29 Mart 2017

Dolmakalemin 40 Faydası

Pelikan 120
 
Dün sabah, yağ gibi kayan bir uçla, üstelik gazete kâğıdına keyifle bir not düşerken, genç bir arkadaş "Bu kalemin ne faydası var?" diye sordu. Ben de "Hangi birini sayayım, 40'tan fazla yararını gördüm." diye cevap verdim. İnanmayıp güldü. 

Sonra elindeki tükenmezkalemi gösterip benim elimdeki cânım Sheaffer ile aynı işi yaptığını söyledi. Üstelik benim ellerimde mürekkep lekeleri varmış, onu elleri tertemizmiş filan. "Bak sana dolmakalemin en az 40 tane faydasını yazacağım, sen de bir okursun, belki fikrin değişir." dedim.

İtiraf etmek gerekir şimdi: Herhangi bir kalemin, bir dolmakalemden öyle aşırı büyük bir farkı da yoktur. Arkadaşım bir yerde haklı, dolmakalem diğer kalemlere çok benzer. Mesela kurşunkalem ile hoş yazılara imza atabilir, aynı şekilde Montblanc 149 ile şiir de yazabilirsiniz. Basit bir bas-çek fotoğraf makinesi de temelde bir Leica veya bir Hasselblad ile aynı işlevi yerine getirir. Örnekleri çok daha uç noktalara götürebiliriz, bir Casio F-91w de Patek Philippe Nautilus da günün hangi vaktinde olduğumuzu gösterir. Biraz daha kişiselleştirelim; biz de elimize bir fırça alıp resim yapmaya başlayabilir, kendimize ressam diyebiliriz. Lakin suyun öte yanında Picasso, Klee, Dürer, Munch ve 500 yıl öncesinden ise Leonardo da Vinci var. 

Bu örneklere başka bir açıdan da bakabiliriz: İsterseniz elinizde dünyanın en pahalı makinesi de olsa Henri Cartier-Bresson gibi fotoğraf çekmek mümkün olabilir mi? Dilerseniz büyük usta Necmeddin Okyay'ın kalemini, kâğıdını, mürekkebini elinize alın, onun gibi yazmak da mümkün değil artık. Bu başka bir meseledir, zaman, mekân ve ruh ikliminin değişkenliği de işin içine girer.

Demek istediğim anlaşılmıştır sanıyorum, teoride benzerlik gösterseler de aynı işlevi yerine getiren iki şey arasındaki bazı farklılıklar herkes için değil belki ama meraklı kişiler için son derece önemlidir.


Konuyu dağıttım ama hemen topluyorum, daha önce hiç dolmakalem kullanmayanlar için 40 faydasını anlatayım: 

1. Dolmakalem, hatırlatır. 


Bildiğiniz gibi insan unutkan bir varlık. Bizim için çok ama çok önemli olan hatıraları bile unutabiliyoruz, her yeni duruma kolayca alışıyoruz. Kim çocukluğundan kalma kurşunkalemleri yanında taşıyor? Tükenmez denilen kalemler bile tükeniyor, kurşunkalemler aşınıyor, rapidolar kayboluyor. Demem o ki dolmakalem, eşyanın tamir edilebildiği bir devrin simgesidir. Geçmişimizden bir ayna gibidir.


(Not: Samiha Ayverdi Hanımefendi kurşunkalemleri küçülene kadar kullanır, sonra onları atmaya kıyamaz, onları bir kavanozda biriktirirmiş ama biz onun gibi olamayız galiba. O da başka bir ruh ikliminin insanı.)

2. Dolmakalem umut verir.


Dolmakalem yazının 6 bin yıllık tarihinde kalemin geldiği zirve noktasıdır. Üstelik geliştirilmeye devam edilmekte, yeni patentler alınmaktadır. Dijital çağın umutsuzluğuna karşı 

3. Dolmakalem hüzünlendirir.

Hayat mutluluk getirmez pek. Arada sırada güzel bir şey olur. Neden dünyayı zehir eder insanlık anlamak mümkün değil. Daha önce de yazdım bunca kötülüğün, karanlığın, yozlaştırılmış fikirlerin, zorbalığın, maddi değerlerin hüküm sürdüğü, manevi değerlerin sömürüldüğü ve aşağılandığı bir dünyada, her şeye rağmen insan olmak, çantamızda, cebimizde, okuduğumuz kitabın kenarında güzel bir dolmakalemin olması hüzün verici değil midir?

4. Dolmakalem dengeyi sağlar.

Çok dengesiz bir hayat sürüyoruz. Arada sırada bunaldığımız zaman yaslanacak bir dayanak noktasına ihtiyacımız var. Nefes almamız gerekiyor, yaşamaya devam etmemiz gerekiyor. Dolmakalem, tıpkı bizi başka dünyalara götüren resimler, müzikler ve kitaplar gibi bir nirengi noktasıdır.

5. Dolmakalem kendimizi daha iyi ifade etmemiz için teşvik eder.


Her insanın yazı tarzı farklı. Dolayısıyla ihtiyaç duyduğumuz kalem de farklıdır. Her şeyi olduğu gibi kabul edenler dolmakalemden bir şey anlamayabilir. Oysa eğer meraklıysak, elimizin ve zihnimizin uzantısı olabilecek o güzel kalemi aramak güzel bir yolculuktur. "Ne istiyorum?" sorusuna bir cevap aramak, kendimizi tanımakla bir yere varmak mümkündür.

