum. Mekanik saatler ise pistonlu veya dönüştürücülü dolmakalemler gibi çöp üretmez.


Sheaffer NoNonsense dönüştürücü
Pistonlu kalemlerin temizliği de zor, hassas bir sistem olduğunda kurcalamaya korkarım. Bir de kalemin içini göremediğim için bir tuhaf hissediyorum. Ancak herkes bilir, pistonlu dolmakalemler Karamazof Kardeşler misali bir klasiktir, en sağlam dolum sistemidir. 

Bana gelince dolmakalemi parçalarına ayırmayı sonra tekrar birleştirmeyi seviyorum. Bu şekilde yapılan temizlik tam bir terapi gibi oluyor.


Lamy Al-Star, eski tip z24 dönüştürücü. (Kitap: Yazı İnsanlığın Belleği, YKY, 2002)
Lamy firmasının kırmızı rengiyle gönül fetheden dönüştürücüsünü de ayrı bir seviyorum. Lamy kalem meraklılarını gıdıklayıcı ürünler yapma konusunda bir dahi, z24 isimli bu dönüştürücünün yeni bir modeli çıkmış ama henüz bulamadım. (Kozmetik bir düzenleme ama olsun.)


JetPens sitesinin meşhur dolmakalem dolum sistemleri (Fountain Pen Filling Systems) isimli videosunu izlemeyen var mıdır bilmiyorum. Belki birinin işine yarar diye buraya bırakıyorum:


30 Mart 2017

Sheaffer: 1948-1962 Arası Gazete İlanları

Başka bir şey için Milliyet ve Hürriyet gazetelerinin eski ciltlerini karıştırırken yazıya çiziye dair güzel ilanlar bulmuştum. Gördüğüm kadarıyla en çok ilan da Sheaffer için yayımlanmış. (Yarın Parker ile devam ederiz.)


2 Haziran 1948, Hürriyet

23 Aralık 1948, Hürriyet
15 Aralık 1949, Hürriyet



15 Aralık 1951, Milliyet, 
3 Haziran 1952, Milliyet
21 Aralık 1952, Milliyet 



29 Aralık 1954, Milliyet



30 Aralık 1954, Milliyet


23 Aralık 1962, Milliyet

Ek: Görüyorsunuz ki Milliyet gibi Türkçeye önem veren bir gazetedeki ilanlarda zamanında dolmakalem yerine yanlış olarak "dolma kalem" yazılmış. Neyse ki bunun ilanlara mahsus bir hata olduğunu, gazetedeki haberlerde ise dolmakalem şeklinde yazıldığını görüyoruz. Bilindiği gibi "bileşik sözcük" tartışması eski bir konudur. Rahmetli hocamız Ömer Asım Aksoy Türkçenin birliği için ömrü boyunca mücadele etmişti. Kendisi 95 yaşındayken (1993'te öldü) bile, ömrünün son günlerinde Türkçenin birliğini bozanlara derdini anlatmaya çalışıyordu. Ne yazık ki 12 Eylül zihniyeti birleştirici olmaktan çok ayrıştırıcı bir Türkçe inşa etti. Bugün bir kelimenin nasıl yazılacağı konusunda bir fikir birliği yok. Dolayısıyla bir şey yazarken büyük bir hata yapıyor ve dünya görüşümüze göre hareket ediyoruz. Güzel Türkçemiz şizofreniye yakalanmış bir canlı gibi görünüyor. Bu vesileyle Türkçenin dağınık varlığını derleyip toparlama alanında büyük hizmetlerde bulunan Ömer Asım Aksoy ustamızı saygı ve sevgiyle anıyorum. 

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için: "Dolma kalem" mi "dolmakalem" mi?

02 Ocak 2013

Sheaffer ile Vergilius


Yaklaşık bir aydır Hermann Broch'un yazdığı, Ahmet Cemal'in 40 senede çevirdiği 'Vergilius'un Ölümü' adlı kitabı okuyorum. 

