13 Haziran 2017

Babalar Günü İçin En İyi Hediye

Milliyet, 21 Haziran 1981

Babalar Günü, maalesef hiçbir zaman Anneler Günü kadar popüler olmadı. Ancak bunda babaların sevgiden çok otorite ile bağlantılı olmasında büyük pay var elbette.

Hürriyet, 15 Haziran 1984
Hürriyet'te 15 Haziran 1984'te yayımlanan ilan bugün benim gözüme kravat ve gömleğin sıkıcılığına atıfta bulunuyor gibi görünüyor.

Cross'un ilanında kullandığı sloganı genelleştirmek isterdim: Siz Babanızı Babalar Günü'nde Kalem ile Hatırlayın!

Milliyet, 14 Haziran 1985

Montblanc her zaman tıpkı Rolex gibi bir çeşit büyülü çekiciliğe sahip başka bir dünya markası. Logonun siyah rengi yine ağır babalara özgü ağırbaşlılığı simgeliyor sanki.


Hürriyet, 20.06.1987
Çizgilerin bulunduğu ilanlar hep etkileyici. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel Cross ilanı. (Bu arada Cross dünyada Amerika'dan sonra en çok Türkiye'de satılıyormuş. Turgut Özal, Ulusa Sesleniş programında elindeki Cross'u birkaç neslin kalbine bıraktı galiba.)

Neyse, sözü uzatmayalım babalık/annelik zor zanaat. Kadıköy Kitap Günleri'nde çocuğu ile birlikte gelip kitaplara bakan babalar insana umut veriyor. Ülkemizin bilgili, kültürlü anne babalara çok ama çok ihtiyacı var.

Şimdiden babalar günü kutlu olsun.

11 Haziran 2017

İyi Dolmakalemin Özelliklerinden İkincisi


Waterman bu reklam çalışmasında bana pek söz bırakmamış. İyi dolmakalemin temel özelliklerinden bir diğeri de normal olmayan koşullarda (mesela eğimli bir yüzeyde) yazabiliyor olması.

Bu özellik neden önemli? Çünkü bazen kalemler bizi utandırır, cebimizde çantamızda gün boyu taşırız da tam ihtiyacımız olduğu zaman birden yazmayacağı tutar. Kaprisli kalemlerden uzak durun derim. Ortamı veya tutulduğu açıyı seçen kalemlerden bir hayır gelmez.

The Old Man and the Sea, Ernest Hemingway, Arrow Books, 1994


Waterman ilanı bana Ernest Hemingway'in İhtiyar Adam ve Deniz kitabını hatırlattı.

İhtiyar adam, bin türlü cefayla, nice mücadele sonucu o koca balığı sahile getirir ama gördüğü manzara acıdır. İşte kötü dolmakalem de böyledir. Hayal kırıklığı yaşatır.

İyi dolmakalem, iyi kitap gibidir. İspatı ortada; Hemingway yazmış.

08 Haziran 2017

Çizgiler ve Ziyaret Tepe'deki Asur İzleri


Asur medeniyetine ait arkeolojik kazı çalışmalarının belgelendiği Ziyaret Tepe : Asur İmparatorluğu'nun Anadolu Sınırlarını Keşfederken isimli kitabı okurken bir sayfada şahane bir çizimle karşılaştım. 


Bu tür çizimler fotoğraflardan çok daha etkileyici geliyor bana. Şu sandalyenin duruşu, masanın üzerinde ve çevredeki eşyanın görüntüsü çizgiyle başka türlü duruyor. Kışkırtıcı bir yanı da var: Elime kalemi alıp çevrede ne varsa deftere çizesim geliyor.



Tekfen Vakfı'nın yayımladığı kitap, umduğumun aksine bilimsel bir kazı çalışması sürecinin son derece detaylı belgelenmesinden ibaret. Kitap muhteşem orası ayrı, ben daha çok bilimsel makalelerin bulunduğu sıkıcı bir kitap bekliyordum. Tam aksine , renkli neşeli, her sayfası çizim ve fotoğraf dolu bir eserle karşılaştım. Kitabın kâğıdı da çok şahane. 

Ziyaret Tepe kitabına çok özen gösterilmiş, üzerinde çok çalışılmış. Böyle güzel eserlerin çoğalmasını diliyorum.