6. Dolmakalem yaralarımızı iyileştirir.


7. Dolmakalem gizli güzellikleri görmemizi sağlar.

8. Dolmakalem ile yazı yazmak hafızayı güçlendirir, öğrenmeyi kolaylaştırır.

9. Dolmakalem kendimizi tanımamızı sağlar.

10. Dolmakalem diplomasi yeteneğimizi artırır.

Dolmakalem kültürü devlet gibidir. Kimisi Ortadoğu'da bir krallık, kimi Avrupa'nın bir kıyısında prenslik, kimisi de (kâğıt, mürekkep) komşularımızın çoğu gibi dertlidir. Kendi başına olsa bir sorun yoktur da, yazı yazmak için zincirin bütün halkalarını sağlamlaştırmak gerektiğini düşündürür. İşlerin yolunda gitmesi için kâğıda dikkat etmek, mürekkebin iyisini seçmek, kalemin ucunun iyi olmasını sağlamamız gerekiyor. Biz de bir diplomat gibi uluslararası ilişkileri anlamak zorundayız. 

11. Dolmakalem odaklanmamızı sağlar.

Günlük hayatımızda o kadar çok uyarıcı var ki kendimizi bir keşmekeşin içinde kaybedebiliyoruz. Özellikle internet aklımızı başımızdan alan bir dünya, 

sosyal medya hesaplarımızda takip ettiğimiz insanların çoğu sürekli olarak mutsuzluklarını, eleştirilerini ve bilimum rahatsızlıklarını bize yansıtıyorlar. Güzel şeyler yazan pek az insan var, onlara da gündem müsaade etmiyor. Oya dijital hayatımızı geçici olarak bir kenara bırakabilirsek daha mutlu olabiliriz. Oturup düşüncelerimizi bir kâğıda yazabiliriz, sadece beyaz bir sayfaya odaklanabiliriz. Cep telefonumuzu kapatıp, defterimizi açarsak bize otomobil çarpması düşük bir olasılıktır.

12. Dolmakalem meraklı olmamıza neden olur.

13. Dolmakalem sanata ilgi duymamızı sağlar.

Mürekkepbalığı ve başka dergiler için dolmakalem koleksiyoncularıyla röportajlar yaptım. Evlerine, ofislerine konuk olduğum bu insanların ortak özelliği duvarlarda ressamların, hattatların eserlerinin olmasıydı. Bir kısmı fotoğrafa ve heykele de ilgi duyuyordu. Hepsinin de sanatla dolu bir hayatları vardı. Müzik zevkleri gelişmişti. 

14. Dolmakalem estetik değerlerimizi geliştirir.

15. Dolmakalem kâğıda hürmet etmemizi sağlar.

16. Dolmakalem mürekkebin başka bir dünya olduğunu öğretir.

17. Dolmakalem zayıf yönlerimizi gösterir, hayata dayanma gücümüzü çoğaltır. 

18. Dolmakalem olaylara daha geniş bir açıdan bakmamızı sağlar, ufkumuzu en az iki katına çıkarır.

Mesela milattan 4 bin yıl önce yazı bulunduğuna ve tarihin başlangıcı olduğuna göre biz şimdi 6017 yılındayız. 

19. Dolmakalem eşyanın tabiatına saygımızı çoğaltır.

20. Dolmakalem gelip geçici hevesli değil, tutkulu olmamız gerektiğini duyurur.

21. Dolmakalem kaliteli nesnelere dikkati artırır.

Ucuz plastik gövdeli kalemlerden, reçine gövdeli, altın uçlu kalemlere uzanan çeşitliliğin içinde kaliteli olanın daha uzun ömürlü olduğunu öğreniriz.

22. Dolmakalem iyiyi kötüden ayırt etmemize neden olur.

İnsanın eline mürekkep bulaşması eşyanın iyi kötü yönleri üzerine düşünmenizi sağlar. Kalemin ucu kâğıdı yırtıyor, istediğimiz gibi yazmıyorsa neden böyle oluyor diye düşünürüz. Tıpkı hayatımızdaki pek çok şey gibi, mikro ölçekte aynı sorunlarla boğuşuyoruz.

23. Dolmakalem bizi özgürleştirir.


Scrikss 419

24. Dolmakalem bizi daha kültürlü biri yapar.

Çünkü her dolmakalemin bir öyküsü ve bir felsefesi vardır. Kâğıda dökülen her harfin bir tarihi vardır. 

25. Dolmakalem parmaklarımızı nasır tutmaktan kurtarır.

İyi dolmakalemin en güzel özelliği belki de budur. Kâğıdın üzerine basınç uygulamaya, kazarak yazı yazmaya gerek yoktur. Sadece dokunmak yeterli olur.

26. Dolmakalem sakinleştirir.

27. Dolmakalem pratik düşünmeyi sağlar.

28. Dolmakalem biriktirmenin iyi ve kötü yönlerini görmemizi sağlar.

29. Dolmakalem güzel sevgi (bibliyofil/kitap sever) ile hastalıklı sevgi (bibliyoman/kitap hastası) arasındaki farkı öğretir.

Dolmakalem her alanda olduğu gibi bir konunun saf meraklısı ile salt biriktirmekle meşgul olanları gösterir. Kalem biriktirmekten yazı yazmaya vakit bulamayanlar da var, onlar bibliyomanlar gibidir, sahip oldukları güzelliklerin farkında değillerdir çünkü sadece sahip olma kısmıyla ilgilenirler. Onlardan olmayalım.

30. Dolmakalem bilimsel düşünceye eğilimi artırır, mümkün olduğu kadar dogmatik, kerameti kendinden menkul düşüncelerden uzaklaştırır.


