07 Mayıs 2011

Yeşil, yemyeşil

via fountainpennetwork


Yeşil.

Yosun yeşili.
Orman yeşili.

Sarımsı yeşil.

Deniz yeşili.
Acı yeşil.
Zeytin yeşili.
Açık deniz yeşili.
Soluk yeşil.
Canlı yeşil.
Çimen yeşili.
Tatlı yeşil.
Limoni yeşil.
Ihlamur yeşili.
Kitap yeşili.
Saat yeşili.
Yeşil mürekkep.
Yeşil dolmakalem.
Yeşil dünya.





02 Nisan 2011

Yazıda uyumak

(c) Norikazu Tateishi (AP)

 Japonya'da yaşanan büyük felaket, deprem ve tsunami ile gelen acıları tarif etmek, anlatmak gereksiz ve anlamsız. Acılar yaşayanların kalplerinde giderek büyüyor. Felaketi yaşayan arkadaşlarıma, kardeşlerime, tanıdığım, tanımadığım bütün Japonlara sabır ve metanet diliyorum.

Yukarıdaki fotoğrafı dünkü Cumhuriyet gazetesinin (1 Nisan 2011) arka sayfasında gördüm. Fotoğrafın altında ise şöyle bir yazı vardı:

"Dört yaşındaki Manami Kon soruyor: 'Sevgili anneciğim. Umarım yaşıyorsundur. İyi misin?' Kon’un annesi Japonya’daki büyük depremden beri kayıp. Küçük çocuk, çok özlediği annesine mektup yazarken uyuyakalmış."

(Haberin kaynağında daha fazla bilgi ve ayrıntı var: "In this March 22, 2011 photo, a little girl takes a break after writing a letter for her mother who's still missing after the March 11 earthquake and tsunami at the devastated city of Miyako, northeastern Japan. The 4-year-old Manami Kon, using Japanese "hiragana" characters she just learned, wrote, "Dear Mommy. I hope you're alive. How are you?" It took about an hour for her to finish it. Twenty days after the disaster that hit Japan's northeastern coast, her parents and a sister were still unaccounted for." AP)

Yazı, belki bu zamanda kimseyi kurtaracak bir araç değil, ancak bir teselli, bir avunma aracı olabilir belki.

Belki kırılmış bir dünyayı tamir edemeyecek, eski haline döndüremeyecektir yazılar, fakat düşlere giden gölgeli yolun başındaki harfler kapı, kalemler ise anahtar olabilir.

O kapıların arkasında annemiz ve kardeşimiz olabilir.

Yazı rüyadır.

23 Şubat 2011

Mektup Kırtasiye ve Platignum No.5

Mektup, güzel bir kırtasiye ismi değil mi? Bence çok güzel. Ne zaman İstiklal Caddesi'nin ortasındaki Galatasaray Lisesi'nin civarlarından geçsem, bir koşu gidip vitrinine bakarım. Yine öyle yaptım, fakat yeni bir dolmakalemin geldiğini görünce
içeriye girdim. Mektup kırtasiyede hemen her şey çok pahalı aslında. Fakat çalışanlar müşterilerine diğer kırtasiyecilerin çoğunda olmayan bir ilgi gösteriyorlar ve müşteriyi el üstünde tutuyorlar, üstelik diğer kırtasiyelerde pek görmediğim bir şekilde yardımcı da oluyorlar.


Platignum No.5 ve Platignum NO.5 Studio dolmakalemlerine baktım ve Platignum NO.5'i beğenip ucunun nasıl yazdığını merak ettim, hemen mürekkep (üstelik en sevdiğim mürekkeplerden biri: Waterman Havana) ve kağıt masaya kondu ve gönlümce test etmeme izin verildi.


Fiyatların pahalı olmasına karşın neden buradan alışveriş yaptığımın da cevabıdır bu, beni hor gören, sattığı ürünü incelememe izin vermeyen bir satıcı ucuza satsa bile almak istemem, belki bunun adı salaklıktır, varsın öyle denilsin, önemli olan gönlümün istediğinin olması. 5 lira, 10 lira fazla verip daha iyi hizmet almak, güleryüz ve hüsnükabul görmek isterim, verilen fazla para da helal olsun derim.

