21 Ağustos 2012

Bir zaman makinesi olarak dolmakalem


Aşağıdaki okuyacağınız yazı, bana ait değil. Bugün e-posta ile aldım ve yazarın bu yazıyı sadece benimle paylaşmasının bir haksızlık olacağını düşündüm. Kendisinin izniyle bloga alıyorum. İyi okumalar dilerim:



Bir dolmakalem, her şeyin tarihini yazabilir fakat kendi sergüzeştini anlatamaz. Ben, bu haliyle onu şiirdeki balığa benzetirim, derya içinde olup da deniz nedir bir türlü bilmeyen balığa…("Cihan-ârâ cihan içindedir ârâyı bilmezler / Ol mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler" Hayâlî)

Şu fotoğraftaki Senator marka kalem yirmi yıldır bende. Benden evvel sınıf arkadaşım Umut’taydı. Birbirimiz ile kalem değiş tokuş ederdik. Bu değiş tokuşlardan birinde elime geçmişti kalem. Oldukça kalın yazdığı için pek sevmemiştim onu fakat elimden de çıkarmamıştım. Çünkü ömrü boyunca zarafetini hiç yitirmeyen  beyefendilere benzetiyordum onu. Elden çıkarmak, bir değerbilmezin eline terk etmek olurdu, onun beyefendiliğine karşı bir saygısızlık…

İşte, şöyle böyle derken bir yirmi yılı yuvarladık beraber, ben büyüdüm fakat onu pek eskittiğimi söyleyemem. Arada bir elime aldıkça başka hiçbir kalemin beni onun kadar düşündürmediğini fark ettim. Belki bunun sebebi Senator’un göçmenliğiydi. Her göçmenin insanın içine işleyen bir hikayesi olduğunu düşünürüm ben.

Bizim göçmenin benim bildiğim hikayesi Kırşehir’deki ortaokulumuzda, Umut’un cebinde onu gördüğüm anda başlıyordu.Fakat buna hikayenin başlangıcı değil sonu desek daha doğru olmaz mı? Anavatanı Almanya olan, bir Alman mühendisinin tasarlayıp, Alman işçisinin ürettiği dolmakalemin yolu bizim Kırşehir’e nasıl düşmüştür? Kalemin ilk sahibi Umut mudur?

Umut’un babası Almanya’da işçiydi, kalemi onun getirmesi muhtemel. Fakat bir ortaokul çocuğuna, kullansın diye hediye edilecek cinsten değildi bu dolmakalem. Hele ucunun altın kaplama olduğunu,o zaman otuz altı kişilik sınıfımızda en fazla beş kişide dolma kalem bulunduğunu, bunların da  üçünün Scrikss olduğunu göz önüne aldığımızda ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.

Dolmakalemin ilk sahibi midir Umut, bu zarif beyefendinin bütün yıpranmışlığı onun eseri midir? Yoksa Umut’a gelmeden bir başkası tarafından kullanılmış mıdır? Mesela bir aşk mektubu yazmış olamaz mı ? Alman manifaturacının kalemiyken, onun Polonya’lı yeşil gözlü, güzel komşusuna verilmiş olabilir. 

Belki de  doktorasını yeni bitiren Avusturyalı genç bir kızın kalemiydi. Hatta Rainer Maria Rilke’nin Malte'si üzerinden modernliğin sıkıntılarını anlatan tezini de bu kalem ile yazmıştı belki. Sonra bir gün tramvay durağında çantasına koymak isterken kalemi yere düşürmüş, Umut’un babası da bulup alıp gelmişti Umut’a.

Öyle veya böyle sırtındaki zarif uzun, siyah paltosuyla her sabah işine giden bir beyefendi o. Hepimizin başıyla selamladığı, içimizde derin bir saygı uyandıran…