31. Dolmakalem zanaatkârlara saygı duymamızı sağlar.

32. Dolmakalem dijital verilerin uçucu, analog verilerin kalıcı olduğunu öğretir.

33. Dolmakalem ahengin, uyumun, müziğin ve ritmin hayatın içindeki önemini anlatır.

34. Dolmakalem güzellikleri çoğaltmayı önerir.

Sheaffer NoNonsense

35. Dolmakalem doğu ve batı düşünce sistemlerinin günlük hayata etkilerini anlamamızı sağlar.

36. Dolmakalem sanatın ana damarının şiir olduğunu duyurur.

37. Dolmakalem yalnızlığın güzellikleri olduğunu öğretir.

38. Dolmakalem kavgadan, şiddetten uzaklaştırır, yazının iyileştirici gücünün simgesidir.

39. Dolmakalem ne kadar az şey bildiğimizi gösterir.

40. Dolmakalem dünyadaki her şeyin bir parçası olduğumuzu anlatır. 

Ek:

41. Dolmakalem birleştirir. (Naile U.)

"En güzel yönü de karşınıza güzel insanlar çıkartması, bu güzel insanlar sayesinde insan hem kendini, hem de etrafını daha güzel tanıma olanağı buluyor, ufku genişliyor. Yalnız olmadığını anlıyor." (Yerinde Çizer)

42. Dolmakalem yavaşlatır.

"Dolmakalem yavaşlatır! Biliyorsunuz, çağımız hız çağı olarak adlandırılıyor. Hemen herkes her şeyin hızlı olmasını istiyor. Herkesin çok ama çok acelesi var. Oysa yavaşlamak iyidir. Hayatı sindire sindire yaşamak aslında çok şey katar insana... Dolmakalemle yazarken yavaşlarım. Boş sayfaya sözcükleri birbiri ardına sıralarken, kimi zaman durur kalemime bakarım, onu gözlerimle okşarım. O an yazacağım sözcüğün tüm ağırlığını ya da hafifliğini kalbimde hissederim. Dolmakalem, aceleyi sevmez." (Meltem Ruscuklu)

25 Mart 2017

Düşünce Çizgileri

Roland Barthes, Yazı Üzerine Çeşitlemeler - Metnin Hazzı, YKY, 2016


Okuduğum bazı kitaplara düşünce çizgileri bırakıyorum. 

İleride aynı kitaba dönüp "Burada ne oldu?" ya da "Burada ne var?" diye ayrıca düşünmek istiyorum.
John Berger'ın Bir Fotoğrafı Anlamak kitabından

Zaten harflerin kendisi de bilmeyene bir bilmece değil midir?



24 Mart 2017

Defterin İyisi Güzeli Nasıl Olmalı?

Çizim için ideal iğne uçlu kalemler (uni-pin yeni, şahane bir kalem), Aniki defter.

Kimileri kalemlere büyük önem verir, ben galiba defterleri daha fazla seviyorum. Lakin şu defter bu defter demek yerine, iyi defter arayışı üzerine çeşitli başlıklar altında notlar almıştım.

KAPAK ÜZERİNE


Her fırsatta kırtasiyeleri geziyorum ve defter bölümlerine de uğruyorum. Kapağında firma adı veya abuk sabuk bir motto (şiar, düstur, özlü söz, hayat görüşü) yazan defterleri sevmiyorum. Kapak kâğıdı kötü olan defterleri hele hiç sevmiyorum. Aradığım şey, dokunduğumda duygusunu hissedebileceğim bir kapak kâğıdı. İkincisi üzerine yazı yazılabilecek bir kapak olması. (Kapağa da not almayı severim. İçindekiler kısmını kapağa yazmak çok basit ve iyi bir yöntem. Maalesef daha kâğıdına gelmeden sadece kapağından dolayı birçok defter gözümden düşüyor. Geriye çok az defter kalıyor. Hatta kalmıyor. Çünkü bu durum üzerinde yazı olmayan kaliteli bir tişört aramak gibidir. Nadir bulunur.


İngiliz yapımı Osmiroid 135, Aniki defter ve Tarih Vakfı'ndan enfes bir eser: Hüve'l Baki (İstanbul'da Osmanlı Mezarlıkları ve Mezar Taşları)

BOYUT ÜZERİNE

Şair Nihat Ateş'in büyük defterleri sevmesine hep şaşırmışımdır. Oysa çok yazdığı için yerden göğe haklı. Bense A6 boyutlarındaki defterleri seviyorum. Uzun uzun yazacaksam da A5 boyutundaki defterlerden iyisi yoktur bence. Boyut konusu kişiseldir. Biraz da günlük pratikle ilgilidir. Eğer çizime düşkün değilseniz büyük defterleri günlük hayatın akışı içinde taşımak zor. Küçük defterler her zaman kolayca taşınır, bir çantaya gereksinim duymaz, çok da önem atfetilmediğinden rahatça yazılır. (Değerli defterler ise evde hiç mürekkep görmeden ölmeye yatar.)


Şule Gürbüz, Öyle miymiş?, Aniki defter, Faber-Castel TGS-1, 0.8 uç.


KÂĞIT ÜZERİNE

Kâğıt en önemli mesele. Eskilerin güzel bir sözü var: Mütemmim cüz, yani olmazsa olmazı, defterin ayrılmaz parçasıdır kâğıt. İyi bir defteri iyi yapan da kâğıdıdır. Kapağı ne kadar efsane olursa olsun, kâğıda bakılmalı, defterin ruhu oradadır.


Kâğıt, kaliteli bir dolmakalemin ucu gibi güzel olmalı, perdahlı, pürüzsüz olmalı. Resim, çizim için pürüzlü, perdahsız kâğıtlara ihtiyaç duyulabilir, orası ayrı. Dolmakaleme uzaylı bir varlık gibi davranacak defterler işime yaramaz sayılır benim için. (Gerçi onları da değerlendirmenin yolları var, ben gazete kesiklerini yapıştırıp kötü kâğıtlı defterleri işe yarar bir hale getiriyorum.) 