06 Haziran 2017

Kadıköy Kalem Günleri



Dolmakaleme meraklı olunca kitap fuarı da olsa konu ister istemez bir yerde yazıya çiziye geliyor. Kadıköy Kitap Günleri'nde karşılaştığım yakışıklı arkadaşım Mithat ile Jaguar Kitap standında karşılaşınca epeyce sohbet ettik.

Akşam vakti, (fuar 22.00'ye kadar açık) en son Metis'in yayımladığı bilimkurgu kitaplarından konuşuyorken, Mithat kardeşimin gözü gömleğimin cebindeki bir kaleme takıldı, nasıl yazıyor diye merak etti. (Mithat ile konuşurken aklıma 2012'de Savoy Pastanesi'nde başladığımız dolmakalem toplantıları geldi. Şimdilerde arası uzadı toplantıların, gazete, dergi derken fazla vakit olmuyor.)

Derken Mithat, Metis'ten aldığı, içine Jaguar kitaplarını koyduğu kâğıt çantanın üzerine yazılar yazdı ve zamanında 25 liraya aldığım dolmakalem üzerinden yine bilimkurguya dönerek konuşmaya devam ettik.

04 Haziran 2017

9. Kadıköy Kitap Günleri



9. Kadıköy Kitap Günleri dün başladı.

Haydarpaşa Garı'nı gezerken 80'lerdeki, 90'lardaki Tüyap Kitap Fuarı'nın Tepebaşı'ndaki zamanlarını hatırladım. Tepebaşı'ndan Beylikdüzü'ne taşınınca kaybedildiğini düşündüğüm o ruhu yeniden gördüm.



Gezdiğim yayınevleri içinde ilk defa bir kitap fuarına katılan Jaguar Kitap'ın standı (çalışanlar arkadaşım diye belki) bence en güzeli diye düşündüm. Edebiyat üzerine sohbet etme fırsatını da burada buldum. Özellikle yayınevinin sahibi Behlül Dündar'ı görürseniz, yayımladığı kitaplar ve yazarlara ilişkin sorular sorun derim, o heyecanlı tavrıyla öyle güzel anlatıyor ki kitaplara bir başka gözle bakıyor, daha bir değer veriyorsunuz.



Dünün bir başka güzel yanı Enis Batur konuşmasıydı. EB kütüphane üzerine ufuk açıcı bir konuşma yaptı. Konuşmanın sonunda kalem, kâğıt ve mürekkebe ilişkin bir soru geldi. Enis Batur, sivri uçlu dolmakalem kullandığı söyledi. Eskiden kesik uçlu kalemleri severdi oysa, demek ki zamanla tarzı değişmiş.

Fuar çok güzel, imkanınız varsa muhakkak gezin.

Ne varsa aydınlık insanlarda var.

03 Haziran 2017

Atatürk'ün El Yazısı Üzerine



Peyami Safa'nın Milli Mücadele kahramanı, devrimci lider, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nun kurucusu ve saymaya doyulmayacak özelliklerin sahibi Mustafa Kemal Atatürk'ün el yazısı üzerine 1954'te yazdığı yazıyı hiç bilmiyordum. Güzel şeyler yazmış.

Milliyet, 23 Kasım 1954
Atatürk'ün el yazısı ile 10. Yıl Nutku notları

01 Haziran 2017

Arkhe-Logos



Sıkıcı olduğu söylenen dergilere bayılırım.

Geçen gün bir kitabevinin dergi reyonunda gezinirken küçük çaplı bir tartışmaya şahit oldum. Duyduğum sözler üzerine döndüm ve sıkıcı olmakla itham edilen dergilere bir kez daha baktım.

Baktığım dergiler sayıca azdılar ama bu azlıkları kimi insanlar için rahatsız edici olmalarına engel değildi. Evet, içlerinde sıkıcı diye yaftalanan makaleler de vardı belki ama heyecan verici çalışmalar da mevcuttu. Çünkü belki klişe bir ifade ama tekrarlamakta fayda var; "sıkıcı" yaftası bir önyargı kalıbıdır. Tam tersine uzak durulması gerektiği söylenen çoğu dergi ve kitap içinde ufuk açıcı bilgiler bulunur. Tıpkı dolmakalemin, defterin ve kitapların yerine, cep telefonlarının, tabletlerin, bilgisayarların ve diğer sayısal teknolojilerin geçtiğini düşünenlerin dünyaya bakışı gibi tek yönlü ve acımasız bir değerlendirmeydi duyduğum.

