yazı kültürü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazı kültürü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

05 Mayıs 2017

"İlk Yazı Makinesi Altı Yılda Yapılabilmişti"

Milliyet, 4 Mart 1954

Yine daktilo konulu bir yazı.

BU sefer daktilonun öyküsü anlatılıyor.

"Kadın, hürriyetini yazı makinesine borçludur"

Milliyet, 20 Eylül 1950


Daktilo üzerine bir yazı; konu güzel, Türkçenin 1950'lerin başındaki hâli de çok güzel.





Spotta deniliyor ki: "Batı memleketlerinde kadınlara umumî hayatta çalışma imkânlarını veren şey, muhakkak ki yazı makinesidir. Medenî memleketlerde bu makinenin icadı ile kırtasiyecilik hemen hemen kalkmış, devlet ve müesseselerin yazı işleri düzene girmiştir."

Gülümsemeden okumak zor.

Tam tersine kırtasiyeciliğin kalkınması daktilo ile başlamıştır diyebiliriz.

29 Nisan 2017

Mürekkep Dükkanı


Bir mürekkep dükkanı olsa. 

İçinde envai çeşit ve dünyanın her yerinde satılan mürekkep şişeleri topluca bulunsa. 

Hiç bilmediğimiz, hiç duymadığımız renkleri keşfetsek.

Kâğıt üzerinde mürekkepleri de görebilsek.



Bu dükkanda mürekkep ile dolmakalem ile ilgili afişler veya resimler olsa ne güzel olurdu.



Alıp duvarımıza asacağımız kadar güzel çalışmalara bakmaktan büyük keyif alsak.



Hayal etmesi bile güzel.

26 Nisan 2017

Yazının Ayaklı Tarihi


Bir zamanlar masa yoktu. 

Daha doğrusu bildiğimiz dört ayaklı klasik yazı masası yoktu. (Yazı masasının icadı için aradan çok uzun zaman geçmesi gerekecekti.)

Bilinen ilk masa Antik Mısır'da görülmüş. Masa vardı ama yazı için hiç düşünülmemişti. Masa, yemek veya yerden yüksekte tutulması gereken eşya için kullanılıyordu.

Binlerce yıl önce tabletler elde yazılıyor, papirüsler ise alta sert bir plaka konularak kucakta yazılıyordu.


Oturan katip, Fatih devri, 1479–81, Gentile Bellini

Yazının kâğıda aktarıldığı zamanlarda da durum çok değişmedi. Osmanlı devrinde uzun zaman eski tarzda yazı yazıldı.


Üstadımız, büyüğümüz, yazı kültürümüzün gururu: Katip Çelebi

AYAKTA YAZANLAR

Yazı masası batı kültüründe de bugün bildiğimiz tarzda değildi. 

İlginç olan şu ki bir masada oturarak yazmak da hiçbir yerde popüler değildi. 

Ayakta yazmak yaklaşık 2 yüzyıl önce en çok tercih edilen yöntemlerden biriydi.


Tipik bir ofis, 1857.

Ayakta yazmak için ayak masası denilen, bir icat vardı.

Ernest Hemingway
Ernest Hemingway bu konuda en bilinen isim galiba. Onun ayak masasında bazen bir daktilo olurdu. Ayakta yazabilmek için eğimli yüzeyi olan taşınabilir küçük bir masası daha vardı.


Ernest Hemingway 
Danimarkalı filozof Kierkegaard yazılarını ayakta yazarmış. Amerika Birleşik Devletleri'nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson da ayakta yazmayı severmiş. Hatta yeteri derecede uygun masa bulamayınca kendisine eğimli yüzeyi olan 6 ayaklı bir masa bile tasarlamış. 

Kendine Ait Bir Oda'nın yazarı Virginia Woolf da ayak masası kullanmış bir ara, Philip Roth da öyle.

İlk cümleleri şiir gibi olan İki Şehrin Hikayesi'nin ve daha birçok efsane romanın yazarı Charles Dickens da ayakta yazarmış.

Katip Bartleby, Çizim: Stéphane Poulin
Roman kahramanları durur mu, elbette Katip Bartleby de ayakta yazıyordu.

Sonra işte oturduk.


Milliyet, 24 Temmuz 1979

Bir Usta Bir Dünya: Jake Weidmann

Jake Weidmann genç ve çok hüner sahibi bir insan. Elinden her iş geliyor. Güzel yazı yazmak dışında ahşap oymacılığından da anlıyor. 

ABD'deki en genç kaligrafi ustasıymış kendisi. Ancak yazı sanatına başlarken kaligrafi kalemleriyle ilgili sıkıntı yaşamış. 

Sonrasında çoğu insanın yapacağı gibi "bu iş bana göre değil" deyip yazmayı bırakacağı yerde torna makinesinde çalışmayı öğrenip kendi elllerine uygun bir kalem yapmış. 


Sonra çok çalışarak, yaptığı işe yoğunlaşarak kısa zamanda büyük ustalar arasında yer edinmiş.


Bu tarz kuş figürleri konusunda usta, fakat bu çizim tarzı kendisinin icadı değil, geçmişteki ustaların yaptığı işlere gönderme ve saygı çalışması. En beğenilen işleri de bunlar.