23 Mart 2017

Okuma Notları 7

Memduh Şevket Esendal (1883-1952)
Bugün tesadüfen 2012'de aldığım bir notu okudum.

Kısa öykülerin büyük yazarı Memduh Şevket Esendal bir dolmakalem tutkunuymuş. Her gittiği yerden özellikle Parker, Pelikan, Eversharp marka kalemler toplarmış. 

(Kızıma Mektuplar, Memduh Şevket Esendal, Derleyen: Muzaffer Uyguner/ Bilgi Yayınları, 2001)

MŞE, kendi öykücülüğünü ve yalın Türkçesini ise şöyle anlatıyor: 

“Edebiyatı bilmediğimden, marifetsizliğimden sade yazmışımdır. Bilsem, öyle düpedüz yazar mıyım hiç? Köylü bir şeyi söylerken dikine, olduğu gibi söyler... Neden? Süslemesini bilmez, benzetmesini bilmez, anlatmasını bilmez de ondan... Marifetli insanlar öyle yapmazlar. Sözlerine, yazılarına marifetlerini sokarlar, hünerlerini gösterirler... Aslını sorarsanız marifet hayatın içinde, hayata uymayan bir şeydir. Benim dilim kısa... İstediklerimi anlatabilmek güç.” 

(Aktaran Memet Fuat, Varlık, Haziran 1952)

21 Mart 2017

Anouar Brahem ile Kara Kediler

Fotoğraflar zamanda asılı kalan notlar gibi. (foto: Life)

Harfler, kelimeler, siyah kediler gibi geçiyor ömrümüzden. 

"Le pas du chat noir" dinliyorum. Bu müzik beni garip bir hüzne sürüklüyor. 

Elimde kalemle, gazeteden kestiğim haberlerin kenarına notlar alıyorum.

Yazı, sükunet ararmış, bilmem ne kadar doğru, belki de sessizlik bir yazı arıyordur kendine. 

Müzik sona erdiğinde kulaklarımda sanki bir süre daha gölgesi dolaşıyor.

Bilgisayar ekranında bir köşede "7277 dosya işlendi" yazıyor. Dosyalar işlenip duruyor. Düşünüyorum da dünya Sumer uygarlığından önce de hiç sakin değildi, yazı sadece bir başka boyut getirdi dünyamıza. Tıpkı fotoğraf gibi, tıpkı dünyayı paylaştığımız kediler gibi her şey kendi havasını soluyor.

Kediler, harfler gibi, kelimeler gibi geçip gidiyor hayatımızdan. 

17 Mart 2017

Üşenme, Yaz

Marguerite Yourcenar, Hadrianus'un Anıları, Adam Yayınları, 1984 (Adam Yayınları artık yok, Helikopter Yayınları bu kitabın çok güzel bir baskısını yayımladı. Fakat Yourcenar deyince aklıma Zenon gelir. Yeni baskısı yok, zor bulunur ama müthiş bir kitaptır, düşünen her kişiye lazım.)


Teknoloji bizi ele geçirdikçe daha bir üşengeç oluyoruz galiba. Eskisinden daha az yazıyorum mesela. Bir dengesini de bulmak istiyorum, yardımcılar olmadan dengeyi kurmak zor ancak iyi ki kitaplar var. Düşünceleri iyileştirici, uyandırıcı (bugün de uyku günüymüş!) olmayan insanlar çok yanıltıcı oluyor. Ne yazık ki her köşede bu insanlardan bir tane var. En tehlikelileri de örgütçü olanlar (aşırı özgüvenlerinden, bilmedikleri hiçbir konunun olmayışlarından onları hemen tanırsınız). Ben düşünce olarak hiçbir yapılanmaya uzun süre dayanamıyorum. Bireyin özgür ruhunu ele geçirmek isteyen her türlü acı-tatlı baskıyı yıkmak gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki örgütçü insanların kendilerini çok sevdirmek ve hemen yandaş toplamak gibi bir özellikleri vardır. Benim gibi bireysel takılanlar ise her zaman yalnız kalır. Şüpheci bir yanım olduğundan insanları uyarmak istesem de kimseyi ikna edemiyorum. Bu insanları telefon dolandırıcılarına benzetiyorum. Hani binlerce liralık birikimlerini, evlerini, arsalarını dolandırıcılara kaptıranlar vardır ya. Onlar telefonda konuşurken, "seni kandırıyorlar" deseniz de ikna olmazlar. İnsan tuhaf bir varlık. Çoğu insan kötüyü yüceltmekte, kötülüğü sıradanlaştırmakta yarıştığı halde bu durumun farkında bile değil. Kaçmak, uzak durmak gerek.

Ben de her fırsatta kitaplara sığınıyorum. Okumak büyük devlet. İyi kitaplar okudukça da yazası geliyor insanın. Meslek hastalığı galiba (arşivciyim) yazdığım, okuduğum her şeyin kenarına bir tarih karalarım. Sahaflarda karşıma çıkan bazı kitaplarda da yazılmış tarihler görüyorum. Bu tarihler zamanın içindeki yolculuklar gibi.

Geçenlerde, Pierre Assouline üstadın yazdığı, Yüzyılın Gözü Henri Cartier-Bresson kitabını ikinci kez okudum (YGS Yayınları, 2007) efsane bir eser. Sevdiğim insanların biyografilerini okumaya bayılırım. Kitabın sonundaki sayfaya baktığımda 2007'nin son aylarına ait bir tarih yazdığımı gördüm. Böylece 10 yıl sonra aynı kitaba bir kez daha döndüğümü, yeniden okumakla çok mutlu olduğum için iyi bir şey yaptığımı anladım. Böylece ikinci tarihi ekledim. Benden sonra okuyanlar da bu tarihleri görecekler. Bu da bende tarif edemeyeceğim bir duygu uyandırıyor. Zamanda bir çeşit bağlantı. İnce bir bağ. Dünya üzerinde olmasak bile nesneler aracılığıyla haberleşme olanağı.

