Pelikan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pelikan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2018

Kazanmak



Şaşırtıcı ama gerçek, Lamy gibi bir marka küçümsenebiliyor. Diyorlar ki, Lamy 2000'lerin başında sağda solda üç kuruşa satılırken kimse yüzüne bakmıyormuş, ama distribütör değişince on, on beş kat daha pahalıya satılmaya başlayınca ikon haline gelmiş, dandik plastikten bir kalem markasıymış. 

Evvela şunu söylemek gerekir: Eskiden uygun fiyata satılan kalemlerin ve mürekkeplerin şimdi pahalı olmasının en önemli nedenlerinden biri paramızın değerinin giderek düşmesidir.

Öteden beri söylenir, Lamy, Avrupa 9.90 avroya satılan ucuz bir kalemmiş, Pelikan varken Lamy'nin adı bile anılmazmış falan filan.

Ancak, Lamy sadece Avrupa ülkelerinde değil; Çin ve Japonya gibi Uzakdoğu ülkelerinde de Amerika'da da çok popüler ve kıskanılan bir marka. Instagram, Facebook, Tumblr, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerine, her gün bir yenisi açılan bloglara bakınca evet bir etken ama sadece ucuzluğun/pahalılığın bir kıstas olamayacağını anlamak gerekmez mi? Dahiyane tasarımın, etkileyici renklerin bir önemi yok mu?

Benim başka bir gözlemim var; bugün sadece Lamy değil, pek çok marka değer görüyor, popülerleşiyor. (Şaşırmadınız ama çok değil 7 yıl önce bile böyle değildi.)

Mesela 2000'lerin başında değil 2010'ların başında bile ülkemizdeki kırtasiyelerde Sailor marka dolmakalemi de Sailor marka mürekkebi de bulmak olanaksızdı. (Şimdi başka kalem tanımayan Sailor fanatikleri bile var.)

Mesela gencecik insanlar arasında bir Montblanc düşkünlüğü görülüyor. Bu kişilerle konuşuyorum, yazılanları okuyorum ve ailelerinden gelen bir bağ göremiyorum. Öyleyse bu ilgi nereden geliyor?

Çünkü dolmakaleme, mürekkebe, deftere ilgi artıyor. (Defter konusunda emin değilim, kalem fetişizmi nedeniyle o konuda maalesef çok gerideyiz.)

Hemen olmadı elbette, kırtasiyelerin neredeyse hepsi daha dolmakalem ucu değişimi yapmazken olaylar şu yazıyla başladı ve çığ gibi büyüdü.

O yıllarda mesela dolmakalem ile ilgili Türkçe içerik araması yaptığınızda karşınıza sadece (2005 doğumlu) Fountain Pen Network çıkıyordu.

Sözünü ettiğim yazıdan habersiz ikinci bir blog da yazılara başlamıştı. 2 yıl sonra insanlar gruplar halinde örgütlenmeye ve kırtasiyelerden taleplerde bulunmaya başladı.

Bu yazıdan 3 yıl sonra memleketimizde sponsor desteği olmadan büyük bir cesaretle türünün tek örneği olan yazı kültürü dergisi, Mürekkepbalığı ortaya çıktı. Ülkemizdeki ilk dolmakalem ve ilk mürekkep incelemesi bu dergide yayımlandı. TV kanalları, gazeteler konuyla ilgili yayınlara başlayınca kırtasiyeciler de blogları takip etmeye başladı. Yeni bloglar açıldıkça ilgi duyanlar çoğaldı.

Yani aslında şirketlere rağmen meraklı insanlar her şeyi, hatta şirketleri zorlamış oldu. Meraklılar halen zorluyor ama şirketler/distribütörler yanlış bir yolda gidiyor bence. Kültür olmadan, sevgi olmadan, bilgi olmadan en önemlisi hikmet olmadan, sadece para kazanma amacıyla yola çıkan her girişim hüsrana uğrayacaktır diye düşünüyorum.

Daha önce yazmıştım, Hermann Hesse'in başyapıtı olarak görülen kitapta, Siddhartha şöyle der: "Bilgi anlatılabilir ama hikmet nakledilemez. İnsan onu bulabilir, onu yaşayabilir, onunla güçlenebilir, onunla harika şeyler yapabilir ama onu anlatması ve öğretmesi mümkün değildir."