Görüldüğü gibi kaligrafi sanatını resimle birleştiren bir tavrı sürdürüyor.

(Bizim ülkemizde de Etem Çalışkan ustamız resim sanatıyla en çok ilgilenen kaligraf galiba.)

Jake Weidman'ın özellikle hurufilerin çok beğeneceği tarzda işleri de var.
Aşağıdaki video da çok güzel, aileden gelen yazı kültürü, güzel yazı sanatının mürekkep, kâğıt ve kalem üçlüsü arasında rahat bir nefes aldığını hissediyor insan.



Aşağıda Weidmann'ın "Neden Yazı?" başlıklı çok güzel bir konuşması var. İzlerken çok eğlendim.

Sadece görüntüleri bile izlemekle bile çok şey öğrenmek mümkün. Maalesef videonun Türkçe altyazısı yok fakat ayarlardan otomatik çeviriyi seçip oradan Türkçeyi işaretlediğinizde Google Türkçesi ile izleyebilirsiniz. Saçma sapan bir çeviri ama fikir verir.



"Why Write?" videonun en güzel kısmı 3. dakikan itibaren başlayan bölüm. Jake Bey, geçmişten alınan mirastan övgüyle söz ediyor, büyük kaligrafi ustalarını yazı sanatının kahramanları diyerek onurlandırıyor. 

Özellikle 6. dakikada, video boyunca sürekli insan eline yapılan vurgulardan sonra, güzel yazı yazmak için ellere ihtiyacınız olmadığını gösteren, J. C. Ryan isimli kaligrafi ustasını görüp de etkilenmemek mümkün değil.

07 Nisan 2017

Pelikan 120: Ne Varsa Eskilerde Var


Eski kalemleri kutulu bulmak zor. Masada Penguin kitaplarına benzer kapağı ile göz kırpan kitabı çevirmenin ismini görünce (kalem meraklısı Eser Bakdur) aldım.
Geçen haftalarda arada sırada ziyaret ettiğim antikacıda güzel bir Pelikan 120 buldum. İster istemez Pelikan üzerinden yeni-eski kavramları hakkında düşündüm biraz.

Yeni kalemleri biraz çiğ buluyorum. Zaten yeni olan hemen her şey biraz öyle değil midir? Yeniye hep rağbet vardır, minik bir lekeye bile tahammül edilmez ama yeni olan, aslında henüz olmamıştır ve daha kendi ruhunu bulamamıştır. (Koleksiyoncu Tamer Tellikurşun ile yaptığım röportajda bu durumu daha iyi anlamıştım. Eski kalemler tarihin kucağında büyür, olgunlaşır. Hele temiz, titiz ellerden geçtiyse zarafetini muhafaza etmiştir.)

Şimdi yeni dolmakalemlerin ateş pahasına satıldığı zamanlarda yaşıyoruz. 

Pelikan sevdiğim bir marka ama fiyatları beni eziyor maalesef. Uzun zamandır bir dolmakaleme vereceğim parayla fotoğraf makinem için evladiyelik bir lens alırım daha iyi diye düşünmekteyim. (Dolayısıyla uzun zamandır ne kalem ne de lens alamıyorum.)



Pelikan 120, kitap arkadaşlarımdan biri.
Sadece fiyat politikası değil bazı eski kalemlerin değerli oluşlarında hem kendilerine özgü bir hava hem de geçmişte zanaate daha bir önem verilmesinin büyük etkisi vardır. 

Yeni üretilen dolmakalemler fiyatlarıyla ters orantılı ölçüde acı yaşatıyorlar bana. Mesela eskiden görünüşüne aldanıp bir dolmakalem almıştım. Hafiflik normalde iyidir fakat bu kalemde bana hiç uygun gelmedi. Öte yandan elime de uymadı sanki, oysa aynı boyda başka kalemlerle güzel anlaşabiliyordum. Eski dolmakalemler insan eline daha bir uyumlu üretilmiş sanki.  


Ne varsa eskilerde var...
Uzun lafın kısası antikacı dükkanında merakla raflara bakarken bulduğum Pelikan 120'nin ucuna dikkatle baktım, sağını solunu kurcaladım ve önemli bir kusurunu görmeyince fiyatını sordum, 50 lira yanıtını alınca fazla düşünmedim. (Aynı antikacı bir Parker 51 için 700 lira istiyordu. Ona doğru düzgün bakamadım. Yavaşça yerine bıraktım.) 

Böylece elimdeki 120'ye güzel bir kardeş gelmiş oldu.

- - - - - - - - - - - - -  YARIN: BİR KALEMİ DOKUZ AYDA YAPIYORLAR  - - - - - - - - - - - - - 

06 Nisan 2017

Kibrit Kutusundaki Defterler

Mehmet Fuad Tokad (1893-1960)
Timaş güzel kitaplar yayımlıyor. Aradan ne kadar zaman geçti hatırlamıyorum, İhsan Sönmez'den M. Fuad Tokad'ın Kibrit Kutusundaki Sarıkamış-Sibirya Günlükleri isimli kitabı almış, muhakkak bu kitabı yazmalıyım demiştim. Ne olduysa kitabı bir kenarda unutmuşum. Lakin hatanın neresinden dönülse kârdır, düsturuyla kitabı bulur bulmaz, bu sefer yazmayı ertelemedim. 