Eskiden kütüphanelerden aldığım kitapların arkasındaki kâğıt cebin içinde benden önce okuyanların isimlerini ve kitabı ödünç aldıkları tarihi gösteren kartlar bulunurdu. O kartları da ayrı bir severdim. Mürekkebin kâğıda düşerken izlediği yollara, isimlere, sayılara bakar dururdum. Ben de onlardan biriyim derdim. Bu kitabı okurken yalnızım ama aynı kitabı okuyan kardeşlerim, arkadaşlarım var, demek ki aslında yalnız değilim diye düşünüyorum.

Kendime her gün şöyle sesleniyorum: Üşenme, düşün. Üşenme, yaz.

15 Mart 2017

Dolmakalem Klipsi


Bilmem hiç dolmakalem klipsleri hakkında hiç düşündünüz mü? Günümüzde hemen her kalemin bir klipsi var ama dolmakalem klipsinin hikayesi başka.

İlk dolmakalem klipsi 1905'te icat edilmiş. Bugün sıradan bulduğumuz bir özellik ama klips icat edildiği günden bu yana sürekli geliştirildi.

Tarihteki ilk klipsler minicikti.

Aslında klips, bir rock grubundaki bas gitara benzer. Olduğu zaman farkında değiliz, yokluğu ise hemen anlaşılır. Klips de böyle bir nesnedir. Çok da önemli olmayan bir parça gibi görünür ama bir kalemde klips olmayınca hemen yadırgarız. Gerçi bu da bir görgü ve kültür meselesi. 

Bazıları hiç klips sevmez, gömlek cebinde de taşımaz. Uzakdoğu kültüründe ise gördüğüm kadarıyla klipse batıdaki kadar önem verilmiyor. El yapımı kalemler doğal olarak değerli kimono kumaşlarından kılıflarda taşınıyor. Bu durumda zaten klipse hiç gerek yok bence.
Osmanlı dönemi ahşap kalem kutusu

Kamış kalem kültürünün olduğu şark coğrafyasında ise kalem kutuları vardır. Üstelik her biri yazı kültürü tarihindeki eşsiz sanat eserleridir.
Osmanlı dönemi gümüş divit.
Mürekkep ve kamış kalemlerin birlikte taşınabildiği divitler de başka bir dünya ve yazı konusudur. Divitler, hançer gibi kuşakta taşınıyordu. Divit ve kalem kutusu çağında henüz gömleklerin yakası da cebi de yoktu. (Gereksiz bir ayrıntı, ilk gömlek giyenler Eski Mısırlılardı.)




Dolmakalem tarihinin kilometre taşlarından biri, Lewis E. Waterman 1884 tarihli bir patent.

Hemen her yerde daha klips diye bir şey ortada yok iken, kalemler ahşap veya metal kutularda taşınıyordu. Doğal olarak ilk icat edilen dolmakalemlerde klips filan yoktur. Gerçi dolmakalemi icat edenler bir olmamışlık duygusunu 20 küsur yıl kadar yaşadıktan sonra klipsi de icat etmekte gecikmediler.


İlk dolmakalem klipsi için 1905'te alınan patent. (Yine bir Waterman icadı.)

Böylece klips kalemlerde tarihsel olarak önce Batı kültüründe bir yer edindi.


Pelikan 120 ve 140'ların efsane klipsi.
 
Batı dünyası çok daha pratik düşünce sistemine sahip olduğundan klips zamanla çok önem kazanmış ve çeşitlenmiş. Üstelik öyle ayrıntılar var ki konuya vakıf olmayan biri hayret edebilir. 

Parker 51, kült kalemlerden.


Mesela sadece tek başına Parker firmasının halk arasında "gömlek düşmanı" olarak da bilinen) ok ucuna benzeyen klipsinin zengin bir tarihi var ve hakkında kitap bile yazılabilir. 

Parker 51

Parker 61 klipsleri
Parker Vector (kalem ucuzladıkça ok da sadeleşmiş)


Parker kalemlerindeki ok figürünün tarihsel bir gelişimi var, önceleri (1930'lardan itibaren) daha ayrıntılı ve çok süslü iken günümüze doğru kimi zaman ayrıntılardan kurtulup daha sade ve daha stilize bir ok figürüne dönüştüğü de oluyor. Yani klips figürü basit bir ok değil, kalemin ucuna bile yerleştiği oluyor firmanın da simgesi ve ayırt edici bir özelliği oluyor.

Lamy Al-star

Klips bir yerde firmanın kimliğinin temel öğelerini, tavrını gösterir ama diğer yandan kullanıcının yaklaşımını da etkiler. Lamy Safari ve Al-star gibi modellerin 1980'lerden bu yana özellikle genç insanlar arasında çok tutulmasının bir nedeni de klipsinin ataşı andırması değil midir? Düşünüyorum da ataş bir zamanlar o kadar çok kullanılan bir nesneydi ki hemen her yerde bulunurdu. Şimdilerde azalsa da çatal-kaşık gibi basit ama temel bir ihtiyacı karşılamaya devam ediyor ve halen her kırtasiyede bulunuyor. Dolmakaleme hiç aşina olmayanlar Lamy Safari gibi kalemleri klasik dolmakalem havasından uzak ve kendilerine daha yakın bulurlar. Renk önemli bir faktör ama diğer Lamy modelleri (en kült model Lamy 2000 mesela) Safari'den çok daha iyi olmasına rağmen o kadar popüler değildir, bunda klipsinin de payı var bence.