Sonuçta talep var, arz olmaz mı? İnsanlar merak ettikçe ekonomik bir karşılığı da oldu. Memlekete getirilmeyen kalemler, bilmediğimiz renklerde mürekkepler gelmeye başladı. (Böylece yurtdışına giden eşe dosta yalvarmaktan bir nebze kurtulduk.)

İnanmayacak olanlar vardır elbette ama Lamy iyidir derim. Çünkü Lamy kalemlerinin fiyatları yine de anlaşılabilir, öyle markalar var ki ateş pahası, yanına bile yaklaşmak zor. O dandik denilen plastik dolmakalemlere âşık insanlar var.

Sözün özü: Lamy ilham vericidir, yararlıdır. Asla küçümsenecek bir marka değildir.


Lamy dolmakalemle yazı yazarken dinleyecek müzik arayanlara gelsin: "Severim ben seni"

07 Nisan 2017

Pelikan 120: Ne Varsa Eskilerde Var


Eski kalemleri kutulu bulmak zor. Masada Penguin kitaplarına benzer kapağı ile göz kırpan kitabı çevirmenin ismini görünce (kalem meraklısı Eser Bakdur) aldım.
Geçen haftalarda arada sırada ziyaret ettiğim antikacıda güzel bir Pelikan 120 buldum. İster istemez Pelikan üzerinden yeni-eski kavramları hakkında düşündüm biraz.

Yeni kalemleri biraz çiğ buluyorum. Zaten yeni olan hemen her şey biraz öyle değil midir? Yeniye hep rağbet vardır, minik bir lekeye bile tahammül edilmez ama yeni olan, aslında henüz olmamıştır ve daha kendi ruhunu bulamamıştır. (Koleksiyoncu Tamer Tellikurşun ile yaptığım röportajda bu durumu daha iyi anlamıştım. Eski kalemler tarihin kucağında büyür, olgunlaşır. Hele temiz, titiz ellerden geçtiyse zarafetini muhafaza etmiştir.)

Şimdi yeni dolmakalemlerin ateş pahasına satıldığı zamanlarda yaşıyoruz. 

Pelikan sevdiğim bir marka ama fiyatları beni eziyor maalesef. Uzun zamandır bir dolmakaleme vereceğim parayla fotoğraf makinem için evladiyelik bir lens alırım daha iyi diye düşünmekteyim. (Dolayısıyla uzun zamandır ne kalem ne de lens alamıyorum.)



Pelikan 120, kitap arkadaşlarımdan biri.
Sadece fiyat politikası değil bazı eski kalemlerin değerli oluşlarında hem kendilerine özgü bir hava hem de geçmişte zanaate daha bir önem verilmesinin büyük etkisi vardır. 

Yeni üretilen dolmakalemler fiyatlarıyla ters orantılı ölçüde acı yaşatıyorlar bana. Mesela eskiden görünüşüne aldanıp bir dolmakalem almıştım. Hafiflik normalde iyidir fakat bu kalemde bana hiç uygun gelmedi. Öte yandan elime de uymadı sanki, oysa aynı boyda başka kalemlerle güzel anlaşabiliyordum. Eski dolmakalemler insan eline daha bir uyumlu üretilmiş sanki.  


Ne varsa eskilerde var...
Uzun lafın kısası antikacı dükkanında merakla raflara bakarken bulduğum Pelikan 120'nin ucuna dikkatle baktım, sağını solunu kurcaladım ve önemli bir kusurunu görmeyince fiyatını sordum, 50 lira yanıtını alınca fazla düşünmedim. (Aynı antikacı bir Parker 51 için 700 lira istiyordu. Ona doğru düzgün bakamadım. Yavaşça yerine bıraktım.) 

Böylece elimdeki 120'ye güzel bir kardeş gelmiş oldu.

- - - - - - - - - - - - -  YARIN: BİR KALEMİ DOKUZ AYDA YAPIYORLAR  - - - - - - - - - - - - - 

23 Mart 2017

Okuma Notları 7

Memduh Şevket Esendal (1883-1952)
Bugün tesadüfen 2012'de aldığım bir notu okudum.