Üstelik neye göre kime göre sıkıcı? Sosyal medya (Facebook, Twitter, Instagram), sinema, tv ve popüler şarkı kültüründen beslenen insanları düşündüm. Onlar bu dergilere ve kitaplara bakmaz bile, görmezden gelir. Çoğu insan şöyle düşünüyor: Elindeki cep telefonu dünyayı anlamak için yeterli. Sahiden öyle midir? Neden aklımızı bir ışıldayan bir ekrandaki akıp giden görüntülere ve kerameti kendinden menkul yüzeysel bilgilere emanet ediyoruz?

Bu noktada aklıma, daha önce de bir yerde yazdığım, Haruki Murakami'nin Sahildeki Kafka kitabındaki bir cümle geldi:

“Şu dünyada insanlar can sıkıcı olmayan şeylerden hemen bıkarlar. Bıkmadıkları şeyler ise çoğunlukla can sıkıcı şeylerdir.”

Farkındayım sözü çok uzattım, kusura bakmayın. Bir çeşit haksızlığa uğramışlık duygusuyla yazdım ve daldan dala atlayarak konuyu sayısal teknolojilere getirdim ama yazımın asıl konu Arkhe-Logos dergisi.



ARKHE-LOGOS

Önce Arkhe-Logos dergisinin 3. sayısı ile karşılaştım ve çok beğendim. Hakemli dergilerden haz alacağımı bilmezdim. Dün de 2. sayısını aldım. Üçüncü sayıda C. Cengiz Çevik'in Diogenes ile ilgili efsane bir makalesi var. Yazı o kadar iyi ki dipnotlar, özet gibi kısımlar filan olmasa günlük bir gazetede bile yayımlanır. Üstelik kimse akademik bir makale olduğunu bilmeden severek okur. Hatta bence Diogenes makalesi, severek okuduğum gazeteler; Milliyet, BirGün ve Cumhuriyet gazetelerindeki nice köşeyazısından veya bazen tam sayfayı bulan makalelerden çok daha heyecan verici.

Arkhe-Logos'un ikinci sayısında ise gözüme kestirdiğim yıldız makale  "Felsefede Cogito ve Sanatta 'İmza' Örneklerinde Modern Öznenin Ortaya Çıkışı" oldu. (Harun Reşit Soya, Martı Esin Şemin)

Bu makale de çok merak ettiğim soruları yanıtlıyor:

Tarihte ilk defa yaptığı bir sanat eserine imza atmayı kim veya kimler akıl etti?

Bir sanat eserindeki ilk imza kime aittir?

Bence çok daha da önemlisi imza atmak bugün bize normal geliyor ama arkasındaki düşünce nedir, geçmişte de her zaman böyle miydi?

Eski insanların düşünce yapısı nasıldı?

31 Mayıs 2017

Kütüphanede Kitap Okumanın Olanaksızlığı Üzerine



Geçen gün, izin günümde merak ettiğim bazı kitapları bulmak, okumak için sevdiğim kütüphanelerden biri olan SALT Galata'ya gideyim dedim. Sabah vakti bütün masalar dolmuş, herkes harıl harıl çalışıyordu. Boş bir masa bulamadım. Genç insanlar, üstelik de hafta sonu oturmuş çalışıyorlardı. Sevindim elbette. Çalışkan çocukları kim sevmez? Sonra şöyle bir dolaşıp çıkayım dedim. Şunu gördüm: Meğer daha önce Atatürk Kitaplığı'nda yaşadığım hadise gibiymiş bu çalışkanlık. Bütün masalar dolu ama bir masa hariç hiçbir masada kütüphaneye ait bir kitap yok.

Raflardaki kitaplar ise yerli yerinde duruyor, öğrenciler test çözüyor, ders çalışıyordu.