Scrikss 419

Benim en sevdiğim klips ise Scrikss 419'un klipsi. Bu klips, temiz duruşu, aşağıya doğru genişleyen kanatları, "S" harfinin bulunduğu alınlık kısmı, çizgilerinin sadeliği ve zarafetiyle bence bir başyapıt.

Ayrıca eklemeden geçemeyeceğim, Scrikss 419'un klips tasarımı bana Romalı askerlerin kullandığı Gladius isimli kısa kılıcı hatırlatıyor.
Antik Roma Kılıçları

Yılan veya kartal şeklinde fantastik klipsler de var. Çıkartılıp takılabilen Kaweco klipslerini de ilginç bulmuşumdur. Graf von Faber-Castell kalemlerindeki yaylı klips de çok kalitelidir.

Visconti Van Gogh Amber


Ancak şimdiye kadar kullandığım en rahat klips Visconti kalemlerindeki simgesel anlamları bulunan köprü şeklindeki yaylı klips.

14 Mart 2017

Dolmakalem Ucu Nasıl Temizlenir?

Lamy 25P ve Emektar mürekkep temizleme bezi


Dolmakalem uçlarının, mürekkep çekildikten sonra kâğıt mendille, peçeteyle veya neredeyse zımpara gibi kağıtlarla temizlendiğini gördükçe dehşete düşüyorum.

Bence yumuşak ve emici bir bez kullanmak her zaman en güzel yöntemdir.

Kendinize güzel bir bez edinin ve dolmakalemin ucunda o kâğıt peçetelerle silip bir türlü silinmeyen, her silme teşebbüsünde uçta dağılan mürekkep izlerinden kurtulun. Kâğıt peçeteler muhakkak olmalı ama masaya veya üstünüze mürekkep dökülmemesi için bir tedbir unsuru olarak kalmalı sadece.

Üstelik hiç belli olmaz, çöpe atılan kâğıt peçetelerin aksine, mürekkep silme bezimiz belki bir gün meşhur soyut ressam Jackson Pollock'ın 1948'de yaptığı "No: 5" isimli tablosu gibi 140 milyon dolara satılabilir.


Jackson Pollock, No: 5, 1948





Jackson Pollock demişken başka pek çok sanatçıyı tanıtan benim de çok yararlandığım Artsy sitesine bir bakmanızı öneririm. Ne de olsa sanat ruhu yücelten bir şey. 

NIB CLEANER / UÇ TEMİZLEYİCİSİ


Montblanc nib cleaner / uç temizleyicisi. Her kutuda 8 adet mevcut.


Mürekkep lekelerini bez ile temizledikten sonra uç temizliğinin son aşamasında şık çözümler arayanlar için Montblanc gibi bazı firmaların çok kaliteli ürünleri var.


Montblanc nib cleaner / uç temizleyicisi

13 Mart 2017

Yazma Biçimleri


Kimi çok yakından yazar. (foto: Fireanjoy)

İlkokul çağından beri insanların nasıl yazdıklarına karşı takıntılı bir ilgim var. İlk şaşkınlığım solaklar olmuştu ama son şaşkınlığım olmadı tabii. Solak bir arkadaşla aynı sırayı paylaşmaktan kaynaklandığını düşünsem de nasıl yazı yazıldığı daha sonra da hep merak ettiğim bir konu oldu.

Kalemi tutma biçiminden, yazma üslubuna (hem tavır hem biçim olarak) kadar nasıl yazıldığı bence çok önemli bir konu. Yazarların, şairlerin, bestecilerin ve fotoğrafçıların yazıyla ilişkilerine dair her makaleyi büyük bir iştahla okuyorum. Yıllar önce galiba Enis Batur yazmıştı: Sevdiğim Rus besteci Aleksandr Skriyabin mesela yanına not defterini, kalemini almadan sokağa çıkmazmış.

Belki o yüzden Skriyabin'in eserleri bana sokakta yürüyen birinin aldığını notları hatırlatıyor.


Aleksandr Skriyabin'in elyazısı
Aleksandr Skriyabin (1872-1915)

Ne kadar farklı el varsa o kadar farklı yazım tarzı var. Kimi masada yazmayı sever, kimi ayakta. Kimi kalemi bükmeye çalışır gibi yaparak yazar, kimi kalemi normalden farklı bir açıyla tutarak yazmayı sever. Kimi benim gibi aynı harfi ikinci kez yazmak gerektiğinde küçük bir değişiklik yapar.

Ben yürürken de yazmayı severim mesela ama rahmetli Oliver Sacks gibi değil, aklıma bir fikir geldiğinde her şeyi bir kenara atamıyorum, daha sakin bir şekilde not alıyorum. Yürümek, düşünceyi derinden etkileyen bir eylem. Doğal olarak hiç düzgün bir yazı olmuyor ama zaten düzgün bir yazı istemiyorum. Yıllar boyu üzerinde ustalaştığım yazı karakterlerim gayrımuntazam olduğundan hoşuma da gidiyor, yürürken yazmayı herkes bir denemeli. Küçük bir defter gerekiyor.

©Frank Horvat

Masada yazıyorsam ve yalnızsam eğer kâğıda iyice yakınlaşırım. Her şeye yakından bakmayı severim. Lakin birileri varsa yanımda utandığım için kâğıda karşı biraz mesafeli davranıyorum ama üzülüyorum da çünkü kâğıt, kalem ve mürekkebin birlikteliği çok büyüleyici bir güzelliğe sahip. 