Platignum dolmakaleme gelince belki daha önce "Platignum No.5 Studio" hakkında okuduğum A.N. İkizkaya'nın yazdığı inceleme yüzünden o seçeneği eleyip Platignum NO.5 üzerinde karar kılıp kalemi inceledim:

Dolmakalemlerde önemli bir ölçüt ağırlık elbette, çok hafif veya çok ağır kalemlerle yazmak zor oluyor, Platignum No.5 istediğim ağırlıkta, gayet iyi, ucu da oldukça yumuşak bir tarzda yazıyor. Kalemin uç tasarımı çok güzel. Yazım sırasında parmakların kalemi kavradığı noktada parmaklar tam tutunamıyor olsa da alışınca bu duygu geçiyor gibi, bir miktar daha kullanıp bu konudaki fikirlerimi sonra yazıya ekleyeceğim.


Ama kapak zor kapanıyor ve daha da zor bir şekilde açılıyor! Kapağı çıkarmak için bir miktar güç harcamak gerek. Kunt İngiliz tasarımının ürünü olan Platignum No.5 dolmakalemin en kötü yanı bu işte. Gözünü sevdiğim Lamy, Alman mühendisliğinin kılı kırk yaran incelikli tasarımı nedeniyle kolayca açılıp, kolayca kapanıyor oysa. (Artık, her kalemi Lamy ile karşılaştırıp, Lamy daha iyi çıkınca da seviniyorum nedense.)


Mektup'ta Platignum No.5 dolmakalem 45 liraya satılıyor, konuşurken dolmakalemleri sevdiğimi söyleyince "Madem bu kadar seviyorsunuz o zaman kalemi size 40 liraya vereyim" dedi konuştuğum hanımefendi, "tamam" dedim ben de. Dolmakalemi aldım.

(Ama iyi mi ettim bilmiyorum, bir tane daha Lamy Safari alsaydım belki daha iyi olurdu. Fakat insanoğlu bu, çiğ süt içtiğimizden olsa gerek, elimizdekinin kıymetini bilmiyoruz, belki daha iyisini daha ucuza bulurum diye düşünüp duruyorum ben de bir insan olarak. Ancak artık bu ayki kalem haddimi aştığımdan yeni bir Lamy için 1 Mart gününü bekleyeceğim. Çünkü Lamy'lerimden birini çok akıllı çok sevdiğim bir insana armağan ettim.)

Ek okumalar:

-- Platignum NO.5 Studio

-- Platignum No.5

İlk kullanımdan aylar sonra gelen değerlendirme:  

Ucu fena değil ama bu kalemle yazı yazmak zor, cazibesi olsa da zamanla kayboluyor. Çünkü çok daha iyi kalemler var. Başlangıç için önerebilirim sadece.

07 Şubat 2011

Hürrem Sultan için özel mürekkep: Noodler's Ottoman Rose


Hürrem Sultan kısmı latife elbette.

"Osmanlı gülü" diye bir mürekkep bilmiyordum. http://www.inknouveau.com/ üzerinde Noodler’s Ottoman Rose isimli mürekkebi görünce aklıma nice fikirler geldi (ne yazık ki ülkemize mahsus ileri demokrasi çalışmaları nedeniyle inknouveau.com sitesi erişime kapalı, ancak bir ipucu vereyim; http://www.translate.google.com üzerinden siteyi görebilirsiniz çeviri veya orijinal hangisini dilerseniz).

Mürekkepten fikirler

Necmeddin Okyay pirimiz dahi bir hattat olmasının yanında aynı zamanda gül ustası olup bir vakitler gül terkibleri yapmış ancak bunlar kayıt altına alınmamış sanıyorum. Keşke onun sağlığında onun adına mürekkepler de yapılsaydı diye aklıma konuyla dolaylı yollardan bağlantılı nice fikirler geliyor.

Demem o ki mürekkep işi ayrı bir derya, başka bir zihin dünyası, önemli bir tarih ve kültür alanı.

Ayrıca bakınız:

--> The Harmless Dilettante: Noodler's Ottoman Rose

--> Noodler's Ottoman Rose. - The Fountain Pen Network

--> Current Noodler's Ink Colors

Not: Bir de Ottoman Azure var ki o başka bir hikaye.

05 Şubat 2011

Bethge No.9


Kırmızı kadim bir renktir.