Yeni Bir Deftere Başlangıç



Kaç zamandır çantamda 2 ayrı defter taşıyordum. İkisi de geçenlerde bitince, bir kenarda sakladığım yeni Aniki defterimi çıkardım. (Daha önce defalarca yazdım, Aniki defterleri memleketimizde üretilen en iyi defterdir, daha iyisini görmedim.)

Bu vesileyle defter üzerine yeniden düşündüm. Bir yerde kalemin önemi kalmıyor. Hatta çok abartılıyor, çok abartıyoruz. Kalem, kâğıt, mürekkep zincirinde yazıya düşkün olduğunu söyleyen çoğu kişinin en zayıf noktaları da bu minvalde kâğıt ve mürekkep oluyor. Bir kaleme yüzlerce lira veren kişi gidip en kötü kâğıda sahip 5-10 liralık ucuz ve kalitesiz bir defter satın alabiliyor. Bir kaleme binlerce lira veren bir başkası da iyi bir mürekkebin neden pahalı olduğunu sorguluyor.

Çok sevdiğim, düşünür ve efsane yazar Rebecca Solnit'in Kaybolma Kılavuzu isimli kitabında geçen bir cümleyi biraz değiştirerek söyleyecek olursak:

“[Defterin] çakılıp kaldığı coğrafya katı bir yer değildir; onu [kalem] ve [mürekkepten] ziyade tıpkı şarkılardaki gibi, anılar ve arzular oluşturur.”


Bizden geriye internet sayfaları veya kalemler değil belki sadece defterler kalacak. Kalemler de konuşur bizimle, ancak bir kalem sınırlı ve yoruma dayalı bilgiler barındırır. Oysa bir defter öyle değildir, daha organik bir bağ kurar zihnimizle.

O da güzel bir defteriniz varsa.

Çünkü biliyorsunuz, yazmayınca unutuluyor.

28 Mayıs 2017

Bir Kalemin Merkezi Neresidir?



Bir iki cümle not aldım ve dolmalemimi masanın kenarında bıraktım. Ardından kalem bir iki sallandı ve şekilde görüldüğü gibi durdu. Ben de çantamdan fotoğraf makinemi çıkartıp bir de görüntülü not alayım istedim.

Sonra her şeyin bir denge noktası, her şeyin bir merkezi var diye düşündüm.

Kâğıt için ve mürekkep için de öyle değil midir?

Eşyanın ve insanın da bir doygunluk noktası, ağırlık merkezi, hayali geometrik alanların kesiştiği odak noktaları var.

Yazdığımız her şeyin de bir ağırlık noktası var. Meraklı insanların ortak bir özelliklerinden biri de böyle bir şey. Hep belli bir iz bırakarak, belirli bir noktanın çevresinde dönmek, aynı duygunun farklı görünümlerini aramak, yazı yazarken de okurken de kendimize ait merkezi bir alanı kazımak, orada derinleşmek.

İşte, insanlar da böyle, bir kalem gibi kolları boşlukta olsa bile ayakları yerde.

Zihnimizden kâğıda akan düşünceler gibi denge noktasına doğru ilerliyor/dönüyor.

24 Mayıs 2017

Sapiens veya Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler



Bazen, kalemlerimi kullanmak için kitap okuduğumdan şüpheleniyorum.

Yine de güne ufuk açıcı bir kitapla başlamak gibisi yok.

Çok satan kitaplara her zaman şüpheyle bakarım. Fakat bir arkadaşımda Sapiens kitabını görüp, şöyle bir bakayım derken kitaba dalıp gittim, ardından alıp okumaya karar verdim. Nihayet bu sabah bitirdim. 

Genel izlenimim, Sapiens'in bir tür kılavuz kitap olduğudur. Hemen her konuda yazarın işaret ettiği olaylar ayrıca incelenmeye ve detaylı okumaya çağırıyor insanı.

Sapiens isimli, insan türünün yeryüzündeki kısa ancak dehşet verici tarihini anlatan kitap, tıpkı Tüfek, Mikrop ve Çelik gibi, tıpkı Tik Tak, Zamana Kaçamak Bir Bakış gibi, tıpkı Kaybolma Kılavuzu veya tıpkı Mavi: Bir Rengin Tarihi gibi etkileyici bir eser. Elbette "etkileyici" tanımı kişiden kişiye değişir.