Lafı dolandırmadan söyleyeyim 'Vergilius'un Ölümü' bence biraz sıkıcı bir kitap. Çevirisinden de (haddim olmayarak) çok memnun değilim. Ama bunlar benim düşüncelerim, elbette önemli bir eser ve okurken not alınması gereken kitaplardan biri. Okumayı inatla sürdürüyorum. İnatla dediğim de şu: Arada başka kitaplar okuyorum sonra yine kaldığım yerden 'Vergilius'un Ölümü'ne devam ediyorum. 

Her okumaya dönüşümde kitabın üzerine farklı bir dolmakalemle notlar alıyorum. En son 'Kargaların Ziyafeti' bitince Sheaffer ile okumaya devam ettim. 

Gerçi İthaki Yayınları da tıpkı benzer yayınevleri gibi (ki onların sürüsüne bereket) kağıda hiç özen göstermemiş (ama bu kitaba 32 lira istemekte yerden göğe haklı olduklarını düşünüyorlar). İthaki son derece tuhaf ve kendi doğasına aykırı bir şekilde mürekkepsevmez bir kitap basmış. (Bu konuda en iyi yayınevi Norgunk'tur bence, kitabın tasarımına ve kağıdına özel bir önem veriyorlar.) Kağıda rağmen yine de okumaya devam ediyorum. Sheaffer ile sayfa kenarlarına yıldızlar çizmeye, notlar almaya çalışıyorum.

Bence böyle okumanın en güzel yanı, kitaba notlar almak veya resim çizmek değil, seneler sonra yazılı-çizili kitabı yeniden okumak isteyince 'eski okur' ile karşılaşan 'yeni okur' olmak.

23 Ağustos 2012

Yazar ne ile yazar?


Hasan h Bahadır'ın ikinci yazısının da keyifle okunacağına inanıyorum:

 

                                            

Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemimi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.
                                                                                                         Haritada Bir Nokta / Sait Faik
 

Bundan dört sene evvel sahaftan bir sözlük aldım. Adı: Türk Hukuk Lügatı. Bir zamanlar çok kullanılmış, şimdilerde ise –tıpkı İbrahim Cudi Efendi’nin ‘LügatCûdî’si gibi – unutulmuş olan bu sözlüğü, 1944 yılında Milli Eğitim Bakanlığı basmış. Dilde sadeleşme, zihinde tembelleşme falan filan derken bu sözlük çıkıp gitmiş hayatımızdan. Oysa terim ve terkipler öylesine özenle açıklanmış ki… Hele o sondaki kısım, Latince tabirlerin Türkçe karşılıkları Roma Hukuku ile ilgilenenler için bulunmaz bir nimet!

Sahaftan kitap alanlar bilirler, bazı kitaplar eve gelince hoş bir sürpriz yaparlar insana. Sayfaları arasında gezinirken bir not ya da bir fotoğraf çıkar içinden. Bazen çoktan ölmüş bir gazetecinin kesilip kitabın arasına konulmuş fıkrası bazen de Amerika’dan gelmiş bir  mektup… Yaşanmışlığın izleri sağında solunda olur kitabın. İnsan bu izlerden hareketle kitabın eski sahibi ile ahbaplık kurar. İşte benim Hukuk Lügati’nin arasından da  şu yukarıda görünen borçlar hukuku notları çıktı. Özenli, titiz biri tarafından yazılmış intibaını uyandırdı bende. Notlar S. Altıntek’e mi ait diye düşündüm önce? (Sözlük ciltletilmiş hem sırtına hem de kapağına ‘S. Altıntek’ yazılmış.)

Şayet Altıntek’e aitse, bu kişi avukat mıdır yoksa öğrenci mi? Daha böyle bir yığın soru geldi aklıma. Sonunda soruları bırakıp kağıda bakmaya başladım. Bu, kuşeye çalan hafif kaygan bir kağıttı. Mavi mürekkepli bir kalemle, el yazısı ile yazılmıştı notlar. Notları alanın yazısından okuma yazmayı 40’lı yıllarda öğrendiği sonucunu çıkardım. O yıllarda yazmayı öğrenen birkaç kişinin yazısının da buna benzediğini görmüştüm. Güzel yazı derslerinde öğretildiği biçimde tutulmuştu notlar, kağıttan elini hiç kaldırmadan; bütün harfleri birbirine ulayarak.
Kağıttaki mavi mürekkep oldukça soluk geldi bana, belki de zaman içinde soluklaştı. Kendi aldığım notlara baktım, çok değil iki üç sene öncesinin notları: Maviler soluklaşmış, havai bir renk almışlar şimdiden. Şuna emin oldum ki notları yazan, dolmakaleminde daha önce siyah mürekkep kullanılıyormuş, sonradan geçmiş maviye. Zira kalemi siyah ile karışık mavi lekeler bırakmış kağıdın üzerine.