Sanki parfüm şişesi gibi duran kırmızı bir mürekkep şişesi görünce dayanamayıp baktım, nicedir aradığım kırmızıya yakın bir tonda (karminrot/blushing red) olduğunu görünce de aldım. Oysa bilinen ve eski markalardan şaşmamak gerektiğini söylerim kendime hep. Meğer bildiğim bir marka imiş şişenin altında J. Herbin yazıyordu. :)

Böylece yeşilden sonra kırmızıya da bulaştık -ki senelerce kaçtım ben bu renkten- sonumuz hayırlı olsun diyerek kırmızı mürekkep defterini de açıyoruz.

Mürekkebi Cross atx kalemimde kullandım ilk kez. Lamy Safari veya Al-Star'da nasıl tepki verecek merak ediyorum ama şimdilik ilk izlenimim olumlu sayılır.

Hoş bir kırmızı olan Bethge No.9, basit ve çiğ değil, kiremit rengine yaklaşan bir tonda. Yazdıkça kalemin hızına göre (zaten dolmakalemlerin en güzel yanlarından biridir bu) açıktan koyu tonlara varan bir değişim görülüyor. Yine de bir kaç damla siyah katmak ve sonucu bir de öyle değerlendirmek istiyorum.

Bethge No.9 mürekkebinin kötü bir yanı da var, hiç kalender değil, kağıt seçiyor. Hele benim en çok sevdiğim dikişli asitsiz Moleskine Cahier defterlerine (çok kullandığımdan dolayı ucuz olduğu için seviyorum bu defterleri 3 tanesi 11 TL, pahalı defterleri sevmiyorum, onlara yazı yazmakta zorlanıyorum zaten) hiç yanaşmadı. Moleskine Cahier defterinin kağıdı kalitesiz ve gözenekli bir kağıt olduğundan, mürekkep de tabiatı gereği yayılmaya elverişli olunca sonuç çok iyi olmuyor.





Moleskine Cahier defterde görüldüğü gibi kağıdın kalitesizliğinden kaynaklanan bir dağılma var.


Nispeten daha kaliteli olan Moleskine Volant defterde ise mürekkep fazla dağılmıyor.

İyi mürekkep iyi kağıt istiyor vesselam.

___________________________________________
Tinten: Tinte cool colours No.9 karmin rot
Ink: Ink Cool Colours No.9 blushing red

19 Ocak 2011

Burhan Felek'ten Kalem Tarihi

Milliyet gazetesinin arşivini karıştırırken rastladım. 18 Haziran 1978 tarihinde Burhan Felek üstadımız yine yaşadığı zamanın ötesinde ve şeyhülmuharrin unvanına yakışır bir yazı kaleme almış. Hayranlığımı nasıl anlatsam bilmiyorum, böylesine bilgili ve böylesine güzel bir üsluba sahip olmak isterdim. Yazısısını beğendiyseniz kendisini hayırla analım, Burhan Felek'i unutmayalım.

18 Ocak 2011

Dolmakalem Ölmedi ama Tuhaf Kokuyor*

(c) Bruno Taut


Dolmakalemin öldüğünü, artık bu tür mürekkepli kalemlerin üretilmediğini zannedenler var. Şaşılacak şey ama dolmakalemin yaşadığından habersiz kişilerle hemen her gün karşılaşıyorum! Ben de onların dolmakalemi geçtim, kalemsiz-deftersiz yaşamalarını eleştirince "bilgisayar ve internet çağında dolmakaleme gerek yok artık" diyorlar.

Sahi öyle mi?



* Başlıktaki ibareyi Nazif Topçuoğlu'nun "Fotoğraf ölmedi ama tuhaf kokuyor" isimli fotoğraf tutkunları için önemli olan çok sevdiğim aynı isimli kitabından ödünç aldım.

16 Ocak 2011

Zümrüt yeşili

Şişelerin tasarımına hayranım.
Yine de ilginç bir deney oldu.

Winsor & Newton'un küçük mürekkep şişelerine (14 ml) bayılırım. Mürekkepler uçuk tonlarda ama üzerlerindeki resimler çok şahane, üstelik her şişenin geometrik biçimi de çok güzel.

Geçen gün şöyle değişik bir yeşil mürekkep bulmak için bir kırtasiyecide gezinirken 5 TL'ye Winsor & Newton'ın Emerald yani zümrüt yeşili renkli mürekkep şişesinden aldım, çok da fazla beğenmiş değilim, ama hoş bir yeşil olduğu aşikar. Belki beğenenler olur diyerek bir yazayım dedim.