Hasan h Bahadır

14 Ağustos 2012

Wang-Fo'nun fırçası ve çini mürekkebi

Yavaş yol alıyorlardı, çünkü Wang-Fo geceleri gezegenleri, gündüzleriyse kızböceklerini seyretmek için duraklıyordu. Yükleri hafifti; çünkü Wang-Fo eşyaların kendileirni değil, imgeleri severdi ve dünyada fırçaların, çini mürekkeplerinin, lake boya kutularının dışında hiçbir şeyin sahiplenilecek kadar değerli olmadığını söylerdi. Yoksıldular, çünkü Wng-Fo resimlerini bir  tas arpa çorbasıyla  takas eder, gümüş paraları küçümserdi. Sırtındaki çizim dolu torbanın ağırlığı altında çırağı Ling, gökkubbeyi taşırmışcasına saygıdan iki büklüm olurdu; çünkü Ling’e bakılırsa bu torba, karlı dağlar, baharda ırmaklar ve yaz mehtabının yüzüyle doluydu.
Atopial

Eşine az rastlanır, hayranlık uyandırıcı bir yazardır Marguerite Yourcenar

Şu 40 yıllık ömrümde dikkat ettim de Marguerite Yourcenar okurlarının da tıpkı yazar gibi müstesna insanlar olduğuna karar verdim. İstisnasız tanıdığım bütün Marguerite Yourcenar okurları hayran olunacak kişiler.

Doğu Öyküleri de bu eşsiz yazarın en güzel öykülerini barındıran bir kitap.

Çok sevdiğim bir blogta bu kitabı ve en sevdiğim öykü 'Wang-Fo Nasıl Kurtuldu?'nun bulunduğu sayfanın fotoğrafını görünce bir kez daha doğrulanan düşüncelerimi paylaşmadan edemedim. 

Kutlu blog sahibinin lütfuyla mücevher değerindeki öyküden bir tadımlık okuyalım:
"Yavaş yol alıyorlardı, çünkü Wang-Fo geceleri gezegenleri, gündüzleriyse kızböceklerini seyretmek için duraklıyordu. Yükleri hafifti; çünkü Wang-Fo eşyaların kendilerini değil, imgeleri severdi ve dünyada fırçaların, çini mürekkeplerinin, lake boya kutularının dışında hiçbir şeyin sahiplenilecek kadar değerli olmadığını söylerdi. Yoksuldular, çünkü Wang-Fo resimlerini bir tas arpa çorbasıyla takas eder, gümüş paraları küçümserdi. Sırtındaki çizim dolu torbanın ağırlığı altında çırağı Ling, gökkubbeyi taşırmışcasına saygıdan iki büklüm olurdu; çünkü Ling’e bakılırsa bu torba, karlı dağlar, baharda ırmaklar ve yaz mehtabının yüzüyle doluydu." 
Marguerite Yourcenar, Doğu Öyküleri, Helikopter Yayınları
Öykünün devamını merak edenler kitabı okumaya koşacaklar diye tahmin ediyorum.




20 Temmuz 2012

Herkesin el yazısı farklı

Cumhuriyet Bilim Teknoloji eki, 20.07.2012, sayfa 16.


Her cuma günü Cumhuriyet'in Bilim Teknoloji ekine bakarım. Özellikle 'İlginç Sorular' köşesini okuyorum, çünkü bu köşe çoğunlukla günlük hayatta merak ettiğimiz konularla ilgili oluyor.

Bu sabah yine aynı köşeyi açtığımda el yazısıyla ilgili bir soru ve yanıtla karşılaştım. İnsan ister istemez el yazısı hakkında düşünüyor.

Çünkü el yazısı çok ilginç bir konu. 'El yazısı' bilimsel çalışmaların yapıldığı bir alandır, fakat aslında bir bilim dalı değil. Yazıbilim (grafoloji) yoluyla kişilik ve ruh hâli analizi yapıldığı söyleniyorsa da neticede yoruma dayalı bilgiler elde edildiğinden kuşkulu sonuçlar ortaya çıkıyor.

El yazımızın kıymetini bilelim.

Her insanın el yazısı canlı bir sanat eseridir.

Ünlü casus Mata Hari’nin elyazısı.
via http://commons.wikimedia.org
Ünlü casus Mata Hari’nin elyazısı.

18 Temmuz 2012

Ayça Şen'in kayıp defteri

Bu defter Ayça Şen'in defteri değil, Ali Bey'in defteri

Ayça Şen'in hafif görünen yazılarını okumak çok eğlencelidir. Ayça Şen, yüzeysel gibi görünen ancak duygusal ayrıntılarla dolu olduğu için de çok düşündürücü yazılar kaleme alıyor. Ayrıca kendisi son derece zeki bir insan olduğu için yazdıklarını okumak, kafası çalışan bir insanın düşünce sistemini göstermesi açısından hem önemli, hem de ilham verici. 