Neticede kitabı bir iki günde bitirdim. Günümüzden yüz yıl evvel (8 Ocak 1915'te İstanbul'da yazılmaya başlanan defterler 19 Mart 1917'de bitiyor) genç bir adamın acele tarafından okulunu dahi bitiremeden Ruslara karşı Kafkas cephesindeki savaşa gönderilmesi, ardından esir düşmesi kitabın temel odak noktası. 


Kibrit Kutusundaki Sarıkamış-Sibirya Günlükleri 

ESARETİN KAYITLARI


Adından da belli, M. Fuad Tokad'ın yaşadığı Sarıkamış'tan Sibirya'ya uzanan bir esaret yolculuğu. İyi ki defterlerin değeri takdir edilmiş ve kitap yayımlanmış. Okumaya başlayınca günümüzden yüz yıl öncesinin Türkçesini duydum, memleketimizin yüz yıl önceki havasını solumakla kalmadım Sibirya'ya kadar gitmiş oldum. Ancak en önemlisi konuşma, düşünce tarzı ve savaş esirlerinin hiç bilmediğim hayatlarını öğrenmiş oldum. M. Fuad Tokad kimi yerlerde haklı olarak isyan ediyor ve düşman elinde arkadaşlarından birlik beraberlik bekliyor. Karşılaştığı sorunlar karşısında da şaşkınlığını, hayal kırıklığını gizlemiyor.



Kibrit kutusu ve defterler
Kitabevlerinin "Tarih" bölümlerinde benzer çok kitap vardır. Fakat bu kitabı diğerlerinden ayıran şey günü gününe tutulan günlükler olmasının yanında bir kibrit kutusuna sığabilen defterlere mikrogramme tarzıyla yazılması. (Mikrogramme konulu bir yazımı daha sonra paylaşacağım.)


M. Fuad Tokad’ın sakladığı günlükler, vefatından sonra oğlu Prof. Dr. Yılmaz Tokad'a kalmış. Onun vefatıyla da defterler torunlara bir vasiyet gibi aktarılmış. Sonunda Mehmet Fuad Tokad'ın torunu Müge Tokad, bu görevi ciddiye alıp Osmanlı Türkçesi öğrenmiş, kardeşi Fuad Tokad ise çıplak gözle zor okunan günlüklerin sayfalarını tek tek tarayarak bilgisayar ortamına aktarmış. 


Defterin ilk sayfası
Bu sırada Müge Tokad ise aynı kursa devam eden Amerikalı Jack Snowden ile tanışıp evlenmiş. 

Kitabı yayıma hazırlayan da Jack Snowden günlüklerin tutulduğu yerlere gidip görecek kadar işine hassasiyetle sarılan biri. 

Kitabın son özelliği bir başka özelliği ise bir aşk öyküsüne de yardımcı olması galiba.


04 Nisan 2017

Scrikss Kalem Tasarım Yarışması

2 Kasım 1989, Milliyet

Scrikss üzerine araştırmalara devam ediyorum. Bugün 1990'lı yıllara doğru gelirken bir yarışma ilanı gördüm. Günümüzden 28 yıl önce Scrikss firması 25. yılını kutlama etkinlikleri kapsamında bir kalem tasarım yarışması düzenlemiş.

Gazetedeki yarışma metni şöyle:
"Öncü olmak: Bir sanayicinin, kuşkusuz en büyük özlemi... Evet, ilk Scrikss ürünü, Dolmakalem 17 bugün 25 yaşında ve Scrikss Maden ve Plastik Sanayi A.Ş.'nin kuruluş tarihi olan 1 Ocak 1964'ten bu yana 25 yıl geride kalmış... Ve bugün Türk kalem sanayii, Scrikss'le özdeşleşmiş çeyrek yüzyıllık bir geçmişe sahip...
İşte Scrikss, Türk kalem sanayiinde öncü ve önde olmanın sorumluluğuyla, 25. yılında, yerel bilgi üretimine sahip çıkıyor ve tüm Türk tasarımcılarını, uygar yaşamın vazgeçilmez öğesi olan "kalem" üzerine düşünmeye çağırıyor...  
Scrikss, 25. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlediği Kalem Tasarım Yarışması'yla, gelecek 25 yıllara yine önde ve öncü giriyor...
KALEM TASARIM YARIŞMASI 
Yarışmanın konusu, Scrikss için yeni ürün kimliği tasarımı ve bu amaçla, sözkonusu kimliği belirleyecek bir tipoloji araştırmasıdır. Yarışma, Scrikss ve A.T.T. çalışanları dışında
tüm Türk tasarımcılarına açıktır. 
• Değerlendirme jürisi:
Aykut Koksal (A.T.T.)
Prof. Muammer Onat (M.S.Ü.)
İzel Rozental (Scrikss)
Dr. Uğur Tanyeli (İ.T.Ü.)
Prof. Cemil Toka (M.S.Ü.) 
• Ödüller:
1. Ödül 6.000.000.- TL. .
2. Ödüt 4.000.000.- TL.
3. Ödül 2.000.000.- TL. 
Yarışma, duyurum ilanıyla başlayacak, 26 Şubat 1990 tarihinde sona erecektir. Yarışma şartnameleri 25.000.- TL. karşılığında, "Scrikss Maden ve Plastik Sanayi A.Ş., Yahköşkü Cad. 23, Nuhbir Han, Kat 3,* Sirkeci, İstanbul" adresinden elde edilebilir. Başvurular yukarıdaki adrese, şahsen ya da posta havalesi makbuzu ile birlikte mektupla yapılacaktır.
Sonra ne olmuş acaba diye merakla aradım. 29 Mayıs 1990'da yarışmanın neticesi bir duyuruyla kamuoyuna açıklanmış.