Peki ama nasıl bir dolmakalem kullanmış yazarken? Olsa olsa Sheaffer ya da Parker’dır dolmakalemi. Bizim memlekette en yaygın kullanılan bu iki marka değil mi o yıllarda? Peki  Pelikan olamaz mı? Notları alanın Almanya’ya eğitim için gittiğini, oradan kendine Kaweco marka bir kalem aldığını düşünemez miyiz? Bu hayal işi oldukça zor hele elde hiçbir veri olmayınca.

Acaba dedesinden aldığı dolmakalemi kullanan kaç kişi vardır? Bu kadar uzun süre muhafaza edilen bir eşya bulunur mu bizde? Yazarının, şairinin mezarının bile kayıp olduğu memlekette dolmakaleminin esamisi okunur mu? Sahi, sevdiğimiz bir yazar nasıl bir dolmakalem ile yazmıştır vaktiyle? Yazarımızın şairimizin iyi kötü kitaplık önünde çektirilmiş resimleri vardır ama ya elinde kalem ile çekilmiş…

Yanlış hatırlamıyorsan Cemil Meriç’in bir fotoğrafında eski bir Pelikan gördüm. Bu iz pek sevdiğim Cemil Meriç’e daha da bir yaklaştırdı beni, demek o da benim gibi pistonlu dolmakalem kullanıyordu! Bir başka dolmakalemi ise Adnan Menderes’in elinde gördüm bir belgesel karesinde. Yassıada’da mahkemede not alıyordu Adnan Menderes. Dolmakalem uzaktan görünüyordu ama Sheaffer olduğu kanaatine vardım. Acaba Celal Bayar’ın –Adnan Menderes’in dolmakaleminin mürekkebinin bitmesi üzerine– not alması için verdiği dolmakalemi de mi Sheaffer’dı? Peki Adnan Menderes ne yazdı kağıda o dolmakalemle?

Muamma! Ne çok muamma var hayatımızda?

İnsanın hayal etmekten başka seçeneği kalmıyor, dedim ya yukarıda ölümünden sonra  kütüphanesi bile yekpare  korunmayan bir yazarın dolmakalemi kim bilir ne olur?

Mesela gölgesini takip ettiğim Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Narmanlı Yurdu’nda 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi'ni yazarken kullandığı kalemin markası neydi? Peki Yahya Kemal’in Kar Musikileri'ni yazdığı dolmakalem?

Olsa olsa kırık dökük bir şeydir diye düşünüyorum Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dolmakalemi için. Çünkü yazılanlardan öğrendiğim kadarıyla böyle şeylere dikkat edecek biri değilmiş kendisi. (Ya yanılıyorsam!) Mesela kapağı çatlamış, klipsi kırık bir Pelikan olabilir Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kalemi. Hatta bir ahbabı yıllar önce “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında” ile başlayan mısraları görünce daha fazla şiir yazması için, bu kalemi ona hediye etmiş olabilir. Ahmet Hamdi Tanpınar istediği gibi şiir yazamadığı bunalımlı bir gün kalemin klipsi ile oynarken kırmıştır kesin!

Yahya Kemal Beyatlı’nınki sefir iken alınmış, altın uçlu yaldır yaldır yanan bir dolmakalemdir olsa olsa. Çünkü ahengi olan her şeye karşı dikkatlidir şair, zaten bu dolmakalemi de kağıtla ahenginden dolayı seçmiştir. Neler görmüştür o dolmakalemler kim bilir?

Şöyle bir hayaldir benimki aslında: Bir gün benden sonra dolmakalemim kendiliğinden yazacak benimle yaşadığı ne varsa. Keşke Ahmet Hamdi Tanpınar’inki de yazsa…

Hasan h Bahadır