Ayça Şen bugünkü yazısına 6 aydır yanında taşıdığı defterini kaybetmesinin ardından düşündüklerini yazarak başlamış, sonra toplumsal değerlendirmeler yaptığı başka bir konuya geçmiş. 

Taraf gazetesindeki (son sayfadaki) köşeyazısında 'Bana günlük tutmak hep biraz hafif meşrep gelmiştir' gibi ilginç cümleler var.

Beni asıl etkileyen ise defterini kaybetmesinin yarattığı sıkıntıyı anlatma biçimi.

Bir de 6 ay boyunca aynı defteri yanında gezdirmesine takıldım. Demek ki çok az yazıyor diye düşündüm. Ya da defter battal boy! 

Neyse, yazının giriş bölümü şöyle:
"Altı aydır gezdirip yanımdan ayırmadığım defterim dün kaybolmuş. Bunu şu anda fark ediyorum.
İnsan eğer deftere not alıyorsa, aklında tutmaya gerek görmüyor bir daha. Detayları, abartıları (ki abartılar da neşenin bir parçası) unutuyorsun gidiyor. Ben şair de değilim ki aklımda bir ufacık, değerli mi değerli söz kalsın.
Şu an kendime o kadar kızgınım ki o defteri kaybettiğim için, elimi kapının kenarına koyup yanlışlıkla kapıyı kapatasım, sonra o acıyla yetinmeyip, uğunacağım yerde, acıdan sırıtarak kendimi sinir edesim var. Kaldı ki henüz defteri kaybettiğim ortaya dökülmeden önce, sabah mutfak dolabını kapatırken kafamı dolapla kapağın arasında unutmuş, taak diye kafama örtmüştüm dolap kapağını.
Bir insan kafasını dolapta unutur mu?
O deftere kendimce ne numaralar yazmıştım. Altı ayımı özetlemiştim. Her yere benimle gelmişti. Üşenmemiş, yollarda durup notlar almıştım, afedersiniz hıyar gibi.
İyi ki günlük değildi. Bana günlük tutmak hep biraz hafif meşrep gelmiştir ama gördüklerinden notlar çıkarmak da çok hoş değil. Hele ki rızan olmadan kaybedersen. Hele ki bir başkasının, sen hazır olmadan okuma olasılığı varsa, kim olduğunu bilmiyor olsa bile, bu çok sinir bozucu bir durum. (...)"

07 Temmuz 2012

Defter, Dolmakalem, Kahve

Lamy, Pilot 78G, Sheaffer NoNonsense, Aniki Navigator defter Jimmy Lens, Ina’s 1969 Film, No Flash, Taken with Hipstamatic Lamy Safari, Pilot 78G, Sheaffer NoNonsense, Aniki Navigator defter

Defter, dolmakalem ve kahve üçlüsü adeta bir ayine başlangıç için gereken malzemeler benim için.

Masanın biraz ötesinde çarklar giderek hızlanıyor. Yelkovan aklını yitirmiş, bir yere yetişmeye çalışıyormuş gibi davranıyor. Saniye köle gibi her isteğe evet diyerek koşuyor, kendisine bile faydası yok oysa.

Kahve azalırken, zaman yavaşlıyor, dolmakalem ruhun bir parçası gibi yazdıkça defterdeki sayfalar azalıyor.

Yazı ile zaman arasındaki bağlantıyı görüyorum o güzel saatte.

Zamanla akıyor mürekkep, kağıt zamanla doluyor, el zamanla yazıyor.

Ya aklımıza ne oluyor zamanla? Bilmiyorum.

Zamanla daha çok bildiğimizi zannediyoruz. Belki de bu doğru değildir, belki ağaçlardan, sulardan çok daha az şey biliyoruz.

Ama yazmanın faydası saymakla bitmez, bir mürekkep damlası bile cahilliğimizi, ne kadar az bildiğimizi yüzümüze vuruyor sanki.