Yukarıda sözü edilen kitaplarla aynı sınıfa girmez belki ama Ahmet Semih Mümtaz'ın, 1948 tarihli Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler kitabı da bence çok etkileyicidir.


Sapiens kitabında ise basit ama hazmedilmesi güç bilgiler var.

Yazar bugün dert ettiğimiz pek çok konuda bir fikir ileri sürüyor ve çeşitli çıkarımlarda bulunuyor ama kitabın en güzel tarafı bu değil, belli bir noktaya gelince "bilemiyoruz" demesi. Bu açıdan özellikle "Cehaletin Keşfi" bölümü çok ufuk açıcı.

Sapiens kitabında herhangi bir düşünce sistemine (milliyetçilik, dindarlık ve solculuk gibi) yatkın olanların kabul etmekte zorlanacağı, sarsıcı bilgiler ve fikirler var. 

Her şey bir yana, türümüzün hayvanlara yaptığı zulmü okumak da ayrı bir işkence. İnsanlığımdan utandım, bu acıya ve haksızlığa ortak olmamak için vejetaryen olmak gerek.

21 Mayıs 2017

LAMY 2000 İçin Ağıt



Eski bir Lamy 2000 vardı bende. Eski dediysem sahiden eskiydi. İlk çıkan örneklerden biriydi, arkasında minik bir L harfi olan, küçük detaylarıyla yeni çıkan Lamy 2000'lerden ayrılan çok güzel bir dolmakalemdi.

Yıllardır sorulur, hangi kalemi/kalemleri almalıyım diye. Ben de bir kalemseverin elinde muhakkak olması gereken 5-10 tane kalem sayarsam bir tanesi mutlaka Lamy 2000 olur. Çünkü Lamy 2000 bir başyapıttır. Eski yeni fark etmez, Bauhaus okuluna bağlanan tasarımıyla üst düzey bir dolmakalemdir. Hele dandik bir kalemden sonra onunla karşılaştığınızda çağ atlamış gibi olursunuz.

Soldaki benim kayıp kalemim, sağdaki bir arkadaşın yeni nesil Lamy 2000 dolmakalemi.

Uzun zamandır kalemlerimin arasında Lamy 2000 yok maalesef.

Söylemesi zor: Kaybetmişim. 


Aslında önce paniğe kapılmadım. Sakince ve sırayla olabileceği yerleri (gazetedeki masanın çekmeceleri, evdeki kutular...) tek tek aradım. Her hafta sistematik olarak araştırmamı sürdürdüm. Her yere baktım ama yok yok!

Bu hafta arayacak yerlerin tümüne baktığımı anladım ve kahroldum. Bazı şeylerin telafisi yok. (Kaybolan güzel şeylerin en acı veren yanı da bu.)

Kalem deyip geçmeyelim, kaybolup giden değerli hemen her şey gibi yanında alıp götürdüğü bazı şeyler de oluyor.

19 Mayıs 2017

Değişen Kalemsever Değişmeyen Kalem



Kalem değişmiyor, yani ruh olarak değiştiğini söyleyemeyiz.

Ama kalemsever daimi bir çalkantı içindedir.

Eşsiz güzellikteki Postacı (Il Postino) filmi geldi aklıma birden.


Genç Mario, sahilde Neruda ile metafor (istiare) üzerine konuşur ve karşılıklı bir dizi şaşkınlık yaşanır.


Güzel bir kalemle karşılaşan kalemsever de öyle şaşırır işte.

Kalem de insanla karşılaşıyor ya o sıra, eşyanın şaşırdığı vâki değildir.

16 Mayıs 2017

İyi Dolmakalemin Özelliklerinden Birincisi



İyi dolmakalemin özelliklerinden biri de bu ilanda görüldüğü gibi olması galiba.

Dolmakalem basınç uygulamadan dahi yazabiliyorsa iyidir.

En azından teknik açıdan iyidir.

15 Mayıs 2017

"Neler Bildiğimi Keşfetmek İçin Yazıyorum"



Ne zaman bir şeyler yazmaya otursam Flannery O'Connor'ın bir sözü aklıma gelir.