10 Mart 2017

Faber-Castell Ecco Pigment

Bazen net ve keskin çizgiler gerekiyor.

Erguvan Kalem okurlarının iyi bildiği gibi dolmakalem başta olmak üzere, teknik çizim kalemleri ve kurşunkalemleri çok severim. İhtiyaçlar kararlarımıza yön veriyor, çünkü bazen net ve keskin çizgiler gerekiyor, iyi kötü her türlü kâğıt yüzeyinde arşiv kayıtları için bir mikron bile dağılmayan bir mürekkep olsa diyordum.

İşte zamanla mahçup bir zevk gibi kalemlerim arasında kendi mütevazı yerini alan 6-7 liralık bir kullan-at kalemini anlatmak istiyorum. Şimdiye kadar neden anlatmadığımı da bilmiyorum gerçi, ihmal ettiğim bir tür bu fiber uçlu çizim kalemleri. Çantamda her zaman bir tane fiber uçlu kalem bulunur. Özellikle Faber-Castell Ecco Pigment bence bu türün en hoş kalem serisi. (Bu tür kalemler üreten Staedtler, Artline ve Pilot markaların ürünleri de hiç fena değildir. Çizimle ciddi olarak ilgilenenler için seçenekler çok.


(Bu arada itiraf edeyim kalemler arasında galiba sadece tükenmezkalem konusunda katıyım, nedense bir türlü sevemedim, çok iyisi de var ama kâğıda bastıra bastıra yazmak hoşuma gitmiyor. Aşırı düşkün değilim ama mekanik kurşunkalemleri de çok seviyorum. Böyle deyince aklıma Kalemmalem blogunun efendisi Reha kardeş geldi hemen. Onunla konuşurken özellikle Pentel konusunda ortak bir beğenimiz olduğu ortaya çıkmıştı. En son beş hafta önce yazmış, yeni bir yazısını bekliyorum.)

Narin ve kırılgan bir uç gibi görünüyor ama görünüşe aldanmayalım, çok sağlam bir uç.
Ecco Pigment kaleminin özellikle 0.1 uçlu olanı kullanmayı seviyorum. Çok ince ama çok işe yarıyor. Bazen okuduğum bir metnin satır aralarına yazı yazma ihtiyacı duyuyorum. Bazen de kestiğim bir gazete kupürünün kenarına minik bir not almak istiyorum. Gazete kâğıdı bilindiği gibi en dayanıksız kâğıt türüdür. Her şeyden etkilenir. Dolmakalemlerden sadece Pelikan 120'lerin F uçları işe yarıyor ama her zaman değil, kılıç gibi keskin uçlar bazen kâğıdı bozuyor. Her neyse bir sürü takıntı işte. Fakat Ecco Pigment adeta mucize gibi dağılmadan, bozulmadan çok çalışkan bir kalem efendisi gibi her şekilde yardımcı oluyor.


Aniki defterler, kahve, Ecco Pigment ve Henri Cartier-Bresson'un hayat öyküsü.
Gelelim bu güzelin kusurlarına. Klipsi çok güvenilir bir tasarıma sahip fakat aynı zamanda göze pek hoş görünmüyor, daha estetik bir tasarım olabilirdi. Yegane kötü yanı kapağın ergonomisi değil tabii asıl mesele tek kullanımlık olması. Ancak bu görmezden gelebileceğimiz bir durum, çünkü Ecco Pigment efsane bir kalem. Kapağı çıkartınca gövdenin şahane duruşu yetiyor zaten, tutuşu kolay, yazıya hazır, hiç üzmüyor.

Metal uçlu teknik çizim kalemlerinin şöyle bir sıkıntısı vardır, kalemi dik tutarak yazmanız gerekir, lakin fiber (elyaf) uçlu kalemlerde böyle bir sıkıntı yok. İstediğiniz açıda yazabilirsiniz.

Ecco Pigment'in mavi, kırmızı ve yeşil olmak üzere başka renkleri de var, lakin bakındığım yerlerde göremedim henüz. Uç kalınlığına gelince 0.1'den başlayıp, 0.8'e kadar uzanan her türlü yazı için uygun uçları mevcut.

Çok güzel ama bunca övgüye değer mi? Abarttığımı düşünenler çıkabilir ama yalnız değilim.

09 Mart 2017

Blog Yazarı Ne İş Yapar?


Gazete okumayı severim, hafta sonu eklerini ise daha çok severim. Önce biriktirip sonra vakit buldukça uzun uçlu arşivci makasımı çıkarıp önemli yazıları kesiyor ve saklıyorum. Bir kenarda kalmış 26 Şubat 2017 tarihli Hürriyet Pazar'ın 13. sayfasında Vedat Milor'un "Değerlendirmeleri nasıl yapıyorum?" başlıklı yazısını okurken dikkatimi çeken bir cümleye denk geldim:

"Seçici bir yemek eleştirmeninin bir anlamda lokantacılara bedava danışmanlık yaptığını düşünüyorum. Çocuğunuzun okul ödevini dikkatle okuyup notlayan bir hoca gibi.  Bir yandan görevini yaparken, diğer yandan anlayan ve ileri gitmek isteyen çocuklara ve dolayısıyla onların ailelerine faydası dokunuyor. Kutsal bir ilişki..."

*** 

Sıkıcı bulduğum bir kitap: Claude Lévi-Strauss, Bakmak Dinlemek Okumak, YKY, 2016

Toplam 7 yıldır bu blogta, Erguvan Kalem'de yazıyorum, üstadımız Ali İkizkaya'nın blogu "Yazmak Keyiftir" ise Erguvan Kalem'den daha eski.