O zaman İlhan Berk'ten bir şiir okumak iyi geliyor, işte:

BİR ORMAN

Hanginiz aklınıza getirdiniz.
Benim bir gün insanlığımı
Bitkilere hayvanlara kadar
Bir gün tutup genişleteceğimi
Bütün bu dünyaya saracağımı sonra da

Şu esen rüzgâra bıraktım işte
Yaşayan duyan her şeyimi
Onların hesabına yaşayacaklar bundan sonra
Ellerime saçlarıma kadar
Her şeyim dünyada

İlk defa bu kadar iyi farkediyorum
Bu yüreği param parça uçan kuş
Bu çamur gibi gökyüzü
Bu deniz, bu garip karınca
Cihanda ümit ölmez deyip yaşamışlar

Her şey bir başına yaşamış bundan önce
Toprakta bir başına yürümüş kökler
Gecenin içinde bir başına uzamış ovalar
Yalnızlıklarını duyurmayacağım bundan böyle
Bir daha hiçbirine

Yeni yeni anlıyorum
Her şey şu gecelerin içinde oluyor
Aydınlığa her şey hazır çıkıyor
Su geceleyin yürüyor dikkat ettim
Geceleyin biz uyurken ağaçlara

Hiç unutmam bir gün geç vakit
Tam benim geçtiğim zamana rastlamıştı
Büyüme saati bir ormanın
Şöyle iyice dinlesem sanırım artık
Bütün ormanları büyürken duyarım

Beni beklemişler kardeşçiğim
Beni bu ağaçlar, nehirler, gökyüzü
Geleyim anlatayım diye bir gün kendilerini
Bir kere girdikten sonra şiirlerime
Bilmişler bir daha ölmeyeceklerini

                      ('Günaydın Yeryüzü' kitabından)






28 Mayıs 2012

'El yazım kötü' diyenlere bir öneri

Yazısı kötü olan ve defter kullanmaktan kaçınan dolmakalemseverlere bir önerim var.

Normal bir uç (M) değil de farklı kalınlıkta (mesela B veya 1.1) kesik uç alın.

Yeniden yazmayı bir deneyin, kısa sürede yazı yazmadan duramayacaksınız. :)

http://farm3.staticflickr.com/2199/2272395700_ef9207ba08_b.jpg
The Writer (c) OddBall7

15 Mayıs 2012

'İnsanoğlu kalemden vazgeçemez'

Geçenlerde Posta gazetesinin Cumartesi ekini okurken tam sayfa yapılmış güzel bir röportajla karşılaştım. Ferhan Kaya Poroy, Almanya'ya gidip Faber-Castell'in patronu Anton Wolfgang von Faber-Castell ile konuşmuş.
 
The oldest pencil in the world from the 17th century.
Bilinen en eski kurşunkalemlerden biri (17. yüzyıl)  
 
Almanya'da 1761 yılında Nürnberg yakınlarındaki Stein kasabasında, marangoz Kaspar Faber tarafından üretilen ilk kurşunkalemden bu yana çok uzun zaman geçti. 

Faber-Castell geçtiğimiz yıl 250. yaşını kutladı bile.

Faber-Castell şirketini şimdilerde insanı dehteşe düşüren bir isme sahip Kont Anton Wolfgang Graf von Faber-Castell yönetiyor. Kont, 1978 yılında babası ölünce şirketin yönetimine geçmiş. 

Kont hazretlerinin adı gazetelerin magazin sayfalarını okuyanlara da hiç yabancı gelmeyecektir. Yakın bir tarihte, daha doğrusu 25 Mayıs'ta aileye ait görkemli bir şatoda Melisa Eliyeşil ile Faber-Castell'in veliahtı Charles von Faber Castell evlenecek. (Aslında çift geçen yıl nikah masasına oturmuş ama düğün tarihi bu şekilde ayarlanmış.)

"Peki ama kalemin geleceği ne olacak?"


Herkesin akıllı telefonlarla, tabletler ilgilendiği bir zamanda işte bu önemli sorunun yanıtı öğrenmek istemiş Ferhan Kaya Poroy.