Kendisi, "Neler bildiğimi keşfetmek için yazıyorum.” dermiş.

Bir ihtimal, Flannery O’Connor isimli yazarı bilmeyen, tanımayan ve yazdığı muhteşem eserleri okumayanlar vardır diyerek Yıldırım Türker'den kısa bir alıntı yapayım:

"Flannery O’Connor, Amerika’nın en koyu dindar eyaletlerinden Georgia’da doğmuş bir güneyli. Kısa ömründen geriye 31 öykü, iki roman, mektup ve denemeleri kaldı. Daha 20 yaşındayken çaresi bulunmayan lupus hastalığına yakalandı, 30 yaşından sonra koltuk değneklerine mahkûm oldu. 39 yaşında da öldü. Başyapıtı, öyküleridir."


Flannery O’Connor'ın kitaplarının isimleri de kendilerini açıklar biraz: İyi İnsan Bulmak Zor, Her Çıkışın Bir İnişi Vardır, Bilge Kan ve Zorbaların Elinde. Diğerleri de iyi ama özellikle ilk iki kitabı muhakkak okuyun derim.

(Bir de hangi tür ve hangi yazar olursa olsun, sağlam ve sarsıcı bir kitap okuduğumda, içimde bilemediğim bir duygu belirdiğinde aklıma ilk gelen: "Edebiyatçı işini bitirdiğinde, geriye açıklanamayacak bir gizem duygusu kalmalıdır." sözünü unutamam. Okuduğunuz iyi kitapları düşünün, Flannery Hanım doğru söylemiş diyeceksiniz.)

Söylemeden geçmek olmaz, yazarın kitaplarının çoğunun kapağında bir tavus kuşu figürü bulunur. Nedenini merak edenler için gelsin: Flannery O'Connor ve tavus kuşları.


İşte pek çok insanın zihnini derinden etkileyen bir yazarın masası: Küçük bir masa, bir daktilo, masanın bir kenarında duran kalemlikteki birkaç kalem.

Merak ediyorum: Neler bildiğimizi öğrenmek için yazmalı mıyız sahiden?

14 Mayıs 2017

Anneler Günü İçin En İyi Hediye



Hemen "böyle anne yok," demeyin.

Yazı araç gereçlerine tutkun annelerin sayısı az değil ve giderek artıyor.

Memleketimizin akıllı ve kültürlü annelere çok ihtiyacı var.


Anneler günü kutlu olsun.

13 Mayıs 2017

Alo? Acil Mürekkep Lazım!




Neden bizim kırtasiyelerde böyle eğlenceli afişler, çizimler olmaz?

Vitrini güzel olan kırtasiye de çok azdır. Bir kırtasiyeden içeri girdiğinizde boşluk da göremezsiniz. Her yer kutularla doludur. Güzel bir resme, çizime, fotoğrafa rastlamak zordur.



İyi biliyoruz ki kalem, mürekkep, kâğıt ve diğer kırtasiye ürünleri hep ticari ürünler. Sonuçta bir şeyi beğendiğimizde parasını verip alıyoruz. Yine de gözden kaçan bir gerçek var: Kalemseverler, para makinesi değil, yazı araç gereçlerine ticari bir ürün gibi bakmaz, bakamaz. Yazı kültürüne aşina bir insan kırtasiye ürünleriyle gönül bağı kurar.

Dolayısıyla mizahın, gülümsemenin çok uzağında olmak ruhumuzu karartır.



Hem biraz gülümsemenin kime ne zararı var?



Bu arkadaşları da Ali İkizkaya'nın kedilerine benzettim nedense.

12 Mayıs 2017

Yaşasın Titremeyen Çizgiler!



Bugün gazetelerde önemsiz gibi görüldüğü için küçücük kullanılan ama aslında çok önemli ve çok güzel bir haber vardı.


Haber özetle şöyle: Microsoft, parkinson hastalarının elinin titremesini en az düzeye indiren saat şeklinde bir bileklik geliştirmiş.

(En güzel başlık ise Cumhuriyet gazetesinin arka sayfasındaki "Yaşasın Titremeyen Çizgiler" idi bence.)