Bir dahaki sefere kurbağa yeşili'ni alırım belki (Brilliant Green) o da Winsor & Newton'ın diğer renkleri gibi hoş bir renk.

Tabii unutmamak gerek,  Winsor & Newton mürekkepleri dolmakalem ile yazı yazmak için tasarlanmış değil, daha çok resim yapmak için üretilmiş.

15 Ocak 2011

Marilyn Monroe'nun defterleri

Ali İkizkaya'nın yazdığı "Marilyn Monroe'nun defterleri" isimli güzel yazısını okuyunca defterler ve hatıralar üzerine düşünmemek olanaksız.

Defter tutmaya başladığım ilk tarihi çok iyi hatırlıyorum: 18 Şubat 1986. O gün başladığım defter bugün yok, ne oldu bilmiyorum, her taşınma bir yangın derler ya doğru. Fakat ilk tuttuğum defterler çizgili sıradan defterlerdi. Ciddi anlamda ilk defterim bir Unicef defteriydi. Teşvikiye'de İkbal Apartmanının yakınlarında bir pasajda bulunan kırtasiyeden almıştım (İkbal apartmanı da yok şimdi). Sonra o kırtasiye Teşvikiye caminin diğer ucundaki sokağa taşındı. Geçen Karum ve Muji'ye uğradığımda aynı yol üzerinde bulunan bu kırtasiyeye de uğramak istedim ama yerinde yoktu! Kırtasiyenin adı Kardeşler'di sanırım (yanılıyorsam düzeltin). İşletmelerin böylesine kolaylıkla ortalıktan çekilmesi ne sinir bozucu.

Sonra asitsiz güzel kağıda basılmış ve elbette çizgisiz defterlere merak saldım. Fakat Unicef defterlerinin yerini tutamadı hiç biri. Şimdi küçük Moleskine (11 TL'ye satılan ve 3 adet defterden oluşan paketler halinde satılanlardan bolca biriktiriyorum) defterlerini kullansam da keşke o zamanlar Unicef defterlerini bir yere depolasaymışım. :(

Marilyn Monroe'nun defterleri


Marilyn Monroe benzeri popüler kültür ikonlarından uzak durmaya çalışsam da bir gün Monroe'yu Cumhuriyet Kitap dergisinin kapağındaki bir fotoğrafta James Joyce okuduğunu görünce zihnimdeki uzak durulması gereken kişiler listesinden çıkardım. Joyce'un kitaplarını göstermelik olsa da yanında tutan insana her zaman hürmet ederim.

Monroe zaten evliliklerinden birini, bir yazarla, Arthur Miller ile yapmasından dolayı edebiyat dergilerinde de görünen imgelerden biri. Fakat günlüklerini geçtiğimiz aylara kadar bilmiyordum. Yine bir gazetede okumuştum sanıyorum. Ali İkizkaya zaten Monroe'nun defterlerine ilişkin çeşitli ayrıntıları yazmış, bir daha tekrar etmeme gerek yok, yine de Rönesans dönemiyle ilgilenmesi bile yeni ortaya çıkan gerçeklerden. Monroe'nun defterleri dağınık ve tutarsız bir kişiliği işaret ediyor etmesine ancak defterler içinde daha nice hakikatı barındırmaz mı? Bir kısmını kişinin hayatına bakarak çözmek mümkün olsa da defterlerin başka türlü ve yazandan başkasının çözemeyeceği bilgileri içerdiği de doğru değil midir? Yazmaya başlanan ama daha ilk harfinde bırakılan bir cümle, yazıldığından farklı bir anlamı barındıran kelimeler gibi sayfalardaki mürekkep lekeleri de kişiye ait hakikatlerdir.

Çünkü defter bir ayna gibi insanın tüm hâllerini gösterir. Yapmacık olan da zamanla görünür olur, içten olan da. Çocukların defterlerinden, büyüklerin defterlerine kadar envai çeşit defter var dünyada, hepsinin de ortak yanı içinde hatıraları barındırması.

Deftere yazı yazıldığı anda tarihe karışan harfler bizim de tarihimizin bir parçasıdır.

İnsanın kendi tarihini yine kendisinin inşa etmesinden yanayım.

13 Ocak 2011

Nasıl Yazıyorsun?