Cevabı da Anton Wolfgang Graf von Faber-Castell'den dinleyelim:
"Evet, teknolojik gelişmelerin insanlar üzerinde etkisi büyük ama kalemden daha fazla değil! İnsanoğlu asla kalem kullanmaktan vazgeçmeyecek. Kalem kişileri, olayları kişiselleştirir, özenin ifadesidir.
Kalemle yazılmış küçük bir notun bile çok kıymetli bir yanı vardır. Her şeyi bilgisayarla yapamayız. Özel notlar, özel mektuplar, davetiyeler, tebrik kartları, bugün yine el yazısıyla yazılıyor. Bu, halen, karşı tarafa saygı göstermek olarak ifade ediliyor.
Yazım gereçlerini kullanmak bir kültürdür, insanları birbirine yakınlaştırır ve daha duygusaldır."

Faber Castell #884 Green Striated

İnsan mürekkep misali

tāṃ by jayarava
tāṃ, a photo by jayarava on Flickr.

Ömür dediğimiz nedir?

Ilık ılık akıp gidiyor zaman.

09 Mayıs 2012

Dolmakalemlik


En sık kullandıklarım: Sheaffer (soldan 6.) Pilot 78G (Soldan 9.) ile elbette başta sarı olmak üzere Lamy Safari'ler.

Dolmakalemlerim için epeydir işe yarar bir kalemlik arayışındaydım. Çünkü dolmakalemlerimin sayısı giderek artıyor. Küçük 3'lü 5'li kalem kutularım ise derli toplu bir çözüm sunmuyordu. 

Onca kırtasiye gezdiğim halde bir türlü istediğim gibi bir şey de bulamamıştım. Bir gün kadim dostum Umut Yıldız bana kendi rulo kalemliğini gösterdi. Sonra da aynısından hediye etti. (Gönlü zengin arkadaşlarım var.)

Ben de fotoğraflarda görüleceği üzere bütün dolmakalem ve teknik kalemlerimi JacBag markalı bu rulo kalemliğime yerleştirdim. Kurşun kalemlerimi ve kalemtraşlarımı da yavru kalemliğe koyunca görüldüğü gibi temiz bir çözüme kavuşmuş oldum.

Derya kuzusu bunlar :)
JacBag dolmakalemliğimin tek kötü yanı dolmakalem için üretilmemiş olması! Eğer fazla dolmakalem koyarsanız kalemlik rulo özelliğini kaybediyor, katlanamıyor.

Çünkü daha ince kalemler için düşünülmüş bir çözüm aslında. Ben de fotoğraflarda görüleceği üzere aralarda boşluklar bırakıyorum. Böylece rahatlıkla katlayıp çantama atabiliyorum.

Katlanıp çantaya konmaya hazır hale gelmiş dolmalemliğim.

30 Nisan 2012

Pilot 78G ve diğer ufak tefek işler


Pilot 78G modasına uyarak ben de nicedir merak ettiğim bu dolmakalemi Ali İkizkaya'nın himmetiyle edinmiştim. 

Pilot 78G sade, mütevazı çizgilere sahip, gösterişsiz bir dolmakalem. Açıkçası ilk gördüğüm vakit, bende biraz hayal kırıklığı yarattı. Fakat kapağı açıp sahip olduğu çok kaliteli ucu gördüğüm vakit fikrimi hemen değiştirdim.

Yine de dolmakalem, mürekkep, kağıt işlerinde şüphe esastır. 'Yazmadan anlaşılmaz' düsturundan hareketle elimdeki en kaliteli mürekkeplerden biri olan Diamine Teal ile dolmakalemimi vaftiz edeyim istedim. Teal'ı değil ama Diamine'ı iyi biliyordum. Çünkü tok, kendinden emin, yoğun bir kıvama sahip mürekkepler üretiyorlar.

Mürekkepten sonra işin en güzel kısmı olan yazmaya gelmişti sıra. Yazmak bence dolmakalemin kendisinden çok daha değerli.

Yazıyorum, dolmakalem şahane, elime tam oturan cinsten bir yapıda, fakat yazarken bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünüyorum.

Nedense dolmakalem kağıt üzerinde istediğim hızda yürümüyor. Acaba hata mı yaptım diyorum, dolmakaleme iyiye ısınmışım, ona toz kondurmak da istemiyorum. Lakin yazı yazma hızım belirgin bir şekilde kesiliyor. 

Yazanlar bilir, her dolmakalem kullanıcısının kendine göre bir yazım hızı vardır. Buna göre bir dolmakalem seçer. Yazma tarzı ile dolmakalem uyumu gerçekleşirse o zaman yazmanın zevki katmerli olur. Benim bildiklerim bunlardı.