Kısa öykülerin büyük yazarı Memduh Şevket Esendal bir dolmakalem tutkunuymuş. Her gittiği yerden özellikle Parker, Pelikan, Eversharp marka kalemler toplarmış. 

(Kızıma Mektuplar, Memduh Şevket Esendal, Derleyen: Muzaffer Uyguner/ Bilgi Yayınları, 2001)

MŞE, kendi öykücülüğünü ve yalın Türkçesini ise şöyle anlatıyor: 

“Edebiyatı bilmediğimden, marifetsizliğimden sade yazmışımdır. Bilsem, öyle düpedüz yazar mıyım hiç? Köylü bir şeyi söylerken dikine, olduğu gibi söyler... Neden? Süslemesini bilmez, benzetmesini bilmez, anlatmasını bilmez de ondan... Marifetli insanlar öyle yapmazlar. Sözlerine, yazılarına marifetlerini sokarlar, hünerlerini gösterirler... Aslını sorarsanız marifet hayatın içinde, hayata uymayan bir şeydir. Benim dilim kısa... İstediklerimi anlatabilmek güç.” 

(Aktaran Memet Fuat, Varlık, Haziran 1952)

05 Aralık 2012

Zarfa değil mazrufa bakanların kalemi



Geçenlerde yukarıda fotoğrafı görülen bir zamanların (1960'lı, 1970'li yılların) öğrenci işi bir 'Pelikan 120' buldum. Bu nedenle olsa gerek yeniden Pelikan hakkında düşünmeye başladım.

Pelikan, üst, orta sınıf veya öğrenci kalemi demeksizin standart bir kalite tutturmuştur her zaman. 'Standart kalite' tabiri kimilerince 'asgari yeterlilik' olarak algılanıyor, ama Pelikan söz konusu olduğunda öyle değildir. Pelikan'ın standart kalitesi 'birinci sınıf' anlamına gelir. Bu nedenle Pelikan'ın en ucuz, en dandik dolmakaleminde bile yazım rahatlığını garanti eden şahane bir uç ve damak sistemi bulunmaktadır.

Pelikan posteri, Herbert Leupin (1952)

Peki ama dolmakalemle ilk defa tanışan meraklı genç nesiller ile Pelikan arasındaki mesafe neden büyük? Teknik anlamda her zaman kazanan Pelikan'ın belki de kaybettiği tek yer tasarım.

Pelikan, şirket politikası olarak 1950'lerin tasarım kurgularının çevresinde dönüp duran ve kırılması güç bir yapıya sahiptir. Pelikan, mühendislerini tasarımcılarını kendi içinde yetiştirip, dış dünyaya yüz vermeyen inatçı ve çok gururlu bir şirket. Son yıllarda yaptıkları yenilikler (dolmakalem dünyasında zaman çok ağır işler, son yıllar deyince 1984 sonrasını anlatmak istiyorum) Japon ustalarıyla işbirliği içinde olmaları, "Bu kalemleri Pelikan mı yapmış?" dedirtecek yeni koleksiyonlar üretmeleri bile durumu çok değiştirmedi. Gençlere yönelik her Pelikan girişimi (Pelikano serisi, Level 65 - ki Level 65'lerde Pelikan logosu bile yoktur, o denli minimalisttir) ne yazık ki son derece başarılı teknik altyapısına (dolum sistemi benzersizdir) ve uç kalitesine rağmen yaygınlık kazanamadı, üretimden kaldırıldı.

Swatch saatleri ile aynı yıllarda ortaya çıkan (1980'ler) ve kalem dünyasında devrimci tavrıyla dikkat çeken, şeker renkleriyle, keskin ve yuvarlak hatların birlikteliğiyle ünlü Lamy Safari modeli büyük bir hayran kitlesi kazanmış durumda. Rengarenk Lamy Safari'ler, aksayan teknik mimarisine rağmen (problemli uçlar, tıkanan damaklar) giderek sayısı artan (fanatizme varacak ölçüde) tutkunlarının olması belki de Pelikan'ı keşfedecek nesillerin önünü kesti.