Geçmişten günümüze, yeni yeni yazan arkadaşlara da bakarak düşünüyorum: Biz tam olarak ne yapıyoruz?

Genel olarak blog yazarlarının tıkandıkları veya açık sularda gezindikleri her konu yazı kültürü blog yazarları için de geçerlidir diye bütün bu yazıda belirli ve özel bir alana ait olduğu düşünülen her ayrıntının genel olan için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Yani blog yazarları (iyisi, kötüsü, doğru düşüneni, bilgi kirliliği yaratanı, akıllısı, cahili, çekiliş yapanı, yapmayanı, indirim kuponu vereni, vermeyeni, kibirlisi, mütevazı olanı... dahil hepsi) temelde Vedat Milor gibi düşünür, kendince bir yere bağladığı değerlendirmeler yapar.

Elbette herkes kendinden sorumlu. Başkaları adına konuşamam, öyleyse kendi adıma konuşayım: Zaman zaman çok bunalıyorum, gördüğüm tuhaflıklar, anlam veremediğim davaranışlar nedeniyle canım sıkılınca yazmaya ara veriyorum. Bunu yapabiliyorum çünkü benim için bu bir iş değil, düzenli olarak çalışmanın gerektirdiği bir alan değil: Keyfe keder yazıyorum. Çünkü düzenli olarak yazmak bana göre değil, o yüzden bazen çok sık, bazen nadir yazıyorum. Peki ama böyle başıbozuk biri başlıktaki soruya nasıl yanıtlar?

Önce bir blog yazarının tarifini yapmalıyız galiba. Her blog yazarı öncelikle yazdığı konuya ilgi duyar, aşırı sever. Ben de öyleyim. Yazı yazmayı ve okumayı sevdiğim kadar yazı araç gereçlerini de çok seviyorum. Bu nedenle yazmaya başlamıştım.

Bunca yıldır yazılanlar kimin için peki? Elbette alışveriş siteleri ve kırtasiye mağazaları için değil, blog yazılarım okurlar için, bilinçli tüketiciler için, meraklılar için, öğrenmeyi sevenler içindir.

Aldığım e-postaların %90'ı da okurlardan gelir ve doğal olarak merak ettikleri şeyleri sorarlar. Mesajların çoğu alacakları ürünler için tavsiye isteyenlerden gelir. Biraz daha bilgili olanlar mürekkep veya defter markası sorar, iki veya çok sayıda kalem arasından hangisini almanın daha mantıklı olduğunu öğrenmek isterler. (Bir kısmı da yazı yazmakla ilgili değildir, şiir, roman, deneme meraklısı, kahve bağımlısı, fotoğrafçılar, resim ve felsefe meraklısı okurlarım da var.)

Blog yazmakla birlikte esasen ben de bir blog okuruyum. Yeri geldi. bununla ilgili yedi yıldır yaşadığım ilginç bir olaylardan sadece bir tanesini anlatayım: Seneler önce bir gün yine iki dolmakalem arasında kalan bir okur hangisini alayım diye sordu. Yazısından blogumu okumadığını anladım. Ben de kalemlere baktım, biri benim gömlek cebinde olan, severek kullandığım bir kalem, diğeri de Yazmak Keyiftir blogunda incelemesini gördüğüm bir başka kalemdi. Ali Bey kalemle ilgili yaşadığı sorunları kara mizahla anlatmıştı. Ben de kıssadan hisseyi almış, bu kalemden uzak durmam gerektiğini anlamıştım. Okuruma da iki kalemden benim kullandığım ve bir sorun görmediğim daha uygun fiyatlı olan kendi kullandığım kalemi önerdim. Diğer dolmakalemle ilgili şikayetlerin de kayıtlara geçtiğini anlattım.

Fakat arkadaş, benim yazdıklarımı dikkate almamış, gidip bir hevesle önermediğim kalemi almış. Bu durumu da bana yazdı. Olabilir elbette. İnsanlar düşünceleri doğrultusunda yaşar. Kırılacak, üzülecek bir durumum yok, o kadar çok parayı hak eden bir kalem olmadığını düşündüğümü bildirmiştim zaten. Her zaman olduğu gibi, hayırlı olsun, dedim. Ancak, cevaben gelen e-postada satır aralarından benim değerlendirmelerime pek güvenilmediğini gördüm. Anladığım kadarıyla aynı soruyu başkalarına da sormuş (bu bir klasiktir, hiç üşenmeyip bilgili-bilgisiz herkese aynı soruyu sorarlar, oysa bu kafa karışıklığına neden olmaktan başka işe yaramıyor bence), onlar da "şöyle şahane, böyle enfes" deyip bu kalemi allayıp pullamışlar. Açıkça yazmıyor elbette ancak anlaşılıyor. Sonra ses seda çıkmadı bu arkadaştan.

Neyse bir gün Yazmak Keyiftir'de merak ettiğim bir makaleyi okurken, okur mektupları arasında bu arkadaşın yeni bir mesajını gördüm. Yazılarını hiç okumadığı bir blogun yazarına "Yeni aldığım kalem çok dertli çıktı, çok da para verdim ne yapayım şimdi?" diye soruyordu. (Aradan çok zaman geçti, arkadaş şimdi yazılanlara dikkat ediyordur artık diye düşünüyorum.)

Yine Vedat Milor'a geliyorum: Dediği doğru, biz okurlarımıza bedava danışmanlık yapıyoruz. Anlaşılmıştır diye düşünüyorum, fikir alışverişinden hiç şikayetçi değilim. Düşüncelerimi sayfalar dolusu yazdım, yazıyorum, yeter ki açık fikirli, meraklı ve öğrenmek isteyen insanlar olsun.