Elbette bilemediğim şeyler var. Teknik konularda çok fazla bilgi sahibi değilim. Belki hiç bilmeyene göre birtakım bilgilere sahibimdir, fakat bilenlerin yanında cahil kalırım. Hem zaten dolmakalem dünyası öyle uzaktan göründüğü gibi basit değil. Benim gibi insanlar bir denizin yüzeyine bakar gibi bakıyor. Fakat konunun inceliklerini bilenler denizin altını da biliyor!

Böyle zamanlarda bir bilene danışmakta fayda vardır. Ben de öyle yaptım. Göcek Padişahı'na bir danışayım dedim. Neyse, konuyu uzatmayalım: 'Dolmakalemden eminim, mürekkepten de eminim, yolunda gitmeyen nedir acaba, derdime bir çare' diyerek durumu arz ettim.

"Doğu ile Batı arasındaki farkları unutuyorsun" diye bir yanıt geldi. Kısa ve öz. O zaman anladım. Teşekkür ederek telefonu kapattım.

Sorun ortadaydı: Doğu'da üretilmiş bir dolmakalemi Batı'da üretilmiş bir mürekkeple kullanmaya çalışıyordum. Diamine, mürekkebi uca ulaştıran geniş kanallara sahip Batı ürünü dolmakalemleriyle çok iyi anlaşıyordu elbette. Genellikle biraz daha ince kanallara sahip Doğu ürünü dolmakalemler ise yine bu bölgeye has akışkanlığı yüksek, kağıda hemen nüfuz eden mürekkeplerle çok uyumluydu.

Doktor derdimin teşhisini yapmıştı. Geriye sadece tedavi safhası kalıyordu. Ancak bu sefer de elimde hiç Doğu tarzı mürekkeplerden olmadığı gerçeği ortaya çıktı. Keşke elimde Pilot'un aşağıdaki Iroshizuku mürekkeplerinden biri olsaydı diye düşündüm:


http://www.ciar-roisin.net/photos/ink/Iroshizuku-04.jpg
http://image.rakuten.co.jp/voice/cabinet/bungu5/iroshizuku_color11.jpg

Kara kara düşünürken, markadan ziyade özelliğe bakmak gerektiği aklıma geldi. 

Bende Iroshizuku gibi Doğu'da üretilen kaliteli mürekkeplerin yapısal özelliklerine sahip ev yapımı Aniki marka bir mürekkep vardı zaten. 

Türkiye'nin güneyindeki evinde çılgınlık yaparak kendi mürekkebini kendi üreten bir mühendisten almıştım.

Böylece Aniki Aperlai mürekkep ile Pilot 78G'yi tanıştırdım. Artık buna tanıştırma mı denir, düğün mü denir bilmiyorum artık! Dolmakalemin havası değişti birden. Kağıt üzerinde dolmakalemin neşeyle gezindiğini hissettim. Durmak, duraksamak yok. Tek sınır kağıdın bittiği yer.

Yazmak böyle bir şey.

Şimdi bütün söylediklerimi unutun. 

Anlatmak istediğim tek şey şu olabilir şimdi: 

Küçük şeylerle, bir damla mürekkeple bile mutlu olabiliyor insan.

Dolmakalem ile yazma güzelliğini, dolmakalem ile yazma sevgisini tatmayanlar için üzülüyorum. 

Belki itiraz edecekler olabilir. Kabul ediyorum biraz meşakkatli bir sevgi bu, emek ve sabır gerekiyor. Hem mürekkep bulaşmış parmaklarla gezinmeyi herkes istemez. Bazı insanlar bu lekelere talip olur. Onlar da zaten dünyaya başka bir açıdan bakmayı sevenlerdir.

Uğruna çaba göstermediğimiz şeylerin tadını tam manasıyla çıkaramayız diye düşünüyorum.

(Bir de çini mürekkebi ile yazma güzelliği var. Dolmakalemçokseverler bile yabancıdır bu tarza. Daha önce şöyle bir değinmiştim.)

Üst kısımda Diamine Teal, altta Aniki Aperlai karalaması (Pilot 78G B)

Bana gelince, yeni kalemimle gönlümün istediği tarzda yazabiliyorum artık. 