Pelikan, en iyi olduğu konuda, yani geleneksel klasik dolmakalem üretiminde daima üst sınıfta olacak. Bu noktada şirket olarak gurur duyacakları haklı bir ünleri var. Değişim ve tasarım konusunda ise durumu çok karışık.

Ama çağdaş tasarım konusunda  Pelikan'ı eleştirmek onu sevmeye hiç engel değildir.

Pelikan zarfa değil mazrufa, görünene değil, görünmeyene bakanların, merak etmeyi bırakmayanların kalemidir.


Okumalık: Why Pelikan? (Mark Van Blargan)

04 Eylül 2012

Okuma Notları 4


Orhan Pamuk'un penceresinden İstanbul. Çizen: Matteo Pericoli.

1. YAZARLAR NASIL YAZIYOR?

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk, romanlarını elle yazıyor. Dolmakalem kullanıyor. Kareli defteri tercih ediyor. Orhan Pamuk, ayrıca biten dolmakalem kartuşlarını atmayıp biriktiriyor. Elle yazdığı romanını dizgiye yolluyor; dizildikten sonra üzerinde bilgisayarla çalışma yapıyor.

Orhan Pamuk'un Nobel konuşmasından bir bölüm (7.12.2006):

"Benim için yazar olmak, insanın içinde gizli ikinci kişiyi, o kişiyi yapan âlemi sabırla yıllarca uğraşarak keşfetmesidir: Yazı deyince önce romanlar, şiirler, edebiyat geleneği değil, bir odaya kapanıp, masaya oturup, tek başına kendi içine dönen ve bu sayede kelimelerle bir yeni âlem kuran insan gelir gözümün önüne. Bu adam, ya da bu kadın, daktilo kullanabilir, bilgisayarın kolaylıklarından yararlanabilir, ya da benim gibi otuz yıl boyunca dolmakalemle kâğıt üzerine, elle yazabilir. Yazdıkça kahve, çay, sigara içebilir. Bazen masasından kalkıp pencereden dışarıya, sokakta oynayan çocuklara, talihliyse ağaçlara ve bir manzaraya, ya da karanlık bir duvara bakabilir. Şiir, oyun ya da benim gibi roman yazabilir. Bütün bu farklılıklar asıl faaliyetten, masaya oturup sabırla kendi içine dönmekten sonra gelir. Yazı yazmak, bu içe dönük bakışı kelimelere geçirmek, insanın kendisinin içinden geçerek yeni bir âlemi sabırla, inatla ve mutlulukla araştırmasıdır. Ben boş sayfaya yavaş yavaş yeni kelimeler ekleyerek masamda oturdukça günler, aylar, yıllar geçtikçe, kendime yeni bir âlem kurduğumu, kendi içimdeki bir başka insanı, tıpkı bir köprüyü ya da bir kubbeyi taş taş kuran biri gibi ortaya çıkardığımı hissederdim. Biz yazarların taşları kelimelerdir." (...)


Hilmi Yavuz: Yazılarını bilgisayarda yazan Hilmi Yavuz, defterlerini hâlâ Pelikan dolmakalemiyle dolduruyor. 

Ümit Meriç: Sosyolog yazar. Yazılarını elle kaleme alıyor. Teknolojiye mesafeli. Ümit Meriç'in bu konudaki görüşleri şöyle:

"Kalemin kutsiyetine inanır hale geldim. Kalem kutsaldır. Çünkü üzerine yemin edilmiştir. Bilgisayar bir yerde hain bir araç. Bir virüs çıkıyor ve her şeyi, bütün bilgiyi, emeği sıfırlayabiliyor. Oysa elle yazılan bir kelime yüzlerce sene silinmeden saklanabilir."

ALIŞKANLIKLAR VE TAKINTILAR


Voltaire'in yazdığı bir mektup.
Voltaire yatakta, kâğıdı sevgilisinin sırtına dayayıp yazarmış.

Churchill ayakta ve dolanırken.

Benjamin Franklin ise küvette yazmaktan çok hoşlanırmış.