"Sen nasıl yazıyorsun bakalım o pek övdüğün dolmakalemlerle?" diye soranlar oluyor. İşte böyle yazıyorum. Sürekli doğaçlama yaparak, kurallara pek fazla uymayan, hızlı (ama kontrollü olduğumu düşünüyorum) bir yazım var. Yazım güzel değil elbette, bunun da bilincindeyim, fakat bu durum çok da umurumda değil zaten, ben yazmayı, mürekkepleri, kağıtları ve kalemleri seviyorum.

Eski eğitim sisteminde harfleri tek tek yazdırırlardı, benim yaşımdakiler (40) harfleri tane tane yazan bir nesildir. Fakat şimdi çocuklara elyazısı öğretiyorlar, çok seviniyorum, büyük oğlumun pat diye kelimeleri bir defada yazmasına hayranım mesela, ben de ona özeniyorum biraz. Ayrıca nafile bir çaba olarak kendimi eğitmeye çalışıyorum bazen, ancak yılların alışkanlığı olacak, her kelimeyi bir defada kalemi kaldırmadan yazmak çok zor bir iş. Çocukluktan öğrenseydim keşke el yazısı alışkanlığını, şimdi gayet güzel yazıyor olacaktım diye hayıflanıyorum. Olsun ne gam diyorum, mürekkep saçarak yazmaya devam.

Pelikan M200, Lamy ve Hat Sanatı


Bir delilik yaptım ve 5 tane Lamy dolmakalem alacağıma kendime bir tane Pelikan M200 aldım. Pelikan M200 hayallerimdeki dolmakalemlerden biriydi, fakat bazı sorunları da birlikte getirdi. 

Pelikan M200 evvela çok şık bir dolmakalem. İnsanlar gördükleri vakit "Ne güzel bir kalem, bakabilir miyim lütfen?" diyorlar. Başka bir özelliği de dolmakalemin ucunun çok yumuşak bir yazım tarzına sahip olması.

M200'ün ucu flex değil ancak bana göre yine de çok esnek. Belki de çelik uçlu dolmakalemlere alıştığımdan bu durum tuhaf geliyor bana. Çünkü yazı sırasında gereken baskıyı uygulayamıyorum. Herkesin kendine özgü bir yazım tarzı var, benim de birazcık bastırma huyum var. Bazen kalem akıp gitsin isterim ama hepten kontrolü bırakmak da istemem. Oysa M200 öyle yumuşak bir yazım tarzı istiyor ki yazarken sıkılıyorum. Biraz daha bastırırsam kalemin ucu da kırılacakmış gibi geliyor bana. Oya öyle bir şey olmayacağı aşikar, çünkü M200 üst düzey kalitede imal edilmiş bir dolmakalem.

İnsan ister istemez düşünüyor: Serinin en küçük dolmakalemi böyle kaliteliyse, M400'ler, M600'ler ve daha üst düzey modeller kim bilir nasıldır, diye.

Kalemin beğenmediğim yanı, çook hafif olması. Birkaç gramın lafı olmaz deyip geçmeyin kalemde ağırlık, yani denge, yazma hızını da kalemi tutma biçimini de etkileyen önemli bir unsur bence. Hafiflikte M200'ün küçük olmasının da payı var.

Çok kaliteli bir dolmakalem kullandığımın farkındayım. Zaten M200 her fırsatta iyi bir dolmakalem olduğunu hatırlatıyor. Fakat benim gibi büyük ellere sahip birisi için yapılmamış. Elleri küçük olanlar (mesela kadınlar) bu dolmakaleme bayılacaktır eminim.

DOLMAKALEMDEN HAT SANATINA

Düşünüyorum da dolmakalemin, ucuz veya pahalı olmasının bir noktada hiç önemi yok. Önemli olan yazı yazma zevki.

Düşünüyorum da Osmanlı hat sanatçıları altın uçlu veya platin uçlu kalemlerle hiç yazmadılar. Büyük üstatlar kamış kalemlerle yazdılar! Çok da güzel eserler meydana getirdiler. Hattatların piri Şeyh Hamdullah'tan, çok sevdiğim üstad Necmeddin Okyay'a, Emin Barın'dan, Ali Alparslan'a (bu dünyadan göçüp giden bütün güzel ustalara) ve günümüzdeki yaşayan diğer önemli hattatlara baktığımızda önemli olanın yazı olduğunu, kalemin sadece bir vasıta olduğunu anlıyorum.

Kendime de hep söylüyorum. Önemli olan yazıdır, yazıya duyulan sevgidir, mürekkeptir, kalem bütün bunlardan sonra gelir.