29 Mayıs 1990, Milliyet
"Scrikss 25. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlenen Kalem Tasarım Yarışması sonuçlandı... Genç tasarımcıların, yarının Scrikss'i üzerine önerileri değerlendirildi ve üç tasarımcının çalışmaları ödüle değer bulundu: 
l. Ödül: Ümit Altun2. Ödül: Mehmet Erkök3. Ödül: Gülnar Akbulut
Scrikss, yarını, geleceği ödüllendirmenin kıvancıyla genç tasarımcıları kutlar..."
İster istemez heyecanlanıyor insan. İlanın arka planındaki tasarım, Ümit Altun'a ait olmalı. Ümit Altun ismi de çok tanıdık geldi. Bir yerlerde adına rastlamış, hakkında iyi şeyler duymuştum.  


Özgeçmişi şöyle: Ümit Altun, 1985'te Mimar Sinan Üniversitesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden mezun olmuş. Aynı yıl, Otokar'da tasarım kariyerine başlamış. 1988'de Alcatel-Teletaş'a geçmiş, burada asarımcı ve tasarım bölümü şefi olarak çalışmış. 1994'te Arçelik'te uzman tasarımcı olarak çalışmaya başlamış, 2002'de tasarım bölümü yöneticisi olmuş. Bir yıl kadar bu görevde çalıştıktan sonra, 2003'te Arçelik’ten ayrılıp Design-Um'u kurmuş.

Arka plandaki tasarımı ise aşırı merak ettim. Photoshop yardımıyla yazılardan arındırıp bir de öyle bakayım dedim. 

Karşıma şöyle bir şey çıktı:


Scrikss ürünleri arasında böyle bir kalem hatırlamıyorum ne yazık ki. 

İZEL ROZENTAL İLE KISA BİR SÖYLEŞİ

Bu nedenle Scrikss İcra Kurulu Başkanı İzel Rozental'a bazı sorular sordum.

- Neden böyle bir yarışmaya ihtiyaç duydunuz?

- Scrikss Kalem tasarımı yarışmasını 1989 yılında kuruluşumuzun 25.yılı vesilesiyle ve sadece üniversitelerin endüstriyel tasarım bölümleriyle profesyonel tasarımcılara açık olarak düzenlemiştik. Amacımız, kalem dünyasına Scrikss tipolojimizi muhafaza ederek yeni teknolojiyle çağdaş tasarımlı kalem serileri sunabilmekti. Yarışmadan çıkabilecek en az üç modelin üretimine geçebilmeyi hedefliyorduk.

- Bu tasarım yarışmasının size nasıl bir getirisi oldu?

Sonuçlar maalesef tatmin edici olmadı. Yarışmayı Ümit Altun adlı (o zaman için genç) bir tasarımcı açık ara farkla kazandı. Kendisiyle tasarladığı bir modelin üretime geçilmesi için anlaşmaya varıldı. Ancak ne yazık ki o dönem fabrikamızda yaşanan birkaç aylık grev ve onu takip eden mali kriz, bu projeyi yarıda bırakmamıza neden oldu.

Getirilerini ise şöyle sıralayabilirim:


1)      kısa vadede, yarışmamızın basında yoğun yer almasının yanı sıra yaptığımız tanıtım çalışmaları da Scrikss’in marka imajını artırdı, bilinirliği yükseltti;
2)      orta vadede, üniversitelerin tasarım bölümleri kalem tasarımına önem verdiler, bu sayede Türk kalem sanayii özgün modeller üretebildi, halen de üretiyor.
3)      Uzun vadede, konuyla ilgili akademik çevrelerle iyi ilişkiler geliştirmemizi, dirsek temasında bulunmamızı sağladı.

- Dereceye giren tasarımlar ödüllendirildi ama sonra üretildi mi?


Bu sorunun yanıtını yukarıda verdim. Ancak yarışma sayesinde üniversitelerin endüstriyel tasarım bölümleriyle gelişen iyi ilişkiler sonucunda, bazı öğrenciler bitirme tezlerini fabrikamızda geliştirme imkanı buldular. Bunların arasından ODTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü öğrencisi Kunter Şekercioğlu’nun, 98 yılında bitirme tezi olarak tasarladığı masa üstü roller kalemin üretimi 1999 yılında gerçekleşti. Kunter Şekercioğlu 2016 yılında, Scrikss’in çok beğenilen prestij kalemi Heritage ile Design Turkey Üstün Tasarım Ödülü’nün sahibi oldu.