Leviathan'ınn yazarı felsefeci Thomas Hobbes da ilham geldiğinde yatak çarşaflarına bile yazar, yer kalmayınca da bacaklarına geçermiş. 

Victor Hugo, tıkandığında, bir türlü yazamadığında uşağını çağırır, tüm giysilerini alıp gitmesini ve ertesi güne kadar gelmemesini söylermiş; böylece evde çıplak çıplak oturup yazmaktan başka yapabileceği hiçbir şey olmazmış. Ayrıca Victor Hugo çatısındaki cam kafeste yazmaktan hoşlanıyormuş. Orada kürsünün önünde durur ve çıplak olarak yazarmış. Bazen değişiklik olsun diye kafasından aşağı soğuk su döker ve vücudunu at kılından yapılma eldivenlerle ovalarmış.

William Shakespeare ise noktalama işaretlerini koymaya dahi fırsat bulamayacak kadar hızlı yazıyormuş! (Elbette tüy kalemiyle.)

Barth ve Colette ancak dolmakalemle (Colette için Parker) Jack Kerouac ise ancak daktiloyla yazabiliyorlarmış.

Ernest Hemingway de çıplak ve ayakta yazarmış ve daktilosunun da bel hizasına geliyor olmasını şart koşarmış. (Bu arada Ernest Hemingway'in kuzeni Edward Hemingway'in 1930'larda, Meterell Towers adlı dokuz yatak odalı bir şatoda İngiltere'nin en eski çıplaklar kampını kurmuş olduğunu belirtmek gerekebilir.)

D.H. Lawrence'ın yöntemi biraz daha tuhafmış: yazmaya oturmadan önce soyunur, evinin önündeki dut ağacına çıplak olarak tırmanır, sonra inip yazmaya başlarmış!

Fransız şair ve Cyrano de Bergerac'ın yazarı Edmond Rostand, yazarken dostları tarafından rahatsız edilmekten o kadar bıkmış ki, çareyi küvette yazmakta bulmuş. Soyunup küvete giren ve öyle yazanlar arasında Agatha Christie ve Benjamin Franklin de var. Benjamin Franklin ayrıca 'hava banyosu' almaktan da hoşlanırmış: yazarken soğuk bir odada çıplak oturmak ona iyi gelirmiş.

(Kaynak: Radikal Kitap, Z. Heyzen ateş, 18.06.2010/ Zaman, 11.07.2009 / Radikal Kitap, Cem Akaş, 09.02.2007)

2. Montblanc'ın Kısa Tarihçesi

Dolmakalemlerin halka yaygınlaştırılmasını amaçlayan Hamburglu Alman kırtasiyeci Claus Johannes Voss, 1906 yılında yanına Christian Lausen isimli bir bankacı ve bir mühendis olan Wilhelm Dziambor’u alarak mürekkep hazneli dolmakalem imalatına başladı.

montblanc
Montblanc (Photo: djeucalyptus) 
 
Şirketin kuruluş yıllarındaki adı ‘Simplo Dolmakalem’di. 1910’da kapaktaki kırmızı renk, 6 yuvarlak köşeli beyaz bir yıldızla değiştirildi. O günlerde yapılan bir toplantıda kapağın tepesindeki yıldız, bir dağın zirvesindeki buzula benzetilince, kalemlere Avrupa’nın en yüksek dağı Montblanc’ın ismi verildi.

Şirketin efsane haline gelen “Meisterstück” (usta işi) markalı dolmakalemlerinin üretimi 1924’te başladı. 1986’da “The Art of Writing” sloganı ilk kez kullanıldı.

Montblanc kalemlerinin koleksiyonerler için önemli tutku olduğunu kaydeden Montblanc Başkan Yardımcısı Sönke Tornieporth, “On beş yıl önce alınan bir dolmakalem şu anda çok iyi değer kazanmış durumda. Dövize ve borsaya yatırıma göre daha güvenli ve daha fazla getirisi var” diyor.

Sönke Tornieporth, 105 yaşında olan firmanın sadece kalem değil, mücevher, saat, çanta ve aksesuvar satışı da yaptığını hatırlatarak, şunları ekliyor: 
“Montblanc’ın bilgisayara yenik düştüğünü söyleyenler var ama bu böyle olmadı. Bizim kalemlerimizi alanlar için yazı bir fonksiyon değil, onlar için tutku.”