Projenin başında Haiyan Zhang bulunuyor. Zhang, grafik tasarımcı, 29 yaşındaki parkinson hastası Emma Lawton ile tanışınca bir şeyler yapmak gerektiğini düşünmüş.

Emma Lawton ile birlikte çalışmışlar ve ortaya el ile beyin arasındaki sinirlere sinyal gönderen bu sayede titremeyi azaltan bir cihaz çıkmış.

Projeye de Emma adı verilmiş.

 
Video mutlaka izlenmeli. Duygulanmamak elde değil.


Düz çizgi çizemeyen, yazı yazamayan Emma Lawton artık daha normal bir şekilde yazı yazabiliyor. Tabii bu proje sadece Emma için değil, aynı sorunu yaşayan bütün parkinson hastaları için büyük bir umut.

Okuma Notları 9


Guillaume Apollinaire'i (1880-1918) bilirsiniz, daha önce de burada konuğum olmuştu. Bu sefer Ülkü Tamer aracılığıyla şairi yeniden anıyorum. (Aslında şairleri demek gerek, Ülkü Tamer muhteşem bir şairdir.)


Apollinaire'in imzası

(...)

1958-1959'da Hukuk Fakültesi öğrencisiydim. Ocak tatilinde Antep'e gidecektim. Tren bileti almadan önce şebekemi, öğrenci kimliğimi, imzalatmam gerekiyordu. Yoksa tam bilet almak zorunda kalacaktım. Sekreterliğe çıkıp şebekemi uzattım.

Görevli, "Önümüzdeki hafta gelin" dedi. Şebekeye imza mühürünü basacak kişi hastaymış.

"Nasıl olsa mühür" dedim. "Siz basın."

Görevli, "Olmaz" dedi.

İki gün sonra tatile gireceğimizi, Antep'e gideceğimi söyledim.

"Ben karışmam" dedi görevli.

Kim karışacaktı peki? Görevlinin hastalığı yüzünden öğrenci bileti alamayacak mıydım? Suç bende değil ki!

O gün öğleden sonra Yeditepe'ye [Yeditepe Yayınları] gittim. Hüsamettin Bozok, yeni yayımlacağı bir kitabın, Çağdaş Fransız Şiiri Antolojisi'nin sayfa düzenini yapıyordu. Masasının üstü ufacık klişelerle doluydu.

"Nedir bunlar?" diye sordum.

"Şairlerin imzaları. Fotoğraflarının yanına koyacağım."

Klişeleri önüme yaydım. Prevert, Eluard, Rimbaud, Jacob... Guillaume Apollinaire'in imzasını beğendim. Şebekemi çıkardım. Apollinaire klişesini ıstampada mürekkepledim.

"Ne yapıyorsun?" dedi Hüsamettin Bey.

"Şebekemi Apollinaire'e imzalatıyorum."

Klişeyi şebekeme bastırdım. Apollinaire'in imzası pırıl pırıl çıktı.

Milliyet Pazar, 16.09.2001

(Ülkü Tamer bu tarz anılarını, ilk baskısı 1998'de çıkan Yaşamak Hatırlamaktır kitabında daha detaylı anlatır.)

11 Mayıs 2017

Tarihte Bugün: 11 Mayıs 1904



Bugün Salvador Dali'nin doğum günü. Kutlu olsun.

Salvador Dali, sanat tarihinin en muazzam eserlerinden birçoğuna imza atmış bir dahi.

Bu vesileyle üstadın yapıtlarına baktığımda bir tanesi, 1951'de yaptığı Raphael Tarzı Kafa Patlaması yine ilgimi çekti. Yine diyorum çünkü bu etkileyici resme belki 30 yıldır yeniden yeniden bakıyorum.


 

Ortaokulda (1983-1986), müdavimi olduğum Çağlayan İl Halk Kütüphanesi'nin raflarında ressamlara dair kitaplar vardı. İlk kez orada bu eseri görmüş ve hayran kalmıştım.

İmza üstüne imza. Dali ile ilgili kitabı eşi Gala imzalamış.


Dali'nin imzası da bir hat eseri gibi çok güçlü grafik bir yapıya sahiptir.




Sanatçı böyle olmalı galiba, hayatın içine taşan imzası bile düşündürücü.