Kapris Nedir Bilmeyen Umberto Eco

21 Kasım 1991, Milliyet

"Müzik dinlemek benim için vazgeçilmez bir şey... Özellikle çalışırken müzikle
bütünleşiyorum. Bazen de canım kalkıp bir şeyler çalmak istiyor... Derhal yerimden fırlıyorum, ya çellomu kapıyorum, ya piyanomun başına geçiyorum, başlıyorum çalmaya... Trompet de çaldığım oluyor. Yorulana, bıkana kadar çalıyorum. Bazen saatlerce... Sonra gene pikaba Bach'ı yerleştirip yazı
masamın başına geçiyorum." 

Bologna Üniversitesi'nde müzik tarihi dersleri de veren Umberto Eco, müzik dinleyip müzikle uğraşmanın, çalışma ritminin doğal bir parçası olduğunu belirtiyor. Umberto Eco, yazılarını hep eski model bir dolmakalemle yazıyor. Nadiren tavuk tüyü ve hokka kullandığı da oluyor. Ama temel yazma aracı, eski model dolmakalemi... Şöyle diyor:
"Yazarken, mürekkebin yumuşaklığını kâğıdın üzerinde hissetmek hoşuma gidiyor." 

Umberto Eco, çok sade olan hobilerini şöyle anlatıyor: "Eski kitap biriktirmeyi
seviyorum. Ne bulursam alıyorum. Paramın önemli bir bölümü eski kitaba, eski el yazmalarına gidiyor. Müzik dinleyip çalmayı seviyorum. İşte hepsi bu... Tabii yazmayı aşk derecesinde seviyorum. Ama ben, yazabilmek için asla özel ortamlar aramam. Her ortamda yazarım. Uçakta seyahat ederken yazarım,
sakal tıraşı olurken yazarım, oturarak yazarım, ayakta yazarım,
loş ışıkta yazarım, aydınlıkta yazarun, gece yazarun, gündüz yazarım.. Yazmak
için özel ortamlar arayanlara da -Alberto Moravia gibi- akıl erdiremem.."

21 Kasım 1991, Milliyet

Umberto Eco (1932-2016)


Not: Ek olarak bazı Eco kitaplarının kapaklarını paylaşmak güzel olur diye düşündüm. Türkçe kitaplarının kapaklarına da baktım ama güzel bir kapak göremedim. 
La Production des signes, Umberto Eco


Lector in Fabula, Umberto Eco


03 Nisan 2017

Sanat ve Hüner Tanrısı Enki'den Zor Zanaat

16 Aralık 1987 tarihli bir Scrikss ilanında şöyle yazıyor:  
"Sanat ve hüner tanrısı Enki'nin yarattığı sanatlar arasında hiçbiri yazı sanatı kadar zor değildir."
Bir Sümer Tabletinden
16 Aralık 1987, Milliyet, Scrikss 75

Tarih yazı ile başlıyor, yazının tarihi de Sümer (veya Muazzez İlmiye Çığ'ın önerdiği yazımıyla Sumer) uygarlığında filizlenmiş. 

Eski Mısır ve Çin'i de unutmayalım, hepsi insanlığın kayda alınmış ilk adımlarını atan büyük uygarlıklardır.

Yazıyı kimin icat ettiği konusuna gelince ilk yazılı örnekleri veren insanların güzel bir fikri var: Yazıyı tanrılar icat etmiş ve insanlığa sunmuştu. Bu nedenle yazı kutsaldı. 

Hiyeroglif sözcüğünü bu tarz düşünüşe örnek olarak gösterebilirim. Hiyeroglif, Grekçe'deki hiyeroglifikon (ἱερογλυφικόν) kelimesinden diğer dillere geçmiştir ve "kutsal yazıt" anlamına gelir. (Hiyeroglifikon kelimesi de kutsal anlamına gelen hieros (ἱερός) ve yazıt anlamına gelen glifo (γλύφω) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor.)

Şimdi yazının bir kutsiyeti kaldı mı? Klavyelerin, parmaklarımızla dokunduğumuz dijital ekranlarda yazdığımız sayısal verilerin hangi cümlesi, hangi kelimesi kutsal olabilir? 

Ama el yazısı eşsiz, kendi ellerimizin kutsal yazısı.

31 Mart 2017

İlköğretimde El Yazısı Kalkıyor

Harfler, Emin Barın, 1942
Dün Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz'ın "Bitişik eğik el yazısı uygulamasının önümüzdeki öğretim döneminde kaldırılacağını" açıklamasıyla birlikte halkın çoğunluğu sevindi. Bugün de hemen bütün gazetelerde konuyla ilgili haberler var. Sosyal medya hesaplarında ise bir sevinç dalgası yayılıyor. Meğer bitişik eğik el yazısı bir işkence türünün adıymış! 


Yazı: Erhan Olcay

Bitişik eğik el yazısı gibi bir güzelliğin nasıl olup da imece usulüyle mahvedildiğini hep birlikte yaşadık, yaşıyoruz. Ben de bir baba olarak bu sistemin getirdiği bütün sıkıntıları yaşadım. Çocuklar bitişik eğik el yazısıyla yazmayı öğrendi ama öyle kötü bir sistemle öğrendiler ki onarılamayacak hatalardan dolayı yarım yamalak öğrenmiş oldular. Buna da öğrenmek denemez. Şimdi çocukların büyük çoğunluğu hem eğik hem dik düz yazıyla yazmakta zorlanıyor.