(Kaynak: Hürriyet, 06.12.2009)

3. RICHARD BURTON - ELIZABETH TAYLOR


Elizabeth Taylor ile Richard Burton’ın skandallarla başlayıp acı dolu biten, dillere destan bir aşkları vardı. İlişkileri 1963 yılında başrol oynadıkları “Kleopatra” filminde başladı. O sırada her ikisi de evliydi. Çift 15 Mart 1964’te evlendi. 
 
Kavga gürültü, alkol, mücevher, mal mülk, özel uçaklar bu ilişkiye damgasını vurdu. Özellikle Richard Burton’un Elizabeth Taylor’a 40’ıncı yaş gününde hediye ettiği 69,42 karatlık 1,1 milyon dolar değerindeki elmas kolye ile evlilik hediyesi olan Meksika Puerto Vallarte’deki Casa Kimberley isimli villa akıllardan çıkmadı. 
 
1974’te boşanan çift, 1975’te tekrar evlenip bir yıl sonra yine ayrıldı. Richard Burton 1984’te, menekşe gözlü unutulmaz güzel Elizabeth Taylor ise 23 Mart 2011'de hayatını kaybetti.



15 Mart 1964, evlendikleri gün.

Richard Burton 27 Aralık 1973’te yazdığı mektupta, Elizabeth Taylor’ın kendisine Noel’de hediye ettiği dolmakalem için teşekkür ediyor:
“Sıradan bir kadın olmadığın çok belli. Tıpkı bu kalem gibi sen de farklısın. Tıpkı bu özel kalem gibi sen de ağır ancak aynı zamanda da ‘hafifsin’. O yüzdeki ifade nasıl da arzu dolu bir ifade alıyor? Nefesler nasıl tutuluyor? Her erkeğin kadınında görmek istediği o hayvani, vahşi taraf nasıl da ortaya çıkıyor? Tıpkı dolmakalemin bedeninin en derinlerinden bir anda fışkıran mürekkep gibi... R.B.”

13 Ocak 2011

Pelikan M200, Lamy ve Hat Sanatı


Bir delilik yaptım ve 5 tane Lamy dolmakalem alacağıma kendime bir tane Pelikan M200 aldım. Pelikan M200 hayallerimdeki dolmakalemlerden biriydi, fakat bazı sorunları da birlikte getirdi. 

Pelikan M200 evvela çok şık bir dolmakalem. İnsanlar gördükleri vakit "Ne güzel bir kalem, bakabilir miyim lütfen?" diyorlar. Başka bir özelliği de dolmakalemin ucunun çok yumuşak bir yazım tarzına sahip olması.

M200'ün ucu flex değil ancak bana göre yine de çok esnek. Belki de çelik uçlu dolmakalemlere alıştığımdan bu durum tuhaf geliyor bana. Çünkü yazı sırasında gereken baskıyı uygulayamıyorum. Herkesin kendine özgü bir yazım tarzı var, benim de birazcık bastırma huyum var. Bazen kalem akıp gitsin isterim ama hepten kontrolü bırakmak da istemem. Oysa M200 öyle yumuşak bir yazım tarzı istiyor ki yazarken sıkılıyorum. Biraz daha bastırırsam kalemin ucu da kırılacakmış gibi geliyor bana. Oya öyle bir şey olmayacağı aşikar, çünkü M200 üst düzey kalitede imal edilmiş bir dolmakalem.

İnsan ister istemez düşünüyor: Serinin en küçük dolmakalemi böyle kaliteliyse, M400'ler, M600'ler ve daha üst düzey modeller kim bilir nasıldır, diye.

Kalemin beğenmediğim yanı, çook hafif olması. Birkaç gramın lafı olmaz deyip geçmeyin kalemde ağırlık, yani denge, yazma hızını da kalemi tutma biçimini de etkileyen önemli bir unsur bence. Hafiflikte M200'ün küçük olmasının da payı var.