En çok sevdiğim dolmakalem olan tatlı-sarı renkli Lamy Safari'nin yanına bir de Pilot 78G'yi (saygı duruşunda bulunarak) ekledim.



Okumalık:

25 Nisan 2012

Taş yazı, ağaç yazı

Ain Abadieh

İnsanın taşa yazdığı şeyler, çiçeklerin ağaçların yanında tuhaf duruyor biraz.

Ağaç, rüzgar, su gibi doğanın yazı araç gereçleri kadar güçlü değil yazı.
 
Bir yanda ölçülü, biçili, kutulara tıkıştırılmış, kurallara bağlı yazılar var.

Diğer yanda taşlar arasında bile büyüyen asi tohumların meyvesi.

Tabiatın da kendine göre bir dili ve yazısı varmış. 

Yazının güçlü olduğuna inanırdım.

Değil.



08 Ocak 2012

Yazmayınca unutuluyor

Bembeyaz kağıdın üzerinde mürekkebin gölgeli ve gizemli güzelliği ortaya dökülür. (Defter: Aniki Paw LE, dolmkalemler: Lamy Safari 1.1 uç, Lamy AL-star 1.1 uç, mürekkepler: Waterman Havana ve Aniki Yuki's Garden LE.)

Yazmak için gerekli olan şeyleri aldınız. Güzel bir dolmakalem mesela. Sonra kağıdına bakmaya doyamadığınız bir defter edindiniz. Her şey harika. Ama yazmaya kıyamıyorsunuz!

Belki aklınızdan geçenlerin, belki de yaşadığınız hayatın ayrıntılarını yazmaya değer bulmuyorsunuz. Ama şunu unutmayın defterler süs değildir. Defterler yazılmak içindir. Kalemler de öyledir. Yazmayan bir dolmakalem suskundur, hamdır, daha olmamıştır. Yazdıkça kendini bulur kağıt, yazdıkça kendi mürekkebinizi bulursunuz. Kimsenin rengi bir değil. Hepimiz aynı dünyadayız belki, fakat her insan bir diğerinden farklı. 

Öyleyse defterlere gidelim, büyük şeyleri, 'yazmaya değer şeyleri' bir kenara bırakalım. Defterimize gündelik saçma sapan ayrıntıları yazalım. Marketten alacağımız domatesi, ekmeği yazalım. O gün gazetede okuduğumuz bir yazıda hoşumuza giden bir cümleyi yazalım. Karalama yapalım. Arkadaşlarımızın adını yazalım. Gezmek istediğimiz ülkeleri yazalım. Gittiğimiz müzenin biletini yapıştıralım defterimize mesela, içmeyi sevdiğimiz çayları, kahveleri yazalım. Hoşumuza giden filmlerin isimlerini, sözlük karıştırırken bulduğumuz bir kelimeyi yazalım. Bizden önce bu dünyayı şenlendirmiş sanatçılara küçük de olsa bir selam göndermiş olalım. Okuduğumuz kitabın adını, yazarını veya Can Yücel'den birer şiir yazalım, Sakız Ağacı şiiri güzeldir, bütün defterlere yakışır:

O bir sakız ağacıydı, alelade;
Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi,
O zaman bu zamandır memnun yerinden;
Seyreder bulutları, göğü, denizi.

Titreşirdi rüzgârla güneşli yaprakları;
Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından,
Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı geceler,
Motor sesleri duyulurdu uzaklardan.

Tanrı adını işitmedi ömründe;
İnanmadan da madem yaşanıyor diye,
Rüzgârlı bir kıyıda, sevinç içinde,
Yaşamak dururken düşünmek niye?

Anmadı geçenleri bir defa bile;
Ne uğraşır mesut olan gelecekle?
Bir avare misali, günü gününe,
O bir sakız ağacıydı, yaşadı sade.

Defteri her açtığımızda bize yeni şeyler söyleyen böyle güzel şiirlerin yanına, kendi şiirlerimizi de tıkıştıralım, resim de yapalım. Olmaz, ben çizemem, ben yazamam demeyelim. Yazalım da çizelim de. 

Hem bir de bakmışsınız bir toplumsal tarih belgesi hazırlamışsınız yahut kendi kişisel tarih kitabınızı usul usul yazmışsınız.  

Defter bizim değil mi, kime ne?