Bitişik eğik el yazısı, son derece doğru bir karar olmasına rağmen bakanlık yeterli hazırlığı yapmadığından ve bitişik eğik el yazısındaki katı tutumu nedeniyle birinci sorumludur. İkinci en büyük sorumlu da öğretmenlerdir. Öğretmenler bu sistemi bunca yıl kabullenemedi maalesef. Öğretmenlerin çoğu yeterli donanıma sahip olmadıklarından ve el yazısından nefret ettikleri için kendi yetiştirdikleri, ilk harfleri öğrettikleri öğrencilerinin yazılarını bile okuyamayacak kadar kötüydüler maalesef. Şimdi sistemin kalkmasından dolayı en büyük sevinç duyan yine onlar. Çünkü çocukların kötüleşen yazılarını düzeltmek de istemediler. Her şeyi öylesine ortada bıraktılar ki bakanlık bu işten dönsün aileler de tepki göstersin istediler. Başardılar, istedikleri oldu. Bakanlık kamuoyu baskısına direnemedi.

Oysa bitişik eğik el yazısının çocuklara büyük kazanımlar getirebilirdi. Lakin bakanlığın yıllarca oturtamadığı, öğretmenlerin sevemediği, aleyhinde olduğu bir şeyi çocuklar nasıl sevebilir ki? Kimse bu sistemi sevmedi, benimsemedi. Çünkü kimse oturup el yazısıyla yazı yazmayı sevmiyor, istemiyor. (Cep telefonunun tuşlarına dokunmak daha kolay geliyor.) 

Herkes sistemi daha beter bir hale getirmek için çok çalıştı ve neticede bitişik eğik el yazısı kaldırıldı. (Zaten doğru düzgün uygulanmıyordu, çocukların kafası çok karışmıştı.) Şimdi yeniden başa dönülüyor. Bunca yıl kazanılan bir şey olmadığı için kültürel anlamda kayıplarımız giderek çoğalıyor. Sistemi ıslah etmek yerine toptan kaldırmak herkesin işine geliyor.

Ben dik düz yazı ile yetiştim. Sadece güzel yazı derslerinde harflerin güzelliğini görmüş etkilenmiştim. Doğrusu o güzel harfleri o dönem de çok seven olmamıştı. Zaten toplum olarak yazı ile aramız hiçbir zaman çok iyi olmamış diye düşünüyorum. 

Böyle bir toplumda Emin Barın gibi güzel insanlar bir kuyruklu yıldız gibi belirip kayboluyor maalesef. Necmeddin Okyay gibi, Ahmed Karahisari gibi efsaneler milyonda bir çıkıyor.

5 Nisan 2017, Vatan

29 Mart 2017

Dolmakalemin 40 Faydası

Pelikan 120
 
Dün sabah, yağ gibi kayan bir uçla, üstelik gazete kâğıdına keyifle bir not düşerken, genç bir arkadaş "Bu kalemin ne faydası var?" diye sordu. Ben de "Hangi birini sayayım, 40'tan fazla yararını gördüm." diye cevap verdim. İnanmayıp güldü. 

Sonra elindeki tükenmezkalemi gösterip benim elimdeki cânım Sheaffer ile aynı işi yaptığını söyledi. Üstelik benim ellerimde mürekkep lekeleri varmış, onu elleri tertemizmiş filan. "Bak sana dolmakalemin en az 40 tane faydasını yazacağım, sen de bir okursun, belki fikrin değişir." dedim.

İtiraf etmek gerekir şimdi: Herhangi bir kalemin, bir dolmakalemden öyle aşırı büyük bir farkı da yoktur. Arkadaşım bir yerde haklı, dolmakalem diğer kalemlere çok benzer. Mesela kurşunkalem ile hoş yazılara imza atabilir, aynı şekilde Montblanc 149 ile şiir de yazabilirsiniz. Basit bir bas-çek fotoğraf makinesi de temelde bir Leica veya bir Hasselblad ile aynı işlevi yerine getirir. Örnekleri çok daha uç noktalara götürebiliriz, bir Casio F-91w de Patek Philippe Nautilus da günün hangi vaktinde olduğumuzu gösterir. Biraz daha kişiselleştirelim; biz de elimize bir fırça alıp resim yapmaya başlayabilir, kendimize ressam diyebiliriz. Lakin suyun öte yanında Picasso, Klee, Dürer, Munch ve 500 yıl öncesinden ise Leonardo da Vinci var. 

Bu örneklere başka bir açıdan da bakabiliriz: İsterseniz elinizde dünyanın en pahalı makinesi de olsa Henri Cartier-Bresson gibi fotoğraf çekmek mümkün olabilir mi? Dilerseniz büyük usta Necmeddin Okyay'ın kalemini, kâğıdını, mürekkebini elinize alın, onun gibi yazmak da mümkün değil artık. Bu başka bir meseledir, zaman, mekân ve ruh ikliminin değişkenliği de işin içine girer.

Demek istediğim anlaşılmıştır sanıyorum, teoride benzerlik gösterseler de aynı işlevi yerine getiren iki şey arasındaki bazı farklılıklar herkes için değil belki ama meraklı kişiler için son derece önemlidir.