Çok kaliteli bir dolmakalem kullandığımın farkındayım. Zaten M200 her fırsatta iyi bir dolmakalem olduğunu hatırlatıyor. Fakat benim gibi büyük ellere sahip birisi için yapılmamış. Elleri küçük olanlar (mesela kadınlar) bu dolmakaleme bayılacaktır eminim.

DOLMAKALEMDEN HAT SANATINA

Düşünüyorum da dolmakalemin, ucuz veya pahalı olmasının bir noktada hiç önemi yok. Önemli olan yazı yazma zevki.

Düşünüyorum da Osmanlı hat sanatçıları altın uçlu veya platin uçlu kalemlerle hiç yazmadılar. Büyük üstatlar kamış kalemlerle yazdılar! Çok da güzel eserler meydana getirdiler. Hattatların piri Şeyh Hamdullah'tan, çok sevdiğim üstad Necmeddin Okyay'a, Emin Barın'dan, Ali Alparslan'a (bu dünyadan göçüp giden bütün güzel ustalara) ve günümüzdeki yaşayan diğer önemli hattatlara baktığımızda önemli olanın yazı olduğunu, kalemin sadece bir vasıta olduğunu anlıyorum.

Kendime de hep söylüyorum. Önemli olan yazıdır, yazıya duyulan sevgidir, mürekkeptir, kalem bütün bunlardan sonra gelir.

27 Kasım 2010

Mürekkep şişesinin gölgesinde düşünceler



Belki değişik bir mürekkep bulurum diye gezinmeye ve yeni deneyimler edinmeye devam ediyorum. Tabii aradığım hiçbir şişeyi bulamadım yine. Bir de kırtasiyecilerin şişenin kapağını açıp mürekkebi göstermeye yanaşmaması çok garip bir tutum, gezdiğim yerler arasında bir tek Panter Kırtasiye şişeleri açıp bir kağıda yazıp mürekkebin rengini gösterdi. Orada da istediğim mürekkep yoktu, gerçi pek şık mürekkep şişeleri vardı ama bunlar daha çok süs amaçlı mürekkeplerdi, fiyatlar da yüksekti biraz.

En çok rastladığım ve garip bir şekilde çok popüler olan şey hediyelik kuştüyünden kalemlerin ve minik mürekkep şişelerinin bulunduğu setler! Bu kuştüylü kalem setleri aslında yazma amaçlı değil. Fakat demek ki çok satılıyor.

Buradan yazıyla ilişkinin çoğunlukla 'göstermelik' olduğu sonucuna varıyorum. Tıpkı bu setlerdeki mürekkep şişeleri gibi hiç açılmayacak veya bir hevesle deneme yapıldıktan sonra masadaki yerine konacak şişeler ve ergonomik olmayan süslü kalemler gibi yazıya uzak bir hayat sürüyoruz galiba.

Oysa yazı bir şenliktir, güzelliktir, keşiftir, insanın kendisine ve tarihine açılan bir kapıdır. Halis ve akıcı mürekkeple dolan kalemler akacak kâğıtlar bulursa hiç durmaz emin olun.

Canları sıkılan, hayattan bezmiş, günlük yaşantının içinde eriyip duran, çeşitli -hiç bitmeyen ve bitmeyecek olan- işlere teslim olmuş, yaşama sevincini kaybetmiş insanlar! Onlar küçük güzellikleri de görmezden geliyor, mürekkebi kurumuş ve tıkanmış bir kalem gibi hiç uyanmayacağı kötü bir rüyada yaşıyor ve karmakarışık bir hayatın ortasında olduğunu düşünmüyor! Uyanmak gerek. İstemek gerek. Biraz bilgi ve biraz da tebessüm gerek.

İyi tasarlanmış bir mürekkep şişesi, yine süs için değil yazmak için tasarlanmış bir dolmakalem, kalemi küstürmeyecek bir kağıt, popüler olduğu için değil gönülden okunacak bir kitap, kaliteli bir hayat sürmek için yeterli.

Kalemin markası, mürekkebin rengi, kağıdın-defterin cinsi size kalmış artık.



 
Bethge (J. Herbin)


Pelikan Edelstein
Montegrappa

Montblanc