Kalem Satın Alma Hastalığı



Geçen hafta "40 tane dolmakalem neyime yetmiyor, artık kalem almayacağım" diye kendi kendime söz vermişken fiyatı da uygun olan şahane bir kalem görünce kendimi kaybettim ve aldım.

Önceki akşam Parker kalemlerinin yenilenmiş yüzüyle meraklılara sunulduğu akşam, Prof. Dr. Muhittin Şimşek ile bu konuyu da konuştuk. Kendisine, keşke bütün hastalıklar böyle olsa, dedim. (Muhittin Beyin koleksiyonu benim kalemlerimin en düşük ihtimalle 10 katıdır belki, o daha uç bir noktada.)

Öte yandan, neden kalem diyorum da "Mürekkep satın alma hastalığı" demiyorum? Ya da "Defter satın alma hastalığı"? Çünkü çoğumuz iyi defterin ve  iyi mürekkebin peşinde kalemler kadar koşmuyoruz. Bu değerlendirme de küçük bir özeleştiri olsun. Mürekkep şişeleri ve defterler de kalem kadar itibarlı olur inşallah.

Hâl böyle olunca Ekşi Sözlük'teki "kitap satın alma hastalığı" adında çok sevdiğim bir başlık geldi aklıma. (Sözlükte kalem satın alma hastalığı başlığı da var ama o kadar ilgi görmemiş.) Aslında pek çok açıdan kalem ile kitap birbirine çok benziyor. Satın alıp da okuyamadığımız kitaplar, alıp kullanamadığımız kalemler var.


Orada yazmıştım, bir parçasını buraya da alayım:

İflah olmaz bir derttir bu, son sözü Fuzuli üstadımız bir gazelinde yüzyıllar evvel söylemiş zaten:

"hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı
garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı"

08 Mayıs 2017

Sıradışı Mürekkep Şişeleri


Montblanc'ın bu mürekkep şişesini daha önce hiç görmemiştim.

Tombik gövdesiyle oldukça güzel görünen bir mürekkep şişesi.


FİLLİ BOYA

G. Bouhon

Bira şişelerine benzeyen ilk mürekkep şişelerini gördüğümde şaşırdığımı itiraf ediyorum. Ancak şimdi alıştım. Bir zamanlar bu tarz mürekkep şişelerinden çok üretilmiş. Avrupa müzayedelerine meraklı olanlar çokça görebilir. G. Bouhon şişelerindeki fil çok iyi bir fikir. Mürekkebin uçmayacağı garanti edilmiş! Önce gözler ikna olmalı.

Bogaerts


Çini mürekkebi ama görünüşe aldanmayın. Bu mürekkep şişesi Hollandalı Bogaerts firmasının ürünü.

Pelletier


Coca-Cola şişelerini andıran bu şişe de şaşırtıcı.

Firma ise Belçikalı Pelletier firmasının ürünü.

J.Herbin


Bir zamanlar J.Herbin firmasının mürekkep şişeleri böyleymiş.

Kraliyet mürekkebi, haliyle güzel görünüyor.


 Günümüzde Iroshizuku ile fırtınalar estiren Pilot da klasik tavırdan biraz ayrışan çeşitli mürekkep şişeleri üretmiş. Çok örnek var ama yukarıda görülen örnek en beğendiğim.



Önce Kutman sanıp çok şaşırmıştım, değilmiş, Klutman yazıyormuş. (Bilindiği Kutman'lar şarapçılıkta yüzyıllık bir mirasın sahipleri.)

Şişeye böyle bakınca mürekkep içmek anlamlı geliyor.

Şurup gibi mürekkep: Luctor

Görülen örneklerden de anlaşıldığı gibi bir zamanlar mürekkep bolca kullanılan bir malzeme. Bir litrelik (öğrenciler için hesaplı fiyatı olan) mürekkep şişeleri de kırtasiyelerde satışa sunulmuş.

P.W. Akkerman
Geçmişten günümüze bir şey kaldı mı diye merak edenler vardır belki.

Böyle düşününce aklıma hemen P.W. Akkerman geliyor (kuruluş 1910). Hem eşsiz hem de günümüz için alışılmadık olan tasarımıyla geçmişi yaşatmaya devam eden bir mürekkep şişeleri var.