Konuyu dağıttım ama hemen topluyorum, daha önce hiç dolmakalem kullanmayanlar için 40 faydasını anlatayım: 

1. Dolmakalem, hatırlatır. 


Bildiğiniz gibi insan unutkan bir varlık. Bizim için çok ama çok önemli olan hatıraları bile unutabiliyoruz, her yeni duruma kolayca alışıyoruz. Kim çocukluğundan kalma kurşunkalemleri yanında taşıyor? Tükenmez denilen kalemler bile tükeniyor, kurşunkalemler aşınıyor, rapidolar kayboluyor. Demem o ki dolmakalem, eşyanın tamir edilebildiği bir devrin simgesidir. Geçmişimizden bir ayna gibidir.


(Not: Samiha Ayverdi Hanımefendi kurşunkalemleri küçülene kadar kullanır, sonra onları atmaya kıyamaz, onları bir kavanozda biriktirirmiş ama biz onun gibi olamayız galiba. O da başka bir ruh ikliminin insanı.)

2. Dolmakalem umut verir.


Dolmakalem yazının 6 bin yıllık tarihinde kalemin geldiği zirve noktasıdır. Üstelik geliştirilmeye devam edilmekte, yeni patentler alınmaktadır. Dijital çağın umutsuzluğuna karşı 

3. Dolmakalem hüzünlendirir.

Hayat mutluluk getirmez pek. Arada sırada güzel bir şey olur. Neden dünyayı zehir eder insanlık anlamak mümkün değil. Daha önce de yazdım bunca kötülüğün, karanlığın, yozlaştırılmış fikirlerin, zorbalığın, maddi değerlerin hüküm sürdüğü, manevi değerlerin sömürüldüğü ve aşağılandığı bir dünyada, her şeye rağmen insan olmak, çantamızda, cebimizde, okuduğumuz kitabın kenarında güzel bir dolmakalemin olması hüzün verici değil midir?

4. Dolmakalem dengeyi sağlar.

Çok dengesiz bir hayat sürüyoruz. Arada sırada bunaldığımız zaman yaslanacak bir dayanak noktasına ihtiyacımız var. Nefes almamız gerekiyor, yaşamaya devam etmemiz gerekiyor. Dolmakalem, tıpkı bizi başka dünyalara götüren resimler, müzikler ve kitaplar gibi bir nirengi noktasıdır.

5. Dolmakalem kendimizi daha iyi ifade etmemiz için teşvik eder.


Her insanın yazı tarzı farklı. Dolayısıyla ihtiyaç duyduğumuz kalem de farklıdır. Her şeyi olduğu gibi kabul edenler dolmakalemden bir şey anlamayabilir. Oysa eğer meraklıysak, elimizin ve zihnimizin uzantısı olabilecek o güzel kalemi aramak güzel bir yolculuktur. "Ne istiyorum?" sorusuna bir cevap aramak, kendimizi tanımakla bir yere varmak mümkündür.

6. Dolmakalem yaralarımızı iyileştirir.


7. Dolmakalem gizli güzellikleri görmemizi sağlar.

8. Dolmakalem ile yazı yazmak hafızayı güçlendirir, öğrenmeyi kolaylaştırır.

9. Dolmakalem kendimizi tanımamızı sağlar.

10. Dolmakalem diplomasi yeteneğimizi artırır.

Dolmakalem kültürü devlet gibidir. Kimisi Ortadoğu'da bir krallık, kimi Avrupa'nın bir kıyısında prenslik, kimisi de (kâğıt, mürekkep) komşularımızın çoğu gibi dertlidir. Kendi başına olsa bir sorun yoktur da, yazı yazmak için zincirin bütün halkalarını sağlamlaştırmak gerektiğini düşündürür. İşlerin yolunda gitmesi için kâğıda dikkat etmek, mürekkebin iyisini seçmek, kalemin ucunun iyi olmasını sağlamamız gerekiyor. Biz de bir diplomat gibi uluslararası ilişkileri anlamak zorundayız. 

11. Dolmakalem odaklanmamızı sağlar.

Günlük hayatımızda o kadar çok uyarıcı var ki kendimizi bir keşmekeşin içinde kaybedebiliyoruz. Özellikle internet aklımızı başımızdan alan bir dünya, 

sosyal medya hesaplarımızda takip ettiğimiz insanların çoğu sürekli olarak mutsuzluklarını, eleştirilerini ve bilimum rahatsızlıklarını bize yansıtıyorlar. Güzel şeyler yazan pek az insan var, onlara da gündem müsaade etmiyor. Oya dijital hayatımızı geçici olarak bir kenara bırakabilirsek daha mutlu olabiliriz. Oturup düşüncelerimizi bir kâğıda yazabiliriz, sadece beyaz bir sayfaya odaklanabiliriz. Cep telefonumuzu kapatıp, defterimizi açarsak bize otomobil çarpması düşük bir olasılıktır.

12. Dolmakalem meraklı olmamıza neden olur.

13. Dolmakalem sanata ilgi duymamızı sağlar.

Mürekkepbalığı ve başka dergiler için dolmakalem koleksiyoncularıyla röportajlar yaptım. Evlerine, ofislerine konuk olduğum bu insanların ortak özelliği duvarlarda ressamların, hattatların eserlerinin olmasıydı. Bir kısmı fotoğrafa ve heykele de ilgi duyuyordu. Hepsinin de sanatla dolu bir hayatları vardı. Müzik zevkleri gelişmişti. 

14. Dolmakalem estetik değerlerimizi geliştirir.

15. Dolmakalem kâğıda hürmet etmemizi sağlar.

16. Dolmakalem mürekkebin başka bir dünya olduğunu öğretir.

17. Dolmakalem zayıf yönlerimizi gösterir, hayata dayanma gücümüzü çoğaltır. 

18. Dolmakalem olaylara daha geniş bir açıdan bakmamızı sağlar, ufkumuzu en az iki katına çıkarır.

Mesela milattan 4 bin yıl önce yazı bulunduğuna ve tarihin başlangıcı olduğuna göre biz şimdi 6017 yılındayız. 

19. Dolmakalem eşyanın tabiatına saygımızı çoğaltır.

20. Dolmakalem gelip geçici hevesli değil, tutkulu olmamız gerektiğini duyurur.

21. Dolmakalem kaliteli nesnelere dikkati artırır.

Ucuz plastik gövdeli kalemlerden, reçine gövdeli, altın uçlu kalemlere uzanan çeşitliliğin içinde kaliteli olanın daha uzun ömürlü olduğunu öğreniriz.

22. Dolmakalem iyiyi kötüden ayırt etmemize neden olur.

İnsanın eline mürekkep bulaşması eşyanın iyi kötü yönleri üzerine düşünmenizi sağlar. Kalemin ucu kâğıdı yırtıyor, istediğimiz gibi yazmıyorsa neden böyle oluyor diye düşünürüz. Tıpkı hayatımızdaki pek çok şey gibi, mikro ölçekte aynı sorunlarla boğuşuyoruz.

23. Dolmakalem bizi özgürleştirir.


Scrikss 419

24. Dolmakalem bizi daha kültürlü biri yapar.

Çünkü her dolmakalemin bir öyküsü ve bir felsefesi vardır. Kâğıda dökülen her harfin bir tarihi vardır. 

25. Dolmakalem parmaklarımızı nasır tutmaktan kurtarır.

İyi dolmakalemin en güzel özelliği belki de budur. Kâğıdın üzerine basınç uygulamaya, kazarak yazı yazmaya gerek yoktur. Sadece dokunmak yeterli olur.

26. Dolmakalem sakinleştirir.

27. Dolmakalem pratik düşünmeyi sağlar.

28. Dolmakalem biriktirmenin iyi ve kötü yönlerini görmemizi sağlar.

29. Dolmakalem güzel sevgi (bibliyofil/kitap sever) ile hastalıklı sevgi (bibliyoman/kitap hastası) arasındaki farkı öğretir.

Dolmakalem her alanda olduğu gibi bir konunun saf meraklısı ile salt biriktirmekle meşgul olanları gösterir. Kalem biriktirmekten yazı yazmaya vakit bulamayanlar da var, onlar bibliyomanlar gibidir, sahip oldukları güzelliklerin farkında değillerdir çünkü sadece sahip olma kısmıyla ilgilenirler. Onlardan olmayalım.

30. Dolmakalem bilimsel düşünceye eğilimi artırır, mümkün olduğu kadar dogmatik, kerameti kendinden menkul düşüncelerden uzaklaştırır.


31. Dolmakalem zanaatkârlara saygı duymamızı sağlar.

32. Dolmakalem dijital verilerin uçucu, analog verilerin kalıcı olduğunu öğretir.

33. Dolmakalem ahengin, uyumun, müziğin ve ritmin hayatın içindeki önemini anlatır.

34. Dolmakalem güzellikleri çoğaltmayı önerir.

Sheaffer NoNonsense

35. Dolmakalem doğu ve batı düşünce sistemlerinin günlük hayata etkilerini anlamamızı sağlar.

36. Dolmakalem sanatın ana damarının şiir olduğunu duyurur.

37. Dolmakalem yalnızlığın güzellikleri olduğunu öğretir.

38. Dolmakalem kavgadan, şiddetten uzaklaştırır, yazının iyileştirici gücünün simgesidir.

39. Dolmakalem ne kadar az şey bildiğimizi gösterir.

40. Dolmakalem dünyadaki her şeyin bir parçası olduğumuzu anlatır. 

Ek:

41. Dolmakalem birleştirir. (Naile U.)

"En güzel yönü de karşınıza güzel insanlar çıkartması, bu güzel insanlar sayesinde insan hem kendini, hem de etrafını daha güzel tanıma olanağı buluyor, ufku genişliyor. Yalnız olmadığını anlıyor." (Yerinde Çizer)

42. Dolmakalem yavaşlatır.

"Dolmakalem yavaşlatır! Biliyorsunuz, çağımız hız çağı olarak adlandırılıyor. Hemen herkes her şeyin hızlı olmasını istiyor. Herkesin çok ama çok acelesi var. Oysa yavaşlamak iyidir. Hayatı sindire sindire yaşamak aslında çok şey katar insana... Dolmakalemle yazarken yavaşlarım. Boş sayfaya sözcükleri birbiri ardına sıralarken, kimi zaman durur kalemime bakarım, onu gözlerimle okşarım. O an yazacağım sözcüğün tüm ağırlığını ya da hafifliğini kalbimde hissederim. Dolmakalem, aceleyi sevmez." (Meltem Ruscuklu)